BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Yılmaz'ın komik klibi nasıl engellendi?

Mesut Yılmaz'ın kurabiye yerken çekilen görüntülerini komik bir klip yapma emrini kim verdi? Arslan'ın kaleminden yakın dönemin medya-iktidar ilişkileri günışığına çıkıyor.

Abone ol

Televizyon gazeteciliğinin usta isimlerinden Ayşenur Arslan'ın Radikal 2 Eki'nde kaleme aldığı "Medyanın Yakın Tarihi" başlıklı yazı dizisi bir dönemin perde arkasını aralamaya devam ediyor. Ayşenur Arslan'ın TRT'de başlayıp, sonra Babıali ve ardından İkitelli'de tanıklık ettiği olaylar zinciri medya-iktidar-siyaset üçgenindeki inanılması güç olayları gözler önüne seriyor. Ayşenur Arslan'ın Radikal 2'de işlediği "Medya cephesinden zayiat raporları" başlıklı çok çarpıcı anıları aynen yayınlıyoruz: "Medya cephesinden zaiyat raporları" Süleyman Demirel'i "yüzyüze" gördüğün ilk günü bugün gibi hatırlıyorum. 1974 yılıydı. Henüz bir aylık TRT muhabiriydim ve o sırada -rotasyon çizelgesi- gereği TBMM'de görev yapıyordum. Demirel'i "kanlı canlı" karşımda görünce, nedense gülme tutmuştu beni. Turgut Özal'ı ilk görüşmemde de, -yine nedense dikkatimi çeken- ayakkabıları olmuştu Sivri burunlu ve yumurta topukluydu diye hatırlıyorum. Bülent Ecevit'i ilk kez, eski genel merkez binasındaki odasında görmüştüm. Elini sıkmak için ayağa kalkmıştı. Ecevit'i tanıyan herkes gibi, ben de "çok kibar" diye düşünmüştüm. Devlet Bahçeli'yi ise, Bahçeli olmadan çok önce, Datça'daki bir tatil sitesinde Devlet Bey olarak tanımıştım. Birkaç sohbetten sonra belleğim, "mizantropik" diye kayıt düşmüştü. Kuşkusuz, "ilk karşılaşmalar" önemlidir. Hele o kişiler, daha önce ya da sonra "önemli" konumdaysalar, unututlazdır. 1995 yılının bir Aralık akşamı, kimisini "ilk", kimisini de "son" kez gördüğüm liderlerde, böyle unutulmazdı işte. 24 Aralık seçimlerine kısa bir süre kalmıştı. Ve Siyaset Meydanı liderleri buluşturacaktı. O günlerde Refah Partisi Genel Başkanı ünvanını taşıyan Necmettin Erbakan canlı yayınlara katılmama kararı almıştı. Hele diğer liderlerle birlikte bir tartışmaya katılması, söz konusu değildi. DYP lideri Tansu Çiller, -grubun gözdesi olmanın da rahatlığıyla- davete hemen "evet" demişti. CHP lideri Deniz Baykal ve MHP lideri Alparslan Türkeş de. Türkeş: Rica ederim kızım Ancak karede çok önemli bir eksiklik, o eksikliği gidermedeyse çok büyük bir sorun vardı. ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın katılması -bize göre- şarttı. Oysa o günlerde Yılmaz, Sabah/ATV grubunda "adı bile anılmaması gerekenler" Top 10 listesinde ilk sıradaydı. Bu nedenle bizi çifte engel bekliyodu. Önce "yukarısı" Yılmaz'ın mutlaka çağrılması konusunda ikna edildi, sonra sıra, Yılmaz'ı iknaya geldi. İşte bu ikinci engelin aşılmasında yardımımıza koşan, Türker İnanoğlu oldu. Doğrusu Türker İnanoğlu, tanımadan önce hakkında pek de olumlu fikrim olmayan hatta zihnimde "Godfather/Baba" portresi çizem bir isimdi.Tanıdıktan sonraysa bambaşka bir insanla karşılaştım. ATV Haber'de her derdimize koşardı. Şirketindeki arşivi ve sonsuz ilişkiler ağı gibi yüreğini de açmıştı bize. Yalnızca bize mi! Haber bültenlerimizde öykülerini izleyip de, adının bırakın haberde kullanılmasını, ulu orta konuşulmasını bile yasaklayarak, ne çok yoksul aileye yardım ettiğine ben tanığım. Sinemanın emektarlarından birinin evine, elinde poşetlerle yemek götürmesine ise ortak bir tanıdığımız. Türker İnanoğlu, 1995 kışındaki o krizde de imdadımıza yetişen kişi oldu. Mesut Yılmaz'la konuştu. Ve ortaya "kendisini" koyarak ikna etti. Bu konuşmayla kare tamamlandı ve Siyaset Meydanı akşamı geldi çattı. Ali Kırca programdan önce konuklarla görüşmemeye özen gösterirdi ve bu yüzden onları karşılamak bana düşerdi. O akşam olduğu gibi. İlk gelen Deniz Baykal oldu. Baykal, İkitelli'deki Sabah binasında kendisine gösterilen bir odaya çekildi, program için çalışmaya başladı. Ardından Alpaslan Türkeş geldi. Yıllar önce birkaç kez görev greği aynı mekanda bulunduğum, politik görüşlerimizin zıtlığı nedeniyle o mekanlarda "ayrı" durmaya özen gösterdiğim bir siyasetçiydi Türkeş. Ama zaman herkes gibi onun için de acımasızca akmış ve ben o akşam hasta ve yaşlı bir adamı karşılamıştım. Yürüyebilmek için koluma girdi. Konuk odasına giden ara koridorun kapısı kapalı olduğu içi uzayan ve binanın koca mutfağından geçen bir yolu öyle, kolkola yürüdük. Yemek kokulu güzergah için özür diledim. "Rica ederim kızım" dedi. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra, Ankara'dan ölüm haberi geldiğinde, yine bir Siyaset Meydanı akşamıydı. Ve Ankara büromuz, hastanenin önünden canlı yayınla gelişmeleri aktarırken, Ali Kırca, o inanılmaz hafızasıyla Türkeş'in yaşam öyküsünü "ezberinden" anlatmıştı. 1995 kışındaysa Türkeş'i, onu son kez gördüğümü bilmeden, konuk odasına emanet etmiştim. Kazara makyaz bozulsa Sıra Çiller'deydi. Türkeş'i bir tek ben karşılamıştım. Oysa Çiller için Dinç Bilgin bile kapıya çıkmıştı. Ortalığı geren haber, kapıda geldi. Miting için Bursa'ya giden Mesut Yılmaz gecikecekti. Bu nedenle Siyaset Meydanı'nın saati de ileriye alınmıştı. Bütün akış, "o binaya girmesi" bile mesele olan Yılmaz'a göre mi düzenlenecekti yani! Çiller'e bu gecikme nasıl açıklanacaktı! Olacak şey miydi yani bu! İlginç biçimde ortalığı yumuşatan yine Dinç Bilgin oldu: "Çiller'i makyaja alın. Tam bitmişken bir şey döküp "eyvah bozuldu" diye silip yeniden makyaj yapın. Zamanı dolodururuz." Neyse ki, buna gerek kalmadı! Çiller, Dinç Bilgin'in odasında ağırlandı. Ve anlaşılan beklemekten şikayetçi olmadı. O sırada Türker İnanoğlu'ya ben, Mesut Yılmaz'ı karşılıyoduk. Yılmaz, kardeşi Turgut Yılmaz'la birlikte geldi Ve, Türker İnanoğlu'nun, Çiller'in ağırlandığı salonda aynı kattaki odasında k onuk edildi. Yılmaz, o dönemde "sevilmediği" grubun binasına ilk kez geliyordu. Bu nedenle en de onu ilk kez "yüzyüze" görüyordum. O akşam ilk d ikkatim çeken, konuşurken karşısındakinin gözlerine bakmamasıydı. Aslında pek konuşmoyurdu da. Kardeşi Turgut Yılmaz, ATV Haber'in ANAP'ı görmezden geldiğini söylüyodu. Doğrusu bunda haksız da değildi. Ama, bir süre sonra haklı eleştirisi, hakarete dönüşme eğilimi gösteremye başladı. Ev sahibesi olduğum için kibar davranmaya çalışıyordum. Ancak sabrım da tükeniyordu. Neyse ki, sonunda Mesut Yılmaz araya girdi. Söylemeye hazırlandığım şeyi söyledi: "Yeter artık, çok yüklendin kıza. Onun ne kabahati var. Neyin neden olduğunu bilmiyor musun sanki!" Yukarıdan talimatlar Turgut Yılmaz sustu. Çünkü, "neyin neden olduğunu" pekala biliyordu. Mesele, iktidar-medya ilişkisinden ibaretti. Nitekim, yıllar sonra iktidar el değiştirdi, küsler barıştı! Ama o akşam Yılmaz, muhalefet lideri olarak katılıyordu Siyaset Meydanı'na. Ve -doğan olarak- iktidarı da, ona destek veren medyayı da topa tutuyordu. Aslında tahmin etmenin zor olmadığı bu k onuşmanın ayrıntalarını ben ertesi gün öğrenmiştim. Çünkü o sırada, "dışarıda" bambaşka bir telaş içindeydim. Yılmaz, Sabah/ATV grubuna saldırdıkça, "yukarıdan" sert talimatlar yağıyordu: "Yalan söylüyor. Çabuk şu belgeyi Ali Kırca'ya ver. Falan haberi fotokopisini stüdyoya gönder." Kurabiyeli komik klip Canlı yayında bunu yapamayacağımı söylüyordum. "Reklam molasını bekleyelim" diyordum, ama nafile. Sonunda çareyi "kaybolmakta" buldum. Arkadaşlarıma reklakmlara kadar ortalarda olmayacağımı söyledim. Ve sahiden gizlendim. Bir merdiven altında sigara üstüne sigara içerek reklam saatini bekledim. Bu yüzden Mesut Yılmaz'ın (yakın plan çekimde)habire kurabiye yed iği sahneleri izleyemedim. O görüntüler ertesi gün herkesin dilindeydi. Bizi de istifanın eşiğine getirmişti. Ertesi gün, zaten Siyaset Meydanı'nın yorgunluğuyla başlamıştı. O yorgunluğa, ögleden sonra "yukarıdan" gelen bir talimatın şoku eklendi. Ali Kırca, çağırıldığı üst kattan allak bullak bir yüz ifadesiyle döndü: "Yılmaz'ın kurabiye yemesini komik klip yapmamızı istiyorlar." "Mümkün değil" dedim, "Böyle bir klibin ATV Haber'e yakışıp yakışmamasını bir kenara bırak, Yılmaz, burada misafirimizdi. Bu, evine çağırdığın misafiri ısrarla yatıya davet etmen gibi bir şey. Masasına kurabiyeyi koyan biziz. O yerken, hem de yakın planda gösterip duran biziz. Zaten yanlış yapmışız. Üzstüne bir de komik klip mi! Sözkonusu olamaz!" Ali Kırca, "Ama kesinlikle istiyorlar, yapacak bir şey yok" dedi. Oysa bana göre yapacak bir şey mutlaka olmalıydı. Ya çantamızı toplayıp gitmeliydik ya da... Konuşurken iki seçenek aklımıza geldi: "Hemen yukarıya çık" dedim, "Ve Türker beye nezaketen de olsa sormamız gerektiğini söyle. Mesut Yılmaz'ı binbir d il dökerek ikna eden o değil mi! Ondan habersiz böyle bir klip yaparsak Türker bey zor durumda kalır, ayıp olur..."Tahmin ettiğim gibi, Türker İnanoğlu'nun adı talimatın geri alınmasına yetti. Biz de istifa ya da meslek hayatımıza böyle bir "ayıp" ekleme seçeneklerinden kurtulduk. Kartlar tekrardan karılıyor Haber bültenlerimizdeki "seçicilik" ayıbı ise ne yazık ki devam ediyordu. Çiller'in DYP'sini görüyor, Yılmaz'ın ANAP'ını görmüyorduk. CHP, RP ve Siyaset Meydanı kadrosunda yer almayan Ecevit'in DSP'si ise, "çeşit olsun" diye katılıyordu haberlere. 24 Aralık seçimleri, yalnızca ATV'nin değil, pek çok kanalın haber sıralamasını yalanlar biçimde sonuçlandı. Refah Partisi seçimden birinci çıktı. Plazaların birincisi DYP ise, ANAP'ın kılpayı ardında üçüncü olmuştu. Türkiye (ve elbette medya) Erbakan'ın başbakanlığıyla yeni bir döneme hazırlanıyordu. 9 Ocak 1996 günü ajandamdaki ilk not, Erbakan'ın Çankaya Köşkü'ndeki randevusuydu. Ama o önemli randevu, o akşam bültenlerde kendisine ancak son sırada yer bulabildi. Çünkü o gün, Türkiye'nin yakın tarihine damgasını vuran iki şok gelişme birarada yaşanıyordu. Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe korkunç bir suikaste kurban gitmişti. Bir gün önce cesedi bulunan gencinse, gazeteci Metin Göktepe olduğu ortaya çıkmıştı. Akşam saatlerinde Ankara'dan, "Meclis koridorlardan birinde yangın çıktığı" yolunda bir haber gelince, "Yeteeeer" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Erbakan, işte böyle bir günde hükümeti kurma görevi aldı. Türkiye'de yepyeni bir sayfa açılmıştı. Medya ise kartlarını yeniden "karmaya" hazırlanıyordu. Kaynak: Radikal 2