BIST 10.446
DOLAR 32,53
EURO 34,99
ALTIN 2.438,80
HABER /  GÜNCEL  /  EĞİTİM

YÖKün Kürtçe korkusu

Koskoca YÖK... Arkasında siyasi iktidar desteğine rağmen, o kararı neden layıkıyla alamadı... Bir analiz...

Abone ol

Sedat Yurttaş
ANALİZ
 

Liberal Düşünce Topluluğu’nun 6-7 Haziran 2009 tarihlerinde Eskişehir’de “Etnisite, Kültürel Çoğulculuk ve Demokrasi” başlığı altında gerçekleştirdiği toplantıdan Diyarbakır’a “Mıhellemi” dernek başkanı M. Ali Aslan ile birlikte döndük. Dernek Başkanı ile Esenboğa VİP’de dinlenirken, YÖK Başkanı Prof.Dr. Yusuf Ziya Özcan’da küçük bir grupla birlikte salona geldi. Dubai’ye gideceklerdi.

 

YÖK Başkanını fark eden yol arkadaşım hiç zaman kaybetmeden yanına giderek kendini tanıttı. Ardından köyünden söz etti. Başkan, köyü çok iyi bildiğini, varlığının Türkiye için büyük bir zenginlik olduğunu ve hakkettiği önemin verilmesi gerektiğinin altını da çizerek, kendisinden ne istendiğini sordu. Dernek Başkanı da, Mardin Artuklu Üniversitesinin köye gerekli ilgiyi göstermesi için katkıda bulunmasını istedi. Makuldü.

 

Sayın  Özcan da hemen cep telefonundan Üniversite Rektörüne ulaştı, köyde yüksek lisans ya da doktora çalışması yapılması suretiyle bilimsel çalışma yapılmasını, hem de bizzat ziyaret ederek köye hak ettiği ilgiyi göstermeleri talimatını verdi.

 

İlgisine, karar alma hız ve uygulamasına şaşırmıştım.

 Ardından Mihellemi Dernek Başkanı ile birkaç poz fotoğraf çekildi. Yol arkadaşım ayrılmak için ayağa kalkarken, Sayın Özcan da kalktı. Ben bu sırada, yanlarına gidip kendimi tanıtarak  Üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açılması konusunu sordum.

 

Samimi bir şekilde; “Esasında biz Mardin Artuklu gibi, yeni kurulmuş bir Üniversitenin değil de, İstanbul ve Ankara gibi köklü üniversitelerin bu çalışmayı yapması gerektiğini düşünüyoruz” demesi üzerine, ben de: “Dicle Üniversitesi de köklü bir üniversite. Kürtler açısından çok büyük değeri olur”

 

“Haklı olabilirsin. Ancak Dicle Üniversitesinden böyle bir talep yok. Olsa hemen değerlendirmeye alırız.” Demiş ve eklemişti. “Bizim ufkumuz geniştir. Bütün kimliklere, kültürlere ve düşüncelere açığız.”

 

Sevinmiştim. Selefi Anayasa Hukuku hocam Erdoğan Teziç’ten çok farklı bir yerde duruyordu. Akademik anlamda, umutlu olmak için güçlü bir nedenim vardı artık.

 

İçimden, Dicle üniversitesinin ilgisizliğini, Diyarbakır’daki akademik yapılanmanın sokaktaki insana ne kadar uzak olduğuna kanıt saymıştım.

 

10 Eylül 2009 günü toplanan YÖK genel Kurulunun aldığı iki karar, YÖK Başkanı ile gerçekleşen diyalogumuzu doğrulamadığı gibi,  bu güne kadar Cumhurbaşkanından Başbakana, Bakanlardan pek çok yetkiliye, Kürtçe önünde hiçbir engelin olmadığı söylemini de geçersiz kılmıştı.

 Böylece de, Dicle Üniversitesinin hiç olmazsa 7 Haziran’dan sonra “Kürt ve Edebiyatı Bölümü” açılması talebiyle kent hayatının nabzına uygun davrandığı anlaşılmaktaydı. Buna uygun davran(a)mayan YÖK Genel Kurulu, belki de Başkanıydı!

 

Genel Kurulun aldığı ikinci karar Artuklu Üniversitesi’nde ''Türkiye'de Yaşayan Diller Enstitüsü” kurulmasıydı. 

 

Kararda, enstitüde sadece Kürtçe değil, Farsça, Arapça, Süryanice gibi programların da uygulanabileceği belirtilerek, bir tür savunma/propoganda da yapılıyordu. Şüphesiz, Arap ve Fars Dili ve Edebiyatı ana bilim dalları zaten Türkiye’de onyıllardır vardı. Bu nedenle olsa olsa, bir kez daha Kürtçe dememek için, bu kez Süryanice bir kamuflaj malzemesi olarak kullanılmak isteniyordu.

 

Yani koskoca YÖK (!) siyasi iktidarın açık desteğine rağmen, seksen küsur yıldır, bir arada yaşamakta olduğu Kürtçenin varlığının kabul yükünü Artuklu Üniversitesine yıkmaktaydı. Genç Üniversitenin o yükü kaldırabileceği, bence meçhul. 

  

Kaldı ki diğer Üniversitelere Kürdoloji bölümünün açılmamasının bir izahı var mı ki?!.. 

 

Bu durumda, bütün değişim, dönüşüm, çözüm iddialarına rağmen, sadece siyasetin değil, akademik çevrelerin bile körlüğü süreceği açık.

 

Bir gün sonraki basından YÖK Başkan Vekili İzzet Özgenç’in; “Anayasanın 42. maddesinde Türk vatandaşlarına Türkçe'den başka hiçbir dil ana dil olarak okutulamaz' hükmü bulunduğunu Üniversitelerde öğretim faaliyeti olarak Türkçe'den başka bir dilin ana dil olarak öğretilmesine izin veremeyeceklerini”  söylediğini okuduk.

 

Sizce de yeniden başa dönülmedi mi?

 

Tam da bu yazıyı gönderdiğim sıralarda, Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay “..bir bilim olarak kuruluşu 1787 yılına kadar giden ve halen dünyadaki 30 kadar üniversitede enstitü, bölüm, merkez, kürsü gibi birimler bünyesinde ele alınmakta olan Kürdoloji'nin, ülkemizde de aynı isimle anılmamış olmasının bilimsellik açısından izahı zordur. Kürdoloji yerine 'Yaşayan dil' ifadesinin kullanılması, diğer yandan ülkemizin ayrılmaz bir unsuru olan Kürt vatandaşlarımızı da rencide edecektir" şeklinde basına yansıyan sözleri ile ne kadar yürekli olduğunu ortaya koyduysa da, bu koşullarda istediği bölümü kurması pek de mümkün görünmüyor.

 

42. Madde Engeli

 

Şimdi İktidar, gerçek bir görevle yüz yüzedir. Öyle hemen her fırsatta Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, Bakanlardan çeşitli düzeyde yetkililere, zevk aldıkları ifade ile “Kürtlerin en temel haklarının önünde bir engel olmadığı“ yönündeki sözler tümden geçerliliğini yitirmiştir. Kürtler önünde, Kürtçe önünde, dolayısıyla gönüllü birliktelik, aidiyet duygusu, ortak gelecek kaygısı önünde inanılmaz büyüklükte bir engel vardır. O engel de, ruhundan lafzına dek çoktan değişmesi gereken, 1982 Anayasanın 42 maddesidir.   

 

Hükümet, gerçekten Kürt sorununu çözmek istiyorsa, bu adımı hiç zaman yitirmeden atmalıdır. Meclisin açılmasından sonra atacağı en gerekli adım bence bu olacaktır.

 

Yoksa, nasıl ki “Kürt açılımı”ndan, “demokrasi açılımı” na ricat edildiyse; nasıl ki, “Kürt sorununun samimi çözümü” nden,  “tasfiye”ye dönüldüyse, tıpkı geleneksel koronun seslendirdiği gibi, çok geçmeden milliyetçi bir rayda;

 

“Stratejik derinliği” olmayan,

 

“Tarih, coğrafya, nüfus ve kültürü”yaralanmış,

 

“Ekonomik, teknolojik ve askeri” kapasitesi zedelenmiş,

 

“Stratejik zihniyeti”, geçmişe saplanıp kalmış,

 

“Stratejik planlama” yeteneğini yitirmiş,

 

Siyasi iradesi” kırılmış bir iktidar olarak;

 

Türkiye’yi, “pozitif çarpanları”yla büyüyen bir konum yerine, “negatif çarpanları” ile boğuşan bir parti, bir iktidar ve bir ülke olmaktan, artık dünyanın bir anlamda can damarı olan “enerji koridorları” dahi koruyamayacaktır.

 

Kanımca hayat, değişim, çözüm ve dik durmayı yani  de Gaulle” olmayı emrediyor.

 

14 Eylül 2009 Diyarbakır syurtdas@yahoo.com