BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00

Yiğidi Öldürmek Nâmertlik Olunca

Yiğidi Öldürmek Nâmertlik Olunca

Geçtiğimiz Cumartesi Diyarbakır’da oluşan tabloyu Türklerle Kürtler başta olmak üzere bu toprakların tüm asli unsurları arasında bin küsur yıldır mevcudiyetini koruyan ama son asırda kimi beyinsiz kafalar yüzünden zedelenmiş fiili bir Muahât’ın, yani ‘Kardeşlik Antlaşması’nın adeta üçüncü kez tahkim ve teyidi olarak da okuyabiliriz. Gerçekten 1071 Malazgirt ve 1514 Çaldıran’dan sonra geçtiğimiz hafta 2013 Diyarbakır’da bu tarih ve coğrafya açısından her türlü takdire şayan bir olaya tanıklık ettik.

Öte yandan hadiselerin tarihsel anlam ve ağırlıkları liderlerinin feraset ve cesaretlerini ölçen en açık göstergelerdir. Bu açıdan bakıldığında Sayın Başbakan, kim ne derse desin, büyük bir cesaret ve engin bir feraset örneği göstererek yeni bir devrin kapısını açmıştır. Böylece paranoyadan kurtulmuş, vehimlerden arınmış yeni devrin Türkiye’si tüm farklılıklarıyla birlikte daha özgür, daha müreffeh, daha güvenli ve haliyle daha güçlü olacaktır.

Çünkü bu tarihi adım öteden beri hasreti çekilen birlik ve beraberliği daha sahihçi temellere bina etmenin imkânını sunmuştur. Bu da dünyayı tasnif ve tayin ederek taksim etme projesini sürdüren dünya sisteminin oyununu bozacak yegâne iksirimiz olacaktır. Bu iksirin sağlıklı bir şekilde üretilmesi ve uygulanması elbette ki büyük bir siyasi akıl ve maharet gerektiriyordu. Olan-biten belki de buydu.

Öte yandan hangi sahada olursa olsun insanlar arası rekabet hayatın en açık bir başka gerçeğidir. Atbaşı sürgit devam eden bu dinmez rekabetin siyasi alanda daha haris bir hal aldığı ise aşikârdır. Ne var ki, bu rekabet çoğu zaman kişiyi kardeşini bile katletmeye ‘ikna edecek’ kadar kesif bir hasede de dönüşebilir. Siyasi alanda tezahür eden hasede başka yerlerde rastlamak neredeyse imkânsızdır. Öyle olunca da bu alanda daha büyük tahkir, tekzib, tağyir ve tahriflerle karşılaşmak mümkündür. Oysa haset Peygamberimizin ifadesi ile ‘Gökkubbe’nin altındaki en büyük puttur’.

Bu nedenle olsa gerek ki, ‘Ben ondan üstünüm’ diyerek Adem’i reddeden İblis, ‘Benim kurbanım neden kabul görmüyor?’ diyerek kardeşini katleden Kabil, ‘Benden başka bir Tanrı mı arıyorsun ha!’ diyerek Musa’ya ve kavmine en ağır eza ve cefayı çektiren Firavun, İsa’yı darağacına çektiren hahamlar, veya ‘Öteden beri onlarla bizim aramızda devam eden şeref yarışı atbaşı giderken içlerinden bir peygamber çıkıverdi’ diyerek Abdülmüttalib’in yetimi Muhammed’i reddeden Ebu Cehil ya da ‘peygamberlik Tanrı’nın tek seçkin kavmi olan bizlerin hakkıdır’ diyerek İslam’ı kabul etmeyen Yahudilerin temel zaafı hep aynı hastalık değil miydi?

Her insaf, iz’an, vicdan ve feraset ehlini sevinç gözyaşlarına gark eden Diyarbakır manzarasından duyulan rahatsızlıkları daha başka türlü nasıl açıklayabiliriz ki? Adeta, ‘mademki senin derecene çıkamıyorum, öyle ise seni kendi derekeme indiririm’ dercesine kesif bir hasedin kine tahavvül etmiş bu halini görünce edebiyatımızın mahir hiciv ustası Ziya Paşa’yı rahmetle anmamak mümkün müdür? Üstad’ın dediği gibi, gerçekten ‘Erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar, Rencide olur dîde-i huffaş ziyâdan’.

Demek ki, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin insan tabiatında değişen bir şey yok. Eksik yetkini, kötü iyiyi, yanlış doğruyu, çirkin güzeli, başarısız başarılıyı, korkak cesuru ve kör de göreni çekemiyor. Yarasanın ışıktan rahatsızlığı da bundan olsa gerektir. Bu nedenledir ki, Diyarbakır’a dönük yapılan itirazların veya ondan duyulan rahatsızlıkların başka ne sebebi olabilir ki? Ne var ki, bu hastalığın semptomları, yani arazları bünyeden bünyeye değiştiği için bu vak’ada ise, beklendiği üzere ‘ötekini cehennem gören’ veya ‘siyah derilerin altında beyaz ruhların olacağına inanmayan’ kör-kısır ve o oranda sığ bir ‘milliyetçilik’ veya ‘ulusalcılık’ şeklinde belirmiştir.

Demek istediğim şudur ki, yiğidi öldürelim ama hakkını yemeyelim. Gerçi yiğidi öldürmek de açık bir nâmertliktir ama daha kötüsü onun hakkını yemektir. Bu sebeple sözü bir ilave ile yeniden düzenlemek gerekirse, ‘Yiğidi öldürmek nâmertlik, hakkını yemek ise alçaklıktır’ demek daha doğru olur kanaatindeyim.