TV 8 Ankara Temsilcisi Sedat Yazıcıoğlu, son günlerde eleştirilen Semra Hanım tarzı programlara bir de televizyoncu gözünden bakmamızı sağlıyor.
Abone olTV 8 Ankara Temsilcisi Sedat Yazıcıoğlu'nun sözleri, Türkiye'deki medya gerçeğini tüm açıklığıyla ortaya çıkarıyor. Televizyonların geçim kaynaklarının reklamlar olduğunu söyleyen Yazıcıoğlu, 'geçinmek istiyorsanız reklamınız bol, reklamınız olması için ratinginiz yüksek olmalı' diyor.
Geçtiğimiz yaz aylarında yalnız haber kanalı olmaktan çıkıp, ulusal yayıncılığa geçen TV 8’deki değişimi Ankara Temsilcisi Sedat Yazıcıoğlu, rating kaygısı ile özgün olma uğraşısı arasında gidip gelen sarkaçı Nesrin Yanık Çorakbaş’a anlattı…
Yayınlarına, 22 Şubat 1999 tarihinde haber kanalı olarak başlayan TV 8, bir süredir yayın scalasını genişletmişti. Yeni akışta gündüz yine haber ve ekonomiye yer verilirken, prime time da ise yerli diziler, magazinler, filmler yayınlanıyor. TV 8 Ankara Temsilcisi Sedat Yazıcıoğlu, artık televizyon izleyicisinin yalnızca ‘haber’ ile tatmin olmadığını, o yüzden yeni yayın anlayışlarının ‘seviyeli çizgiyi bozmadan izleyiciye istediğini vermek’ olduğunu anlattı.
Uzun yıllar yazılı basında gazeteci olarak çalıştıktan sonra, görüntülerin renkli dünyasına kendi deyimiyle ‘buza yazı yazılan’ mecraya, yani televizyona adım atmış Sedat Yazıcıoğlu. Şovla, magazinle karışık, dramatik haber bültenleriyle ve “Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan” sloganıyla hafızalarımıza işlemiş reyting canavarı Reha Muhtar ile çalışmış Show TV’de. Televizyonculukta nelerin prim yaptığını, izleyiciyi avlamanın sırları öğrenmiş kendisinden. Sonra başka limanlara yelken açmış, en son TV 8 kanalının Ankara Temsilciliği görevinde bulmuş kendini…
Sedat Yazıcıoğlu, aynı televizyon kanalında ‘Sağduyu’ adıyla bir de tartışma programı yapıyor şimdilerde. Ve bir gün programında, Emin Çölaşan ve Melih Gökçek’i karşı karşıya getirmeyi planlıyor. Konuk tercihinden anlaşıldığı gibi, o da her televizyoncu gibi reyting kaygıları taşıyor. Ancak, reyting konusunda çelişkiler yaşadığını da saklamıyor. Ekranları kaplayan ‘kaynana Semra’nım fırtınası’ karşısında, dozun korunması gerektiğini düşünüyor.
Ve aramızda kalsın, Sedat Yazıcıoğlu televizyonlarda en çok Ali Kırca’yı beğeniyor!..
TV 8, son dönemde yayın akışıyla çok konuşturuyor. Nedir TV 8’i diğer kanallardan ayıran başlıca özellikler?
TV 8 diğer kanallardan biraz daha farklı. Diğer kanalların hepsi birbirine yakın bir çizgide. TV 8 tarafsızlığını koruyan bir kanal, diğer kanallara baktığınızda ise yanlı bir yayın anlayışı içerisinde olduklarını görüyorsunuz. Geçtiğimiz yaz başından beri TV8 ulusal düzeye geçti. Ulusallığa geçerken, biz hem kendi çizgimizi bozmadık, hem de daha geniş bir izleyici kesimine seslenmeyi başardık. Hem alternatif yarattık, hem de çizgimizi bozmadık.
TV 8, yayın hayatına haber kanalı olarak başladı. Şu anda TV 8’i nasıl tanımlıyorsunuz?
TV 8 hala haber kanalı, ama diğer haber kanallarından farklı bir çizgide. Kendine has bir yapısı var. Biz gün boyu haber kanalı olarak kalırken, gece özellikle prime time kuşağında diğer kanallara benziyoruz. Bu saatlerde TV 8’de, çok kaliteli filmlerden dizilere, magazine kadar her şeyi bulmak mümkün.
TV 8’in yarıştığı bir kanal var mı?
TV 8’in formatı, samimiyetle söylüyorum çok farklı, Amerika-Irak savaşına ilişkin reyting sonuçlarına bakarsanız; TV 8 en çok izlenen kanal oldu. Bütün haber kanallarını geride bıraktı. Yani o yüzden örnek alabileceğimiz bir kanal yok.
Televizyon yayıncılığında kendine özgü bir çizgi yakalamak ve bunu sürdürmek zor mu?
Özgün olmak gerçekten zor. Özgün olurken farklılığınızı ortaya koymanız gerekiyor. Bu çok ince bir çizgi, yani hem özgün olacaksın hem de reyting alacaksın. İkisini birden yapmak çok zor. Bizde şöyle bir olay var; sokaktaki vatandaşa sorarsanız, 10 kişiden 8’i ya ‘haber izliyorum’ der ya da ‘belgesel izliyorum’ der. Hiç kimse ‘kaynana Semra hanımı izliyorum’ demez, ama bu Türkiye’de bir gerçek. Ticari bir kuruluşsunuz, bir yandan reytingi düşünürken, diğer yandan çizginizi bozmadan ‘belirgin bir fark yaratmalıyım’ diyorsunuz.
Televizyonculukta en büyük kaygı nedir?
Tabi ki reyting!
Reyting uğruna siz neleri yapıyor, nelerden vazgeçiyorsunuz?
Biz çizgimizi bozmamaya kararlıyız. Bizim son zamanlarda çizgimizi bozduğunu düşündüğümüz ve eleştiri de aldığımız program; Esra Ceyhan’ın programı. Bir, bir buçuk aydır en çok eleştiri aldığımız yayın, bu program oldu. Biz ciddi bir kanalız, ama Esra Ceyhan’ın programı da benzer programlara göre daha ciddi, daha düzgün, daha nitelikli. Yani isim vermek istemiyorum ama, benzer programlar içersinde daha kaliteli, daha farklı bir çizgide. Ama bu program bile eleştirildi. Çünkü adeta bir ‘u dönüş’ yaptık. TV 8 izleyicileri buna alışık değildi. Ancak bunu da yapmak zorundaydık, bütün gün haber vermekle bu işler olmuyor. İnsanlar haber dışında farklı bir şeyler arıyordu, özellikle gündüz kadınlara yönelik programlar oldukça fazla izleniyor. Bakıyorsunuz, kanalların hemen hepsinde kim kimi kaçırmış, kim kiminle ne yapmış, hepsi bunlarla dolu ve ne yazık ki bunlar reyting yapıyor.
Televizyonculukta reyting kaygısıyla yapamadığınız şeyler de var mı?
Biz mümkün olduğu kadar yaptık onları, mesela Hıncal Uluç’un programı ‘Yaşamın İçinden’ var. Bu program, Hıncal Uluç’un kendi çalıştığı medya organında bile yapamadığı bir şey. Çok seviyeli, düzeyli ve sevilen bir program. Biz bu işleri sulandırmıyoruz. Magazinden haberine, belgeseline kadar her şeyi doğru bir anlayışla ilerletmeye çalışıyoruz. Bizde televoleler yok. Televole tipi programlar yayına girince izleyici bunları alıyor, reyting de alıyorsunuz doğrusu. Ama bir şeyleri de tahrip ediyorsunuz. Neticede bir ticari kuruluşsunuz ve reklamları en çok izlenen kanallar alır. Ancak bu tür programların neden olduğu tahribat da, düşünülmesi gereken bir konu.
Yine de televizyon kanallarının, reklam kaygısıyla reyting getiren bu programlara muhtaç olduğu ortada. Siz ‘seviyeli yayın’ vaat ederek, reklam vereni nasıl ikna ediyorsunuz?
Bu tür programların; yani kavgalı, gürültülü, magazinli, televoleli programların fazlaca izlendiği ve iyi reklam aldığı doğru. Ancak bu bir tercih. TV 8, başından beri böyle uygulamalara prim vermedi.
Reklam verenler, kanal ve program tercihini nasıl yapıyor?
Tabi az önce bahsettiğim türdeki programların, daha çok müşterisi oluyor. Kültür seviyesi, yetişme tarzları çok önemli. Bu tür programların müşterileri de farklı oluyor. Program seviyeleri yükseldikçe, ciddileştikçe, reklam verenlerin türü de değişiyor.
Reklamına reyting bekleyen reklam verenlerden baskısını yoğun hissediyor musunuz?
Tabii hissediyorsunuz. Az öncede anlattığım gibi, ya tam televole olacaksınız, ya da direnebildiğiniz kadar direneceksiniz. Ancak ekonomik dengenizi de bozmayacaksınız.
Türkiye’de televizyonculuk yapmak kolay mı, zor mu, siz bu işin hangi yönünü seviyorsunuz?
Türkiye’de televizyonculuk yapmak zor, az önce konuştuğumuz şeylerden dolayı zor. Ben gazetecilikten geldim, bu ikisi gerçekten çok farklı. Gazetecilikte yazdığınız şeyler sürekli elinizin altında oluyor, ama televizyonculuk buza yazı yazmak gibi bir şey. Televizyon dakikalık, anlık bir şey. Televizyonda görüntüyü bulmak zorundasınız. Televizyonda daha geniş bir yelpazeye sesleniyorsunuz. Türkiye’de bu işi yapmak çok zor, çünkü işin ticari boyutu hep önünüzde duruyor. Bu konuda gerçeki olmak zorundasınız. Neredeyse bütün medya sahipleri ticaretle iç içe, hepsinin bankaları var, enerji yatırımları var. Devletle sürekle bir ilişkileri var. İstediğiniz her şeyin bir kısmını yapabiliyorsunuz. Her şeyi haber yapamıyorsunuz. Daha da ileri gitmek gerekirse, birilerini rahatsız ediyorsunuz.
Her televizyon kanalının kendine özgü bir sansür mekanizması işlettiğini söyleyebilir miyiz?
Tam olarak değil. Sansür demek doğru olmaz, ama kendinizi biraz tutuyorsunuz, televizyonculuk daha sınırlı. Gazetecilikte olduğu kadar serbest değilsiniz. Robin Hood gibi, her olayın üstüne kahraman gibi gidemiyorsunuz.
Televizyonculuk, yazılı basına oranla daha mı sınırlayıcı?
Evet, televizyonda kesme gazeteden daha fazla, engeller daha fazla. Ülkemizde gazete okumak, daha az yapılan bir eylem. Televizyonu izlerken para vermiyorsunuz. Gazete okumak için, az da olsa bir para ödemeniz gerekiyor. Televizyon daha popüler. Örneğin kameramanlar, dünyanın belki de en zor mesleklerinden birini yapıyorlar. Görüntü almaya çalışırken, herkes kameramana saldırıyor. Adam her türlü naneyi yiyor, sonra da ‘niye çekiyorsun’ deyip saldırıyor kameramana.
Siz aynı zamanda televizyon programı yapıyorsunuz. Kameralar ve televizyon, insanları nasıl ve ne kadar değiştiriyor?
Bir kere televizyon, her insanı değiştiriyor. En basitinden, gelin kaynana yarışmalarına katılan insanların neler yaptığına şahit oluyoruz. İnsanlar, normal yaşantılarından çok daha farklı davranış kalıpları içerisine giriyor. Kamerayı görünce herkes rol yapıyor. Büyük çoğunluk, televizyonun içine girince, onun atmosferine adapte oluyor. İnsanlar artık, kavgacı olmanın televizyonda prim yaptığını anladılar.
Programcılar da bu kavgacılara prim veriyorlar ama, değil mi?
Evet buna katılıyorum. İtiraf etmek gerekirse, ben de bunu yapıyorum. Çünkü seyredilen şey bu. Çok kısa bir anımı anlatayım. Daha önce ulusal bir kanalda ekonomi programı yaptım. Ankara bürosunda; Ahmet Özal, Ufuk Söylemez bir de Sinan Aygün vardı. İstanbul bürosunda; DİSK Genel Başkanı, Doğu Perinçek, Besim Tibuk vardı. Biz Ankara’da ekonomi konuşurken, bir de baktım İstanbul’da Doğu Perinçek ve Disk Genel Başkanı; ‘yok seni şöyle yaparım yok ben seni bilmem ne yaparım’ diye kavgaya tutuşmuşlar. Ankara’daki misafirlerim kavgadan rahatsız olup ekonomi konuşmaya çalışırken, ben onları susturdum ve ‘bırakın kavga etsinler’ dedim. Çünkü biliyorum ki, yarın bütün reytingi biz alacağız. Bu elbette hoş bir şey değil, ama yadsınamaz bir gerçek. Birisi ‘ben senin ağzına çarparım, ben seni bilmem ne yaparım’ dediğinde reyting tavana fırlıyor. Hareketlendirmeye çalışıyorsunuz.
Türkiye’de insanlar şimdilerde en çok ne seyrediyor?
Maalesef, herkes Semra hanımı seyrediyor. Çok acı bir şey, şunu söylemeliyim ki pek çok ulusal kanal, Semra hanımı kendi kanallarına çıkarmak için birbirleriyle yarışıyorlar.
Peki siz Semra hanımı kendi programınıza çıkarmak istemez misiniz?
Ben almayı isterim, ancak bizim kanalın formatına gitmez. Semra hanım bizim kanala hafif gelir(gülüşmeler)…
Siz bir televizyoncu olarak ne izliyorsunuz?
Ben her şeyi izlerim. Maç da izlerim, haber de izlerim, Semra hanımı da izlerim, her şeyi izlerim.
Araştırmalar, televole programlarını aydın ve entelektüel kesimin de çok izlediğini ortaya çıkarıyor. Bunu şaşırtıcı buluyor musunuz?
Ben onu yaşadım. Show Tv’de çalışırken Hülya Avşar’ın nikah törenini; pek çok aydının, profesörün, öğretim üyesinin işlerini güçlerini bırakıp izlediklerini hatırlıyorum. Benim beraber çalıştığım Reha Muhtar, taraflı tarafsız herkesin ifade ettiği gibi, bu işleri en iyi yapan adamdır. Halkın nabzını iyi tutar, neyin izlenip neyin izlenmeyeceğini çok iyi bilir. 5 yıl kendisiyle çalıştım. Bu tür formatları Türkiye’ye ilk getiren odur. Türkiye’de dram, acı her zaman prim yapar.
Bir yanda rating kaygısı, diğer yanda mesleğinizin etik-ahlaki tarafı duruyor. İçinizde çelişkiler yaşıyor musunuz, yoksa televizyonculuk diye bir şey varsa bunlar da olmalı mı diyorsunuz?
Elbette çelişkiler yaşıyorsunuz. İncecik bir çizgi yürüdüğünüz çizgi ve sınırlarınızı iyi çizmeniz gerekiyor. Bir tarafta halka ne verirseniz alıyor, diğer tarafta ise yürütmek zorunda olduğunuz bir ticari kuruluş ve ekonomi var. Dışardan bakıldığında bu programların kesinlikle yapılmaması gerektiğini düşünüyorsunuz, ama işin içine girince daha farklı düşünüyorsunuz. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu. Ama işin dozu fazla kaçırılmamalı. İşte kadın kılığına girmiş erkeklerin yarıştığı programlar bile yapılıyor dünyada. Yani bu kadarı da olmaz, dedirten şeyler. Televizyonda rekabet inanılmaz boyutlarda. Özellikle işin mutfağında, İstanbul’da inanılmaz bir rekabet ortamı var. Bu rekabet ortamına girince, doğruyu yanlışı göremiyorsunuz. Burada tek hedef var. Daha yukarı, daha yukarı, daha yukarı. Ondan sonra Makyavelist bir anlayışla ‘başarıya giden her yol mubahtır’ anlayışı geliyor.
Televizyonda yayınlanan ve sadece reyting odaklı kavga-dövüş programlarını izlerken ne hissediyorsunuz?
Rahatsız oluyorum, hepimizin çocukları, aileleri var. Bazı programlar, özellikle çocukları olumsuz etkiliyor. O yüzden, anlattığım o ince çizgiye dikkat etmek lazım. İşim gereği Radyo ve Televizyon Üst Kurulu(RTÜK) ile de iletişim halindeyiz. Örneğin Kurtlar Vadisi adlı dizinin çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri RTÜK tarafından kayıt altına alınmış ve rapor haline getirilmiş.
Gazeteci Sedat Yazıcıoğlu’nun bugüne kadar hayata geçiremediği özel bir projesi var mı, bundan sonra ne yapacak?
Yapamadığım projem yok diyebilirim. Ben magazin programı yapamam. Çünkü biz Ankara’da magazini bilmeyiz, İstanbul da siyaseti bilmez. İstanbul, ağırlıklı olarak magazine yönelmiştir. Ankara ise, ekonomi ve bürokrasi ağırlıklıdır. Bana zevk verecek program nedir derseniz; mesela Deniz Baykal’la, Mustafa Sarıgül’ü aynı programda bir araya getirmek. Nedir; Emin Çölaşan’la, Melih Gökçek’i bir araya getirmek. Benim hayatımda bunlar var. Emin bey ile Melih beyi bir araya getirmeye çok uğraştım. Melih beyi ikna ettim, ama Emin bey kabul etmedi, benim hayalimde bunlar var.
Size göre şu an televizyon ekranlarındaki en başarılı televizyoncu kim, bir zamanlar birlikte çalıştığınız Reha Muhtar mı acaba?
Reha Muhtar reyting açısından bakılırsa en iyidir. Televizyonculuk ya da habercilik açısından, kendisine de söyledim onu iyi bulmadığımı. Habercilik böyle yapılmaz. Onunla çalıştığım dönemde, haber bültenin ikinci haberi ya İbrahim Tatlıses ya da Ebru Gündeş olurdu. Böyle televizyonculuk olmaz. Ekonomiyi ya da siyaseti iki dakikada geçiştirip magazine kaymak, yanlış bir tutum. Reha Muhtar’ın mantığıyla, bu işte başarı sadece reyting almaksa, evet Reha Muhtar başarılıdır, ama bunun dışında hayır başarılı değildir. Benim beğendiğim, örnek aldığım televizyonca Ali Kırca.
Bir gazeteci olarak yanıtlamanızı istiyorum; yazılı basını mı yoksa görsel basını mı daha etkili buluyorsunuz?
Görsel basın daha çok insana ulaşıyor, ama yazılı basın daha kalıcı. Yazılı basın, çoğu zaman daha etkili olabiliyor. Yazılı basında, haberin perde arkasını yazabiliyorsunuz. Görsel basında, mutlaka görüntünün de elinizde olması lazım. Ben uzun yıllar yazılı basında çalıştığım için, o tarafa doğru bir özlemde duymuyor değilim.