BIST 9.627
DOLAR 35,20
EURO 36,73
ALTIN 2.955,99
HABER /  GÜNCEL

Yılmaz'ın Hasan Cemal korkusu

Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Y. Yılmaz'ı bir dönem genel yayın yönetmenliğini yaptığı Hasan Cemal'in "Cumhuriyeti Çok Sevmiştim" isimli kitabı çok korkuttu!

Abone ol

Yılmaz, kitapla ilgili eleştirilerini ve korkularını "Hasan Cemal’in Cumhuriyet sevgisi" isimli yazısında dile getirdi!

Yazı : Mehmet Y. YILMAZ
www.hurriyet.com.tr

HASAN Cemal’in, ‘Cumhuriyet Gazetesi’ndeki iç savaşın perde arkası’nı anlattığı kitabı ‘Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim’, bu hafta başında piyasaya çıktı.

Hasan Cemal’in bu kitabı uzun süredir yazmakta olduğunu biliyor ve merakla bekliyordum.

Pazar günü neredeyse bütün gazetelerin eklerinin röportaj sayfaları bu kitap nedeniyle Hasan Cemal’e ayrılmıştı.

Üniversite öğrenciliğim döneminde Cumhuriyet, bizler için çok önemli bir gazeteydi. Bu nedenle o günlerin ‘içeride’ nasıl yaşandığını öğrenmek benim için gerçekten ilginç oldu.

Okuma-yazma ile başı hoş olmayan bir toplum olduğumuz için, tarihin önemli dönemlerine ilişkin tanıklıklar ne yazık ki çoğu olayda yaşayanlarla birlikte unutulup gidiyor.

Bu nedenle yakın siyasi tarihimizden önemli bir kesit sunan bu kitabı okumanızı öneriyorum.

Hasan Cemal’i çok severim. Bu sevgimin nedenlerinden biri, mesleğine olan saygısıysa ötekisi de kendisini ‘orta yaşlı’ olarak görüyor olmasıdır ki bu da beni ister istemez ‘genç gazeteci’ kategorisine sokuyor. Kitapla ilgili iki eleştirim var: Birincisi kitap çok uzun, tam 588 sayfa. Gazetedeki beş sütun 20 santimlik yazısını bütün bir gün boyunca yazan bir insanın kitaplarının 500 sayfadan az olmaması ilginç. Buna bizim meslekte ‘Hasan Cemal Paradoksu’ deniliyor ki gerçekten açıklanmaya muhtaç bir durum.

İkinci eleştirim ise beni dehşete düşüren bir konu... Kitabı okurken anlıyorsunuz ki Hasan Cemal, gazetede çalışırken insanlarla asansörün kapısında yaptığı kısa sohbetleri bile kaydetmiş! Meslekteki son dört buçuk yılını, yan yana iki odada (üstelik üstü açık bir bölmeyle birbirinden ayrılmış iki odada) geçirmiş bir gazeteci olarak ürktüğümü itiraf etmeliyim. Hasan Cemal, Milliyet günlerini anlatan bir kitap yazdığında benim marifetlerimi de kaydetmiş mi, ömrüm yeterse anlayacağım.

Başbakan’ın Avustralya merakı nereden kaynaklanıyor?

BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan’ın Yeni Zelanda ve Avustralya gezilerini izleyen arkadaşımız Turan Yılmaz’ın dün geçtiği bir haber dikkatimi çekti.

Meğerse bu gezi, Başbakan’ın bölgeye yaptığı ikinci geziymiş.

Erdoğan, beş yıl önce hapisten çıktıktan dört ay sonra eşiyle birlikte Avustralya ve Yeni Zelanda’ya iki haftalık bir gezi yapmış.

Başbakan o zamanki gezisi sırasında Yeni Zelanda’da yerleşik Kázım Ateş’in misafiri olmuş.

Bu haberi okuyunca ister istemez aklıma geçenlerde Hürriyet’te yayınlanan bir haber geldi. Haber Korkut Özal’ın, İskender Paşa Cemaati’nin lideri ve Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zahit Kotku ile kurduğu ‘rabıta’ ile ilgiliydi.

Kotku önde gelen bir Nakşibendi şeyhiydi. Ölümünden sonra tarikatteki yerini damadı Prof. Dr. Mahmut Esad Coşan’a bırakmıştı.

Coşan, bir trafik kazasında yaşama veda edene kadar Avustralya’da yaşadı. Halen de İskender Paşa Cemaati’nin Avustralya’daki faaliyetleri sürüyor. Turan Yılmaz’ın haberiyle eski bilgilerimi bir araya getirince Başbakan Erdoğan’ın hapisten çıkar çıkmaz dünyanın öbür ucuna gitme nedenini merak ettim. Acaba Başbakan, Esad Coşan’dan, yeni kuracağı parti için ‘icazet almak’ için mi oraya gitmişti diye düşündüm. İskender Paşa Cemaati’nin internet sitesine girdim, bu konuyla ilgili bir şey bulabilir miyim diye.

Sitede Başbakan’ın o eski gezisiyle ilgili bir bilgi yoktu ama dikkatimi şu çekti. Dün, sitede ‘günün tarihi’ şöyle verilmişti: 4 Zi’l-Ka’de 1426!

Evet, aşkın gözü kördür!

BİLİM adamlarının yaptığı bir araştırma, biten bir aşkın ardından insanların yeni bir aşka kolayca geçememelerinin ‘beynimizdeki bir hormondan’ kaynaklandığını ortaya koymuş.

Áşık olduğumuz zaman bunun ‘kalbimizle ilgili’ bir duygu olduğunu düşünmek genel kabul gören bir davranış. Ama ben, aşkın, karşımızdaki kişiye beynimizde ithaf ettiğimiz değerlerden kaynaklandığını düşünürüm hep.

‘Aşkın gözün kör olduğu’ önermesi de biraz bundan kaynaklanır. Karşımızdakini gözümüzle değil, beynimizle görürüz ve doğal olarak bizim aslında ne gördüğümüzü dışardan birisinin anlamasına olanak yoktur.

Zaman zaman magazin dergilerinde şöyle haberler okuruz: Manken Necla, önceki gün ayrıldığı aşkının acısını yeni sevgilisi galerici Rüstem’in kollarında unuttu!

Hürriyet’te bugün okuyacağınız haber, bunun gerçekte olamayacağını ortaya koyuyor. Bu yüzden magazin álemindeki bu tür aşklara ‘aşk’ demek mümkün değil.

Ben bu tür ‘ilişki’lere ‘paşagalaşamdan aşkları’ adını veriyorum ki ilişki ne kadar ‘düzeyliyse’, öbürüne sıçramak da o kadar kolay oluyor!