BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

YSK darbesi hangi partiye yaradı?

Bağımsız adayları veto eden krizin baş mimarı YSK köşe yazarlarının hedefinde.

Abone ol

YSK'nın veto kararı ülkeyi gerdi, ortalık karışınca da tavrını yumuşattı. CHP sorunun çözümünde topu AK Parti'ye attı, BDP 'AKP'nin komplosu' dedi. Ancak sonrasında yaşananlar söylenenlerin tam aksini gösterdi.

YSK, yeni değil de eski TCK'nın genelgesini kabul etmesiyle krizin fitilini ateşledi. Buna karşın mahkemeler de yeni TCK'ya göre hareket edince BDP'liler 'evraka gerek yok' cevabıyla karşılaştı. YSK da 'evrak eksik' deyip veto edince ülkenin tansiyonu üç gündür tavan yaptı.

Krizin baş mimarı YSK'nın statüsü ve kararları köşe yazarlarının gündeminde. Doğan medyası yazarları YSK'ya fazla değinmezken, muhafazakar medyada bu kuruma ateş püskürdü. İşte yazarlardan YSK yorumları:

Ergun Babahan (Star): Tezgahlar ülkesi

BDP de bu tezgaha uydu ve Selahattin Demirtaş dün akşam saatlerinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile olan randevusunu iptal etti.

BDP, Yüksek Seçim Kurulu’nun tavır değişikliğinden rahatsız olduğunu gösteren bir tavıra girmiş oldu.

Cumhurbaşkanı Gül, AK Parti iktidarının ilk gününden itibaren Kürt sorununun çözümü için çaba harcayan bir siyasetçi.

Cumhurbaşkanlığında da bu sorunun çözümü için olanca gücüyle devreye girdi.

Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı Gül ile olan randevusunu iptal etmesi çözümden değil, çözümsüzlükten yana olduğunun bir göstergesi.

BDP’nin içinde kafa karışıklığının bir göstergesi bu aslında.

Dahasını söylersek Kandil ile İmralı arasında bir görüş farklılığı olduğunun ve veto krizinin bu farkı derinleştirmek için kullanıldığı anlaşılıyor.

Öcalan’ın çözüm yanlısı duruşunun, sertlik yanlısı kadroları mutsuz ettiği bir sır değildi. Bu farklılık parti komiserleri aracılığıyla partiye de yansıtılıyordu.Veto krizinin çözüme kavuştuğu saatlerde Bismil’in karışması kaos arayışının bir göstergesi.

BDP de tıpkı CHP gibi birden fazla merkezin hakim olduğu bir parti görünümünde.

Kim nereye çekerse oraya sürükleniyor.

Tezgaha mı geliyorlar yoksa hiç tezgahtan çıkamadılar mı, bilemiyorum.

Yazının tamamı için tıklayın

Taha Kıvanç (Zaman): 'Fitne' demişti Özal...

Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) bazı bağımsız adaylara engel çıkardığı gün, sıcağı sıcağına, "Bu seçimi yaptırmayacaklar" dedi kuşkucu dostum.

Ona göre, YSK'nın müdahalesiyle açılan yol sonunda seçimin ertelenmesine kadar vardırılacak...

İtirazım üzerine, "Böylesine kendi içinde tutarsız bir karar alan kurum, işi seçimin ertelenmesine kadar vardırmaz mı sanıyorsun?" diye sordu. "Turgut Özal'ın 'Sisteme fitne sokuldu' tespitinde bulunduğu 1987 seçimini hatırlasana" da dedi aynı dost...

1987 yılının Eylül, Ekim ve Kasım ayları Meclis'in maratonlu günlerine tanık olmuştu. Yapılan referandumda (6 Eylül 1987) eski politikacıların siyasi hakları geri verilirken de sürece müdahale etmişti YSK; haklarında milletin 'Evet' veya 'Hayır' diyeceği Demirel, Ecevit ve Erbakan gibi eski politikacıların radyo ve televizyonda konuşmasını engelleyerek...

"Konuşma yapacak kişiler parti üyesi olmak zorunda" hükmünü vermişti YSK, siyasi yasakları yüzünden parti üyesi olamayan liderler hakkında...

Referandum günü, Özal, "1 Kasım'da erken seçim yapalım" teklifini seslendirdi. 10 Eylül günü toplanan Meclis teklifi yasalaştırdıktan sonra listelerde yer verilmeyen milletvekilleri seçimin iptalini sağlamak için olağanüstü toplantı istedi. Meclis Başkanı Necmettin Karaduman başvuruyu reddedince, aynı milletvekilleri, bu kez Başkanın tutumunu görüşmek üzere Meclis'i toplantıya çağırdı.

Araya Anayasa Mahkemesi girdi; SHP'nin aylar önce verdiği Seçim Kanunu'nun bazı maddelerinin iptali istemini 9 Ekim 1987 günü önseçim zorunluluğu getirecek biçimde karara bağlayarak... Küskün milletvekilleri bunu bahane edip yeniden toplantı talep etti. Meramlarına erdiler de: Meclis 15 Ekim'de olağanüstü toplandı. Toplantıda seçim tarihi 29 Kasım'a ertelendi.

O dönemde Özal'ın ağzından en fazla çıkan sözcüğün 'fitne' olduğunu hatırlıyorum.

Yazının tamamı için tıklayın

YSK darbesi hangi partiye yaradı? Sonraki sayfada

[PAGE]

Mahmut Övür (Sabah): YSK darbesi hangi partiye yaradı?

Bir: PKK-BDP eksenli Kürt siyaseti tarihinde ilk kez hem kendi içinde çeşitlendi, hem de Türkiye partisi olmaya giden yolu açtı. Bu açılım bir anlamda AK Parti'nin 2002'de ilk çıkışına benziyor. Milli Görüş gömleğini çıkartan AK Parti, merkeze yürüyüşünün parti içi koalisyonla atmıştı. Şimdi benzer bir süreci BDP yaşıyor.
İki: AK Parti'nin yeni anayasa vaadi, Kürt meselesine vurgusu ve yeni Cumhuriyet tanımı...
Üç: Statükonun kapsama alanı içinde olmasına rağmen değişim iradesi gösteren CHP'nin, değerler üzerinden siyaseti terk edip, sorunlar ve projeler üzerinden siyaset yapması "elden çıkıyor" kaygısı yarattı...
Kısaca Türkiye'nin topyekûn değişim rüzgârının etkisi altına girmesi "Eski Türkiye"den beslenenleri korkuttu
Bunun içinde güçlü değişim isteyen iki siyasi yapıyı, AK Parti ile BDP'yi karşı karşıya getirerek "düşük yoğunluklu gerilime" sürükledi. Henüz bir karar çıkmış değil ama bu haliyle bile sonuç başarılı. Sokakların yanmaya başlaması, AK Parti'ye yönelik suçlamaların yoğunlaşması bunu gösteriyor.
Bu süreç CHP ve MHP'yi hatta BDP'yi yukarı çekerek, AK Parti'nin seçimden güçlü çıkmasını engellemeyi hedefliyor. Amaç da zayıf partilerin kuracağı koalisyon iktidarlarıyla siyaseti yönetmek, dizayn etmek... Ve Türkiye'nin sivil demokratik bir anayasaya kavuşmasını engellemek... Bu yüzden YSK'nın kararı siyasidir ve siyasete darbe niteliğindedir. Bütün partileri aşağılayan bir durumdur.
Eğer bu kararlara karşı kamuoyundan güçlü bir tepki doğmasaydı sonuç çok daha vahim olurdu. Demirtaş görüşmeyi iptal etse de devreye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün girmesi de siyasi tansiyonu düşürme açısından olumlu oldu.
Devlet PKK eksenli barış görüşmelerindeki gelişmeleri aktarmasıyla bilinen "Balıkçı"ya son durumu sordum. Cevabı kısaydı:
"Bu müdahale bize, devletin dönüşmesi gerektiğini ve yeni anayasaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Kısaca bu fitne, yarına yönelik büyük bir iyiliği açığa çıkardı."

Yazının tamamı için tıklayın

Ahmet Kekeç (Star): Senin dağda ne işin var? Otur oturduğun yerde!

İki gün boyunca ülkeyi

savaş alanına çeviren hadisenin altında, birtakım bürokratik bir ihmaller yatıyormuş...

Bağımsız adayların memnu haklarını iade kararı zamanında YSK’nın eline geçmemiş de... Ceza almış bazı adaylar hakkındaki “hükmün geriye bırakılması kararı” ilgili kurullara ulaşmamış da... Bilmem ne mahkemesinden alınan “seçilmenize mani bir durum yoktur” sözü, yazılı belge olarak ibraz edilmemiş de... Soğuk Savaş’ın bittiği, duvarların yıkıldığı, eski TCK’daki 141 ve 142. maddelerin yürürlükten kaldırıldığı bilgisi “yazılı olarak” yetkili şahısların masasında değilmiş de... Falan filan.

İki günlük siyasi ve psikolojik hasarın nedeni buymuş...

Dünya gözüyle gördüğümüz ve “şaşırmadığımız” ikinci olay da şu:

Bağımsız adaylara ilişkin veto kararını fırsat bilerek aba altından “terör sopası” gösteren ve çaktırmadan “dağdaki mücadelenin meşruiyetini” savunan BDP Eşbaşkanı, Cumhurbaşkanı Gül’ün davetini reddetmiş.

Memnu hakların iade edilmesi, krizin sona ermesi bu arkadaşları kesmiyor.

Kürt meselesinin çözümünü “siyaset kurumunun” elinden alacak ne kadar provokasyon varsa, balıklama atlıyorlar.

Ne kadar çok gerginlik olursa, o kadar iyi...

Ne kadar çok kan dökülürse, o kadar iyi...

Hem yanlış yapıyorlar, hem çok ayıp ediyorlar.

Yazının tamamı için tıklayın

Yüksek yargının alçak plan diyen yazar kim? Sonraki sayfada

[PAGE]

Nuh Gönültaş (Bugün): Yüksek yargı alçak plan!

Eğer Uğur Mumcu gibi laik kimliği ile öne çıkmış biri öldürüldüyse bunu mutlaka antilaikler, şeriatçılar öldürmüştür!

Oysa gerçek çok farklı olabilir. Fakat gerçek kimsenin umurunda olmuyordu. Medya meçhul faili hemen buluyordu!

Sivas olaylarında Alevi-Sünni çatışması denendi.

Danıştay saldırısında hükümet hedefti. Bu hükümet şeriatçıları o kadar cesaretlendirmişti ki, eline silah alan bir şeriatçı başörtüsü yasağı yüzünden Danıştay'ı basabiliyordu!

Hrant Dink öldürüldükten hemen sonra o kadar insan "Hepimiz Ermeniyiz" pankartları ile nasıl sokağa çıkabildiler, kısa sürede nasıl o kadar kalabalıklar bir araya gelebildi?

Hepsinde maksat kaos çıkartmaktı!

Ergenekon'un defteri dürülmeye çalışıldığından beri böylesi eylemler olmuyor.

Taktik değişti.

Kaos için özellikle yüksek yargı devreye girdi.

Türkiye Ergenekon'un kıskaca alınmasından sonra yüksek yargının katakullileri ile boğuşuyor.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, HSYK vs...

Şimdi de Yüksek Seçim Kurulu...

YSK'nın BDP'li bağımsızlarla ilgili veto kararı 12 Haziran'da yapılacak seçimleri sabotedir.

YSK, çözülmediği takdirde, ki çözülecektir, çok büyük bir kaosa imza atmıştır.

YSK üyeleri daha önce bağımsızlıkları sorunlu olduğu ortaya çıkan Danıştay ve Yargıtay üyeleri arasından seçiliyor.

Dolayısıyla ülkede siyasi kaos çıkarmak için daha önce nasıl Yargıtay, Danıştay, HSYK, Anayasa Mahkemesi kullanıldıysa şimdi de YSK kullanılıyor!

Yazının tamamı için tıklayın

Ahmet Hakan (Hürriyet): Madem öyle gel böyle

¦ Madem bütün suç Yüksek Seçim Kurulu'nundur...
¦ Madem "biricik" hükümetimizin, "sevgili" AK Parti'mizin, "en demokrat" başbakanımızın, zinhar, bu işle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur!
¦ Madem BDP'nin bağımsızlannın seçime girmemesi en çok hükümetimizi üzmektedir.
¦ Madem Bülent Arınç ağlamaklı hale gelmiştir.
O halde AK Parti, YSK'nın neden olduğu bu trajediye, bu haksızlığa, bu adaletsizliğe, bu yasakçılığa neden ''dur" demesin?

İşte bakın: CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, benim bile kendisinden beklemeyeceğim türde bir atak yaparak süper bir öneride bulundu.
Dedi ki: "TBMM acilen toplansın. Anayasa ve yasaları değiştirelim.
Barajı yüzde .
5'e düşürelim.
Adaylar yeniden belirlensin. BDP seçime girsin." Buyurun: İşte AK Parti için, Yüksek Seçim Kurulu'nun yol açtığı krizi önleme fırsatı.
Eğer AK Parti, bu öneri karşısında...
"Ama vakit yok" derse.
"Ama Meclis'i toplamak çok zor" derse... "Yüzde 10 baraj kalmalı" derse...
En azından vebale ortak çıkmış olmaz mı?
Şunu düşünelim: Bu olay, BDP'nin ağır toplannın değil de AK Parti'nin ağır toplarının başına gelseydi....
"Ama vakit yok", "Ama Meclis'i toplamak çok zor" derler miydi?
Hiç kuşku duyulmasın: Meclis'i de toplarlardı, vakit de bulurlardı, yasalan da değiştirirlerdi. 0 halde soralım: Kendileri için istediklerini; başkalan için istemeyenlere ¦ bizler ne diyorduk?

Yazının tamamı için tıklayın

Eyüp Can (Radikal): YSK İskoç Kilisesi mi?

Geçmişin yanlışları değildir en çok çektiğimiz.
Onlarla bir şekilde yüzleşme becerisi gösterebiliriz.
Asıl sorun, yanlışı yaparken şimdiki zamanda yanlışlarımızla yüzleşmeyi beceremeyişimiz.
İş işten geçtikten sonra zaten yaptığımızın yanlış olmadığına kendimizi ikna edecek başka mekanizmalar girer devreye.
“İnsan beyni, var olmak; hayatta kalabilmek için kendi yanlışlarını görmemeye göre dizayn edilmiş bir beyin” diyor Schulz.

Her insanın kusurlu olduğunu kabul ederiz ama kendi kusurumuzu özellikle de o kusuru işlerken bir türlü görmek istemeyiz.
Bu durumun adı: Sürekli doğru olma saplantısı.
Yanlışolog Schulz birçok felaketin insanoğlunu bu yüzden uçuruma yuvarladığını örnekler vererek anlatıyor.
Bush nükleer silah bulma ve bölgeye demokrasi getirme vaadiyle Irak’ı işgal ederken yanlış yaptığını düşünse ve olacakları görse yine de başlatır mıydı Irak savaşını?
Greenspan küresel finans sistemini çökertebileceğini görse türev piyasalara bu kadar güvenir miydi?

Aslında şu önlerinde uçurum olduğunu bile bile yola devam eden koyunlardan çok farkımız yok.
Bakın Türkiye iki gündür YSK’nın verdiği baştan aşağı yanlış ve ülkeyi uçuruma sürükleyen veto kararını tartışıyor.
YSK’nın verdiği kararın yanlış olduğunu görmek için ne hukukçu olmaya ne de yanlışolog olmaya gerek var.
Hep birlikte sürüklendiğimiz uçuruma bakmak yeterli. 

Yazının tamamı için tıklayın