BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Yazıcıoğlu ve Türkeş'in 30 yıllık sırrı

İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, askeri cezaevinden kaçırılmıştı. Meğer ikisini de Yazıcıoğlu kaçırmış!..

Abone ol

Balgat Katliamı sanıklarından İsa Armağan ve ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu'nun idama gidişinin perde arkasını bilenler bir elin parmakları kadardır.

İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun cezaevine konulmasının ardından suçsuz oldukları söyleniyordu. Ancak Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde 18 Ekim 1979'da idam cezasına çarptırıldılar.

Onlar adım adım idama giderken, kimsenin aklına gelmeyen bir gelişme oldu. Balgat Katliamı sanıklarından İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, müthiş bir operasyonla Mamak Askeri Cezaevi'nden kaçırıldı. Herkes şaşkındı!..

Askeri cezaevinden kaçmak bu kadar kolay olamazdı. O dönemin MHP Lideri Alparslan Türkeş'in de bu operasyondan bilgisi yoktu. Peki onları kim kaçırmıştı? İşte büyük sır bugün ortaya çıktı. Armağan ve Pehlivanoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu tarafından Mamak Askeri Cezaevi'nden kaçırılmıştı.

İşte o büyük sırrın ayrıntıları;

Ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu, solcu Necdet Adalı ile birlikte 12 Eylül yönetiminin ilk idam ettiği gençlerden biri. Başbakan'ın Meclis'te yaptığı konuşma ile bütün Türkiye O'nu tanıdı.

Kendisi ile birlikte idam cezasına çaptırılan İsa Armağan kurtuldu, ama kaderi Pehlivanoğlu'nu adım adım ölüme götürdü.
O hikayenin önemli aktörlerinden Alparslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu da bugün hayatta değiller...

Bütün Türkiye'nin TRT'ye mahkum olduğu tek kanallı yıllardı. 1978 Yılı'nın Ağustos ayında TRT yine kanlı bir haberi veriyordu. Ankara'nın Balgat Semti'nde bir kahvehane taranmış, beş kişi hayatını kaybetmişti. Kanlı görüntüler defalarca ekrana getirildi. Olay ertesi gün sol gazeteler tarafından "Ülkücülerin Ankara'da gerçekleştirdiği katliam" olarak değerlendirildi.

İLGİNÇ ZAMANLAMA

Saldırının hemen ardından yakalanan İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, cezaevine konuldu. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde 18 Ekim 1979'da idam cezasına çarptırıldılar. Cezaları, 16 Temmuz 1980'de Askeri Yargıtay tarafından onandı. Ancak beklenmeyen bir gelişme oldu.

Balgat Katliamı sanıklarından İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, müthiş bir operasyonla Mamak Askeri Cezaevi'nden kaçırıldılar. Onların kaçtığına arkadaşları bile inanamamıştı. Çünkü, Ankara'da sıkıyönetim uygulanırken, son derece sıkı korunan bir askeri cezaevinden iki kişinin birden kaçması imkansız görülüyordu. Bu yüzden, onların gizlice götürülüp, idam edildikleri düşünülüyordu.

Ertesi gün Ankara karıştı. Olay, bütün Türkiye'de geniş yankı uyandırdı. Günlerce gazetelerin manşetlerini süsledi.

Kimse o günlerde üzerinde durmadı. Ancak, kaçırılma olayının zamanlaması son derece önemliydi. İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, askeri cezaevinden kaçırılmasalar, ertesi gün idam dosyaları Meclis'te görüşülecekti. MHP de iktidar ortağıydı ve onlar da el kaldırıp görüş bildirecekti. MHP'liler, Armağan ve Pehlivanoğlu'nun idamlarına "evet" oyu veremezlerdi. "Hayır" dediklerinde de CHP tarafından kötü sıkıştırılacaklardı. CHP'nin kamuoyuna vereceği mesaj önceden belliydi: "İşte gördünüz. Faşist MHP katilleri koruyor. Balgat Katliamı'nın sorumlusu iktidardaki MHP'dir."

İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun kaçırılmaları, iktidardaki MHP'yi ciddi bir sıkıntıdan kurtarıyordu! Yine de Alparslan Türkeş'in bu operasyondan memnun olduğu söylenemezdi. MHP Genel Başkanı Türkeş'in önemli kaygıları vardı. Birincisi, bu operasyonla askerle karşı karşıya gelmişti. İkincisi, ülkücülerin orduya yönelik bazı gizli faaliyetleri organize ettiği kuşkuları ortaya çıkıyordu. Türkeş, "TSK içinde örgüt kuran bir lider" konumuna giriyordu.

Eski bir asker olan Türkeş ise, ordu ile hiçbir zaman karşı karşıya gelmek istemiyordu. Üstelik, kaçaklar yakalanmaları halinde konuşup bazı anlatımlarda bulunurlarsa sıkıntı daha da büyüyecekti!

Türkeş, olayın ertesi günü bütün ülkücü yöneticileri Parti Genel Merkezi'nde topladı. Kemal Zeybek, Ramiz Ongun, Türkmen Onur, Muhsin Yazıcıoğlu gibi önemli isimler sıraya dizildiler.

Türkeş, yüksek bir ses tonuyla bağırmaya başladı:

- Kim yaptı bunu? Nasıl oldu? Kim kaçırdı? Askeri cezaevi gibi bir yerden nasıl kaçabiliyorlar?

Ardından herkese tek tek "Bilgin var mı?" diye sorup, "Hayır" cevabını aldı. Karşısına dizilenlerden sadece birine soru yöneltmedi. Hatta, yüzüne bile bakmadı. Aldığı cevapların ardından yine yüksek bir ses tonuyla "Çıkın dışarı, kaybolun" dedi.

Oysa, Alparslan Türkeş, bu tür önemli konularda dinlenme ihtimaline karşı muhatapları ile konuşarak değil, yazarak iletişim kurardı. Daha sonra bu kağıtları yakıp, imha ederdi.

Ancak, bu defa çok önemli bir konuyu bağırarak dile getiriyordu. Belli ki bazı yerlere mesaj vermek istiyordu. Armağan ve Pehlivanoğlu'nun kaçırılmaları ile kendilerinin bir ilgisinin bulunmadığını duyurmaya çalışıyordu.

İHBAR EDİLDİ

Aradan bir süre geçti... Türkeş, karşısına dizdiği isimlerden sadece "Kim kaçırdı, haberin var mı?" sorusunu yöneltmediği Muhsin Yazıcıoğlu'nu yanına çağırdı. Bu defa bağırmıyor, aksine son derece kısık bir ses tonuyla konuşuyordu:

- Oğlum, sağlam yerdeler mi?

Yazıcıoğlu'ndan aldığı cevapla rahatladı:

- Kaygılanmayın, sağlam yerdeler...

Gerçekten de son derece sağlam bir yerdeydiler. Yakalanma ihtimalleri yok denecek kadar azdı. Ayrıca her ikisine de sıkı sıkı tembih edilmişti:

- Buradan ayrılmayın. Bizim dediklerimizi harfiyen yerine getirin.
Sakın ola teşkilatlara gitmeyin.

İsa Armağan, kendisine yapılan uyarıyı dikkate aldı. Kendisine çizilen alanın dışına çıkmadı.

Ülkücü teşkilatlarla ilişkisini tamamen kestiği için bugün hayatta.
Mustafa Pehlivanoğlu ise, tersini yaptı. Bir süre gizlendikten sonra gezmeye ve teşkilatlara gidip gelmeye başladı.

Durum bu olunca da Başbakan'ın okuduğu mektupta selam gönderip, "mutlu bir yuva kurması" temennisinde bulunduğu nişanlısının erkek kardeşi tarafından ihbar edilip, yakalatıldı. Ardından da idam edildi.
Kaderi O'nu adım adım ölüme götürdü!

SÖZLERİNİ BİTİREMEDEN KOMAYA SOKULDU... AYRINTILAR DİĞER SAYFADA...

[PAGE]



Erdem Ekinci, Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü'nde okuyor ve Adalet Bakanlığı'nda memur olarak çalışıyordu. Dev Yol üyesiydi. Direniş Komiteleri içinde örgütlenmişti. 10 Mart 1980'de Ankara Keçiören Kuşçağız'da bir otobüs kaçırma olayından tutuklanıp, Askeri Cezaevi'ne kapatıldı.

Henüz ihtilal olmamış ve cezaevlerinde "Karıştır-Barıştır" uygulamasına geçilmemişti.

Solcu gençler ayrı, ülkücü gençler ayrı koğuşlarda yatırılıyordu.
Güvercinlik Üssü'nde bulunan iki koğuş, tamamen sol görüşlü gençlerden oluşuyordu.

Zindanlar alabildiğine doldurulmuştu. Koğuşlarda ranza yoktu. 114 kişi yer yatağında yatıyordu.

Bir gün "dikkat" komutunun ardından Albay Muhsin Sıkıcıoğlu koğuşa girdi. Gençlerin yattıkları yatakların üzerine çıkarak konuşmaya başladı:

- Devletimiz güçlüdür.

Devlet otoritesine boyun eğeceksiniz...

Ardından insani değerlere atıflar yapan sözler söyledi.

Bu sözleri söylerken de yere serilen yatakların üzerinde geziniyordu.
Konuşmasını bitirdiğinde Erdem Ekinci söz istedi.


Henüz 12 Eylül İhtilali gerçekleşmediğinden, istemeden de olsa Albay Sıkıcıoğlu tarafından kendisine söz verildi. 12 Eylül İhtilali'nden sonra ise, değil konuşmak, kıpırdamak, sağa sola bakmak bile yasaktı. Bu tür hareketlerin cezası, askerler tarafından defalarca coplanmaktı.

Ekinci, "komutanım" dedi:

- Siz bu akşam eve gittiğinizde hanımefendiye anlatın. Türkiye'nin çeşitli fakülte ve üniversitelerinde okuyan, eli kolu bağlı ve yaşları 20 ile 25 arasında değişen 114 kişinin yattığı koğuşa girdiğinizi ve onlara hitaben bir konuşma yaptığınızı söyleyin. "Ben postallarımla onların başlarını koydukları yastıkların üzerine çıktım ve insanlık dersi verdim" deyin.

Acaba eşiniz size ne der?

Ekinci, bunları söyledikten sonrasını hatırlamıyor. Askerler hemen etrafını çevirdi ve üzerine coplar inip kalkmaya başladı. Söylediği bu sözlerin bedelini dayaktan komaya sokularak ödedi.

Türkiye'nin çeşitli illerinde 25 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekli olan ve bugün CHP'de siyaset yapan Erdem Ekinci, "yazık oldu" diyor:

- Sağdan ve soldan Türkiye'nin bir kuşağına büyük bedeller ödetildi.
Aradan yıllar geçtikten sonra, ülkücü arkadaşlarla bir araya geldik.
O kadar çok ortak nokta bulduk ki, niye kavga ettiğimizi anlayamadık.
Ben bugün bile bunu anlayabilmiş değilim.


Ardından ekledi:

- Kenan Evren, Mustafa Pehlivanoğlu ve Erdal Eren gibi gencecik çocukları darağacına gönderdi. Oysa, onların hiç biri suçlu değildi. Bence, asılması gereken asıl suçlular, o idealist gençleri birbirine düşüren, kardeş kavgasını körükleyen dönemin yöneticileriydi.

Erdem Ekinci, bugün CHP içinde siyaset yaptığının altını çizerek, anayasa değişikliği referandumu ile ilgili olarak da ilginç bir değerlendirme yaptı:

- Hiç birimiz özgür değiliz.


Benim partim "değişikliğe hayır" diyor. Ben de doğal olarak, kurumsal kimliğin aldığı bu karara uyacağım. Vicdanımla partimin aldığı kararın arasına sıkışmış durumdayım. Pek çoğumuz böyle bir ikilem içindeyiz

ÖLDÜRÜN BENİ ÖLDÜRÜN

12 Eylül döneminde idealist bir genç olan Erdem Ekinci, Sarıkamışlı yakın arkadaşı Nizamettin Orhangazi'nin öldürülmesi ve artan işkence olaylarının ardından, içine girdiği duyguları, şu dizelerle dile getirdi:

"Yurt bozuldu, yok intizam.
Sulh bozuldu, öldü Nizam!
İnsan yiyor kahpe düzen.
Öldürün, öldürün, beni öldürün!
İşkence tezgahı paslandı kandan!
Ben korkmam kavgadan kandan.
Yiğit olan kaçar mı meydandan?
Öldürün, öldürün, beni öldürün!
Sen benim gülümsün, gülüm.
Gel etme sevdiğim bana zulüm.
Sevgisizlik zaten bana ölüm.
Öldürün, öldürün, beni öldürün!" (Takvim)