Yalçın Pekşen, yeni TCK'nın basına getireceği kısıtlamaları eleştirmeye devam ediyor. Pekşen'in geçmişle bağ kurduğu durum adeta "Dipsiz bir kuyuya" döndü.
Abone ol Yalçın Pekşen, diyor ve yeni TCK'nın ileride doğuracağı sansür ortamını eleştirmeye devam ediyor.Yazı : Yalçın Pekşen
Kaynak :
Yeni Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girmeden önce, geçmişteki durumu kısaca özetlemek amacıyla giriştiğim 'basına sansür' olayı, dipsiz kuyuya dönüştü.
Boyutlarını tam hesaplayamamışım; o yüzden neredeyse gazetecileri yeniden cezaevine göndermeye hazırlanan günümüz iktidarına hak vereceğim, geliyor.
Bu işler bizde böyle gelmiş, böyle gidecek, anlaşılan.
Bu topraklarda gazetenin ortaya çıkmasından beri, iktidarı ele geçiren her güç, kısa süren 'cicim ayları'ndan sonra, basına sansürden başka çare bulamaz hale geliyor.
Buna yol açan galiba basının bir türlü alışmak istemediğimiz doğası. Şimdilerde unutulmakla birlikte, ülke düze çıktığında büyük olasılıkla yeniden hatırlanacak:
Basının doğası eleştirmektir.
Eleştireceği konuların başında ise elbette ülke yönetimi gelecektir.
Dünkü bölümde ele aldığım CHP baskısı sonucu iktidara gelen DP yöneticilerinin ilk işi basına özgürlük getiren bir yasa hazırlamak oldu.
(DP 14 Mayıs 1950'de iktidara geldi, Basın Yasası'nın tarihi ise 15 Temmuz 1950'dir)
Bu yasayla hükümetin gazeteler üzerindeki denetimi tamamen kaldırılmıştı.
Böylece sonraları 'Altın devir' diye hatırlanacak olan, ancak çok kısa süren bir dönem başlamış oldu.
Daha sonra basına uyguladığı baskılar yüzünden hem iktidarı hem canını kaybedecek olan Başbakan Adnan Menderes yeni Basın Kanunu'nun hazırlıkları sırasında şunları söylüyordu:
'Yayın hürriyeti, yurttaşın şahsi ve siyasi hak ve hürriyetlerinin teminatıdır. Basın hürriyetinin olmadığı yerlerde vatandaşın diğer hak ve hürriyetleri, kapalılığın kiri ve pası altında çürümeye mahkumdur.'
* * *
Ancak bu anlayış sadece 1954'e kadar sürdü. O tarihten sonra DP önde gelenlerine göre 'basın çatlak sesler çıkarmaya' başlamıştı.
9 Mart 1954'te yürürlüğe konan yeni Basın Yasası basına yeniden para ve hapis cezaları yağdırıyordu.
Bu dönemde sayısız gazeteci hapse atıldı; en dramatik olanı 80 yaşını aşmış Hüseyin Cahit Yalçın'ın cezaevine gönderilirken gazetecilere ulaştırdığı vasiyetnamesi idi.
'Hapiste ölürsem, mezar taşıma 'Hürriyet için savaştı, hapiste öldü' diye yazılsın' diyordu.
* * *
6-7 Eylül olaylarından sonra getirilen sıkıyönetim ile durum iyice dayanılmaz hale geldi.
İşte o döneme ait bazı ilginç yasaklar:
Hükümeti tenkit etmek yasaktır.
Darlık, kıtlık ve yolluk haberleri yazılmayacaktır. Ekmek almak için fırınların önünde sıra bekleyenlerin resmi basılamaz.
6-7 Eylül olaylarını komünistlerden başkasının yaptığı yolunda yazı ve yorumlar yasaktır.
Çıplak kadın resmi basılamaz.
İkinci baskı yapmak yasaktır.
Sonrası malum:
Birçok gazeteci hapse atıldığı halde, susturulamadı.
Çıkarılan iki yeni yasa (6732 ve 6733 sayılı) neredeyse gazetelerdeki 'uçan kuş haberine' ceza kesiyordu ama yetmiyordu.
DP iktidarı son çareyi hukuk yoluyla değil, hukuk dışı yollarla çözmeye kalktı.
Mahkemeler uzun sürüyordu, yargıçlar ellerini ürkek alıştırmışlardı; az ceza veriyorlardı.
Bir 'Tahkikat Komisyonu' kurulmalıydı. Süreler daha kısa, cezalar daha ağır olmalıydı.
DP iktidarının sonunu getiren işte bu düşünce oldu. Gazetecilerden sonra üniversite öğretim üyeleri ve öğrenciler de isyan etti.
Tarihten ders alınmamıştı.
Oysa tarih durmadan tekerrür ediyordu.
Belki de şairin dediği gibi, 'Ders alınsaydı, tekerrür mü ederdi?'