YÖK daha neler...!
Ekonominin telafisi vardır ama ahlaki çöküntünün telafisi maalesef yok…
Son günlerde medyaya da yansıyan bazı haberler aslında nasıl bir kaht-ı rical içerisinde olduğumuzun da en büyük göstergelerinden biri maalesef.
Bu konuyu başlı başına bir konu olarak daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim ama öyle görünüyor ki bir şeyler daha söyleme ihtiyacı oluşuyor.
İlk haber Pamukkale Üniversitesi’nden geldi. Rektörünün üniversiteye öğretim üyesi almak için verdiği kriterler adeta rektörün eşini işaret ediyor. Bu o kadar bariz ki konu üzerine Yükseköğretim Kurulu mesele hakkında soruşturma açtı.
Bir diğer benzer olay da Turgut Özal Üniversitesi’nden geldi. Üniversite tarafından verilen 41 maddelik öğretim üyesi alım ilanının her bir maddesi adeta kişiye özel olarak düzenlenmiş. Rekabet ve liyakat konusunu adeta sıfırlayan bir içeriğe sahip olan ilan adeta “bu kadar da olmaz!” dedirtiyor.
İlk iki örnek eğitimden ama konu sadece eğitimle sınırlı değil. Yani mesele sadece YÖK meselesi değil.
Devlet kurumlarında da aynı durum geçerli maalesef.
4-5 tane işi birden yapan devletin üst kademesinde yer alan isimlerin haberlerine sıkça rastlıyoruz son zamanlarda. Bankacılık eğitimiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir spor adamının banka yönetim kurulu üyesi yapılması gibi mesela…
Bakıyorsunuz bir ailenin neredeyse bütün bireyleri belirli makamları doldurmuş.
Bir ailenin birey ya da akrabalarının bütününün liyakat sahibi ve zeki olması beklenebilir mi? İmkânsız bir şey bu…
Yazının başına oturduğumda yukarıda söylediklerimi düşünerek: “Bu yazımda kendisini “Tanrının seçilmiş kulları olarak” gören Yahudilerden değil bizim seçilmiş ve müstesna kullarımızdan bahsedeceğim” diye söylemek geldi içimden adeta!
Eskiden ülkemiz yönetimlerinin koalisyon sıklıkları ile yönetildiği zamanlarda iktidar sık sık değiştiği için bu durum az yaşanırdı. Ve tabii olarak sorgulanma ya da araştırılma ihtiyacı kesp etmezdi.
Ancak 20 yıllık bir iktidar döneminde ister istemez her kesim sorgulama ihtiyacı hissediyor.
İktidarda İslami ve muhafazakâr duyarlılıkları olan bir yönetimin olduğu bir dönemde yaşanması ise işin en kötü tarafı. Oysa ki liyakat ve hak etme konuları dinimizin en büyük önem verdiği konulardan.
İslam ilk zamandan itibaren bu tarz bir yönetim şeklinin her daim karşısında olmuştur. Toplumun farklı kesimlerini dışlamak İslam’ın hiçbir alanında ve uygulamasında yoktur.
Hal böyleyken bütün bunlar niye yaşanıyor?
Tabii ki bizim doymak bilmeyen ihtiraslarımızdan…
Her şey bana ve aileme ait olsun aç gözlülüğümüzden…
Ben tok olayım da başkaları acından ölsün anlayışımızdan…
Büyük sosyal bilimci İbn-i Haldun’un sözlerinden bîhaber olduğumuz o kadar aşikâr ki…
Şöyle diyor İbn-i Haldun: “Bir toplumun çöküşü akraba ve aile makamlarından kaynaklanır!”
Akrabamızı, eşimizi, dostumuzu, adamımızı koruyayım derken toplumu çöküşe götürdüğümüzün farkında değiliz.
Toplum çöktüğünde enkazın altında eşimizin, dostumuzun, akrabamızın, adamımızın da kalacağından ya haberimiz yok veya büyük bir gaflet içerisindeyiz.
Ben şahsen çok ciddi bir kaht-ı rical sorunu yaşadığımızı düşünmüyorum. Evet, o da var ama bugün yaşadığımız asıl sorun ahlaki bir sorun.
Bir kişi hak etmediği makama niçin gelmek ister ki?
Veya birisi diğerini hak etmediği bir makama niye getirir ki?
Peki bu yaptıklarının doğru olmadığını bilmiyorlar mı?
Elbette ki biliyorlar. Ama ahlaki açıdan o kadar dejenere olmuşuz ki yanlışı umursamıyoruz.
Ülkemizin bugünkü en büyük sorunlarının başında ahlaki çöküş gelmektedir ama maalesef bunun farkında değiliz.
Ekonomi ve sağlık konuları o kadar çok gündemimizde ki başta aile olmak üzere gençlik, eğitim, kültür, din ve ahlak konularındaki çöküş maalesef arka planda kalıyor.
Bizi ekonomik sorunlar değil ama ahlaki sorunlar daha çok etkiler.
Ekonominin telafisi vardır ama ahlaki çöküntünün telafisi maalesef yok…