BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00

Yüce divan değil İstiklal Mahkemesi

Eğer bu ülkede milletin vicdanını derinden yaralayan çuval olayının intikamını almayı; demokratik düzen içinde sadece kendisine söylenilen görevin sınırları içinde kalma mazeretiyle bedel ödemekten kurtulacağını varsayan anayasal bilumum kurum ve kuruluşlar filmcilere, senaristlere ve artizlere bırakıyorlarsa yüce divan tartışmalarının hakikaten yeri ve zamanı gelmiştir ey millet?

Çünkü "Kurtlar Vâdisi" film haline de getirilecekmiş ve konusu Irak'ta
geçecek olan senaryosunda vâdinin "ağır abi"si Polat Alemdaroğlu "çuval"ın
intikamını alacakmış!

Bu açıdan ben Bahçeli'nin çıkışıyla başlayan ve Erdoğan'ın cevabıyla devam eden Yüce Divan muhabbetinin son derece gerekli ve yararlı olduğunu düşünüyorum.

Ancak vücudu tepeden tırnağa saran bu kanser illetini kökünden halletmenin de sadece Yüce Divan olgusu ile çözülmeyeceğine inanıyorum.

İstiklâl Mahkemeleri gereklidir.

Özel şartlar, özel çözümler gerektirir.
***
Bakın 5 Ağustos 2005 tarihli ve "İspanyol kadar Türk Olamamak"başlıklı yazısında Hüseyin Mümtaz ne demişti?

"Karar vereceksin.
Türksen, bağımsız devletsen, bağımsız kalmak istiyorsan.
İçeride ve dışarıda.
Dahili ve harici bedhahlara karşı..
Ona göre davranacaksın.
Bağımsızsan ve bağımsızlığını korumak istiyorsan..
Bağımsızlık Mahkemeleri kuracaksın..
Eski dilde bağımsızlık, İstiklal demektir.
Yâni İstiklal Mahkemeleri..
Sonra da ''tek dişi kalmış'' AİHM filan dinlemeden adam asacaksın.
Kararlı duracaksın, adam gibi duracaksın, adam olacaksın..
Sevr'e değil, Lozan'a sahip olacaksın".
***
Yine, 31 Temmuz 2004 günü yazdığı "Van'da Devlet" başlıklı yazısında şunları yazmış:

"Akepe, ANAP'lı bakanlar ve başbakanı da yine ''akçalı konular'' yüzünden yüce divana sevk ediyor.
Ülkeyi bölüp-parçalamayı öngören ilk üç uyum paketini çıkardıkları içindeğil.
Öcalan'ı asmadıkları için değil...
Ben şaşırmadım..
Biz 44 sene önce don-bebek yüzünden Menderes-Zorlu-Polatkan'ı asmış bir milletin çocuklarıyız. Başbakanlıktaki kasadan bilmem kimin donu çıkmış.
Salim Başol Kore'ye neden asker gönderdi de şu kadar vatan evlâdının sebepsiz yere şehit olmasına yol açtığı sorusunu hiç yöneltmemiş. Biz hep politikacının ahlakını sorgulamışız. Uyguladığı politikanın ahlâksızlığını değil."
***
("Cumhuriyet'in En Uzun 6 Ayı" .. Hüseyin MÜMTAZ. Kum Saati Yayınları. İstanbul Aralık 2004. Sayfa 141.)

Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü ayaklar altına alınıyorsa?
Anayasa'nın; devletin nitelikleri, bayrağı, başkenti ve milli marşı ile ilgili ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek başlangıç maddeleri tartışmaya açılıyorsa?
İstiklal Mahkemelerinin kurulması elzem hâle gelmiş demektir.
Hem İstiklâl Mahkemeleri kurulmalıdır?
Hem de kapısının üzerine?
"Yalnız Allah'tan Korkar" yazılmalıdır?
Tıpkı Kurtuluş savaşı'nda olduğu gibi?
***
Şimdi de geliyoruz nedenlerine?

Eskiden elimiz yüreğimizde MGK Toplantılarını beklerdik, kimi 7.5, kimi de 9 saat süren?

Önce ekmekler değil ama MGK "bozuldu". MGK'nın "olağan" toplantıları iki aya çekildi. Sonra yapısı değiştirildi, AB'ye uyduruldu?

Sırada asker üyelerin sayısının azaltılması değil, külliyen kaldırılması var, hiç şaşırmayın. Çerçeve Belge pazarlıklarının; ilk defa Genelkurmay Başkanı'nın dillendirdiği gibi "bedel ödeme" bâbında Parti Genel Merkezinde yapılmış olması uzun vâdede onun işareti değil de nedir?
***
Şimdi ise hacı yolu bekler gibi AB'nin bilmem ne raporlarını gözlüyoruz.

Erdoğan, Gül ve Çiçek boşuna dememişler meğer "17 Aralık'tan sonra yeni bir düzen başladı" diye...

Önce 2004'ün 6 Ekim İlerleme raporlarını bekledik.

Sonra yine 2004'ün 17 Aralık'ını, ve sonra 2005'in 3 Ekim'ini.

Duyduk ki hükümet bu defa gözünü 9 Kasım'a dikmiş.. 9 Kasım'da yeni ilerleme raporu yayınlanacakmış. Çünkü yeni "özel komiser" Rehn'in özellikle üzerinde durduğu dört başlık var ve bunlar şöyle sıralanıyormuş: İfade özgürlüğü, Kadın hakları, Sendikal özgürlükler ve Azınlık vakıflarının malları.

Eğer bir ilerleme olmazsa bu dört başlıktaki sıkıntının Türkiye ile ilgili ilerleme raporunda yer alması bekleniyormuş, bu da bu noktada müzakerelerin kesintiye uğrama ihtimali ortaya çıkarıyormuş. Çünkü Avrupa Konseyi geçen seneki 17 Aralık zirvesinde kalıcı insan hakları ihlalleri ve demokrasi zafiyeti olması durumunda müzakerelerin kesilebileceğini hükme bağlamışmış...

Evet Dengir birisinin dediği gibi asker artık bizi bağlamıyor ama AB bağlıyor.
***
Lâf aramızda ey millet "Mustafaoli" iyi ki geldi.
Neler öğrendik, neler...
Mantı yemeğe gittiği Kayseri'de "Tören bitti, şimdi çalışma zamanı" dedikten sonra iki büyük edepsizlik yaptı.

1. "Ek protokolün Mecliste onaylanacağı teminatını hükümetten aldım" dedi,
2. Avrupa'da iktidar ile muhalefetin anlaşmasının bir uzlaşma kültürü olduğunun altını çizdikten sonra muhalefete de seslenerek, hükümetle uzlaşma çağrısında bulundu.

Yâni hem Yasama'nın işine karıştı, hem demokratik sistemimizi sorguladı, muhalefete talimat verdi.

Bahçeli ne diyor?

"Başbakan polemik yapmasın. Madem öyle Abdullah Öcalan hainini asmadığım için beni Yüce Divan'a göndersin".

Erdoğan cevap veriyor;

"Ana muhalefet lideri veya diğer marjinal gruplar kendilerine göre bazı şeyler oluşturuyorlar. Artık yetişemedikleri için üzüme... Bundan sonra kendilerine göre işte 'bu yol Yüce Divan'a çıkar' diyorlar. Bir yerden
kendilerini tatmin edecekler. Başka çareleri kalmadı. Biz siyasetin ne olduğunu çok iyi biliriz. Biz siyasetin dilini çok iyi bilir, anlarız. Bu yola çıkarken, biz bunun bedelinin ne olduğunu bilerek çıktık."

Eskiden anayasayı tağyir, tebdil ve ilgaya teşebbüsün sonu belliydi. Şimdilerde nasıldır hiç haberim yok.
***
Bakın Bahçeli ne yapmıştı.

Ocak 2000'de 57'inci Hükümetin koalisyon ortakları, üç kafadarlar; başbakanlıkta 7.5 saatlik bir toplantı yapmışlar ve Öcalan dosyasını başbakanlıkta bekletme kararı almışlardı.

Bağımsız Türk yargısının kesinleşmiş idam kararını onay için Yasamaya göndermemişlerdi. Yürütme'de bile görüşmeye gerek duymamışlardı. Üç ahbap çavuşlar kendilerine, anayasada olmayan bir yetkiyi vehmederek; hâttâ açıkça anayasayı ayaklar altına alarak dosyayı bekletmişlerdi.

Anayasada "liderler zirvesi" diye bir kurum,kurumsallaşmış bir yapı var mıdır?

Demek ki anayasa 57'inci hükümet zamanında bizzat ortaklar eliyle rafa kaldırılmıştır.

Peki anayasada "Parti Genel Merkezi" diye bir kurum var mıdır?

Erdoğan da Çerçeve Belge pazarlıklarını Başbakanlık'ta, Bakanlar kurulu'nda değil, MYK'da yürütmüştür.

Bırakınız devletin diğer "bedel ödemeyeceğini" zanneden kurumlarını; fakat Yüce Meclisi bile kaale almamıştır.
***
Almadığını Finli Mustafa'dan, Mustafa Oli'den öğreniyoruz.

Olli Rehn, Kayseri Ticaret Odası'nda düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'nin imzaladığı gümrük birliğini AB'nin yeni 10 üyesine genişleten ek ptorokolün Meclis tarafından onaylanması için hükümetten güvence aldığının söylüyor ve bu onay olmazsa, katılım müzakerelerin olumsuz etkileneceğini belirtiyor.

Yâni hükümetten (Yürütme); Meclis (Yürütme) çalışmalarını etkileyeceği konusunda söz almış, teminat, güvence almış?

Anayasamıza göre hükümetin böyle bir yetkisi yoktur ey okuyucu...

Ek protokol ne?

GB Ek Protokolü; Rumların da diğer 24 AB ülkesi gibi Türkiye tarafından tanınmasını öngörüyor. AB, hükümetin mektubunu yeterli görmüyor, meclisten de çıkmasını istiyor.
Ve iş(p)in ucu gelip Kıbrıs'a dayanıyor. Daha düne kadar Erdoğan "Önce çözüm sonra tanınma" diyordu. 3 Ekim'den sonra ise bir adım gerileyerek "Önce izolasyonların kaldırılması, sonra tanıma" demeye başladı.(NTV)

Mustafa Oli ânında cevap verdi.

"Evet, izolasyonların kaldırılması için çalışıyoruz ama tanımayı buna bağlamak yanlış. Bu yeni bir durum olur, müzakereler türbülansa girer."

Derken Erdoğan ile Rehn Havaalanı'nda "karşılaşıyorlar".

45 dakikalık karşılaşmanın arkasından bir gazetecinin, "Ek protokol'ün TBMM'ye getirilmesi konusunda bir mutabakata varıldı mı? Bu konu görüşmede gündeme geldi mi?" şeklindeki sorusu üzerine bir gün önce Murat Akgün'e
"gereği yok" demiş olduğu için sıkıntısı yüzüne vuran Erdoğan, "Bu konuyu Bakanlar Kurulu'nda arkadaşlarla görüşeceğiz. Onun 'timing'i noktasında kararı ondan sonra vereceğiz" diyor. Erdoğan, "Bir an önce gelmesi
noktasında bir ısrar var mı?" sorusuna ise "O konuda, bir süre noktasında Rehn'in böyle bir açıklaması olmadı. Ama 'tabii bir an önce geçerse isabetli olur' diyorlar" şeklinde karşılık veriyor.

Bize de bu son derece çapraşık Türkçeyi çözmek kalıyor.

Oli Rehn Kayseri'de "sınır sorunları çözülmeli"derken; canım yurdumun bir başka köşesinde aynı anda denetlemelerde bulunan Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komitesi Başkanı Helene Flautre, Kürtçe'nin
devlet okullarında rahatlıkla okutulabilmesi gerektiğini savunuyor.

Olli Rehn Orhan Pamuk'u ziyaret ediyor.
Hrant Dink'i neden etmiyor?
Olli Rehn kadın derneklerinin dertlerini dinliyor.
Şehit Aileleri ile neden görüşmüyor?
***
Ve iş kıymetli okuyucu gelip "timingine sonra karar verilecek olan" Ek Protokolün onayına dayanıyor.

Yâni Kıbrıs'a.

Ve "Yüce Divan" bu işi kesmez ey okuyucu...
Ancak İstiklâl Mahkemeleri paklar?

Son söz olarak; Râmazan-ı şerif dolayısı ile üç mübarek iftar vakti sorusu?

1. Hıristiyan Büyükelçiler acaba Ankara gibi başka "Müslüman ülke" başkentlerinde de Ramazan boyunca Müslümanlara, Müslümanlar da onlara ahkâmlı iftar yemekleri veriyorlar mı?

2. "Dinler arası diyalog" ve cemaati olmayan harap kiliseleri onarıp cemaat icat ettikten sonra yeniden ibadete açma modası diğer Müslüman ülkelerde de mevcut mu?

3. Filistinli Baş Müzakereci Nebil Şaat'a 2003 yılında Mısır'ın Şarm El Şeyh beldesinde "Tanrı bana, George Afganistan'daki teröristlerle savaş, dedi. Gittim savaştım. George Irak'taki despotluğu bitir, dedi. Bitirdim. Şimdi bana, Filistinliler'in devlet kurmasını sağla ve Orta Doğu'ya barış getir, dediğini hissediyorum. Bunu da yapacağım..." diyen Bush ile bizdeki "İbrahimî dinli" ve kerameti kendinden menkul birtakım nevzuhur şeyhlerin büyük bir işbirliği sergileyerek "stratejik ortak" olmaları tamamen tesadüf mü yoksa "amentüde birleşmeleri"nden mi?

Bilene "icazet" verilecektir.