BIST 10.018
DOLAR 34,99
EURO 36,78
ALTIN 2.986,42
HABER /  GÜNCEL

Yazarlardan bomba MİT yorumları

MİT'in tepe isimlerinin KCK soruşturmasında şüpheli sıfatıyla savcılığa çağrılmasına, köşe yazarlarından çarpıcı yorumlar geldi.

Abone ol

İNTERNETHABER.COM- Türkiye MİT'e yöneltilen suçlamaları konuşuyor. Başbakan Erdoğan'ın "harcatmam" dediği MİT Müsteşarı Hakan Fidan hedefte. 'Öcalan'a ve Kürdistan'a özgürlük', 'KCK'nın MİT'in gözetiminde kurulması', 'MİT mensuplarının KCK eylemlerinde görev aldığı' iddiaları ortalığı karıştırdı.

İnanılması güç iddialar kafaları fena halde karıştırdı. Peki köşe yazarları şoke eden gelişmeyi nasıl yorumladı? Kürt sorunu konusunda devlet içinde farklı yapılanmaya işaret eden yazarlar, sorgulanacak bir sonraki ismin Başbakan Erdoğan olabileceğini yazdı. Yazarlara kulak veriyoruz:

Ahmet Altan (Taraf): Devlette savaş

Şöyle söyleyeyim, eğer bizim devlet bir araba olsaydı dün şanzımanı dağıtmıştı.

Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman ciddi ve gerçek bir devletimiz olmadı ama dün yaşananlar kendi standartlarımıza göre bile bir faciaydı.

Savcı, MİT Başkanı’nı ifadeye çağırdı.

Suçu, PKK ile barış müzakereleri sürdürmek.

Böylece yargı, devletin herhangi bir şekilde PKK ile görüşmesini engellerken, savaşın da müzakereler yoluyla sonuçlandırılmasının önünü uzunca bir zaman için kapatmış oldu.

Bundan sonra kim devlet adına PKK ile görüşebilir?

Tabii burada asıl hedef Başbakan Erdoğan olarak görülüyor, çünkü MİT Başkanı’nı bu görüşmeler için görevlendiren o.

Erdoğan, cesur ve doğru bir politik hamlesi nedeniyle bir anda yargının menziline alındı.

Hükümet de savcının girişimine karşılık derhal İstanbul Emniyeti’nin KCK operasyonlarını yöneten iki amirini görevden uzaklaştırdı.

Birdenbire karşımıza polis-yargı işbirliğiyle, hükümet-MİT işbirliğinin çatışması olarak tercüme edilebilecek bir görüntü çıktı.

Devlet ikiye ayrıldı.

Hükümetin, derhal iki polis şefini görevden alması, bu olaylardan polisi, en azından polisin bir bölümünü sorumlu tuttuğunu ortaya koyuyor.

Uludere katliamının da “ordunun denetimsizliğini” ortaya çıkardığını düşünürsek, bir tür “fetret devri” yaşadığımız, ordunun ve polisin bir bölümünün hükümetin kontrolünden çıktığı söylenebilir.

Buna bir de yargının durumunu ekleyin.

İstanbul’un başsavcısı ile vekili geceleyin, “savcının MİT Başkanı’nı çağırdığını” yalanlıyor, ertesi sabah basın toplantısı yapıp “savcının çağırdığını” açıklıyor.

Yargı, kendinden habersiz.

Ertuğrul Özkök işimiz neden zor dedi? Cevabı sonraki sayfada

[PAGE]

HEPİMİZİN bildiği gerçek şu: Askerin artık kurşun atacak ne mecali kaldı, ne cesareti...
Çünkü attığı her kurşun, bumerang gibi kendi üstüne geliyor.
Bir bakıma iyi.
Çünkü, Kürt sorununun silah yoluyla çözülemeyeceğini artık hepimiz öğrendik...
Dolayısıyla askeri çözüm dışındaki yöntemler önem kazanıyor.
O da nedir? Bu sorunun, görüşmeler yoluyla çözümü ağırlık kazanacak demektir.
Ama MİT'in en yüksek yöneticisinin, Oslo görüşmeleri için ifadeye çağrılması, artık bu yolu da kapatabilir.
Oysa Başbakan Tayyip Erdoğan'ın MİT Müsteşarı nı (O dönem Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı ydı) Oslo'da o görüşmelere göndermesi, son derece doğru ve aynı ölçüde cesur bir karardır.
M Devlet, bu tarihi sorunu çözmek için elbette bu tür görüşmeleri yapacaktır.

MİT Müsteşarı, bilgili, cesur ve demokrat zihniyete sahip bir insan.
O görüşmelere katılarak, Kürt sorununun çözümü konusunda önemli bir iş yapmıştır.
M Muhalefetin bu konuyu sorun haline getirmesi son derece yanlıştır...
Önceki geceden beri oynanan oyunu gördükten sonra; içimden gelen duygu şudur: W Bu ülkede, artık hiçbir yönetici, elini kritik sorunların altına sokmaz.
Bir ülkenin, ordusu vuruşamaz; istihbarat teşkilatı konuşamazsa, hepimiz bunun altında kalırız.

Abdülkadir Selvi Erdoğan'ı göreve neden çağırdı? Hangi tehlikeye dikkat çekti? Sonraki sayfada

 

[PAGE]
Abdülkadir Selvi (Yeni şafak): Operasyoncularla diyalogcuların savaşı

Operasyoncular ve diyalogcular diye tarif etsem de iki teze yakın duranların ortak noktaları da var.

Diyalog yanlıları da örgütün psikolojik ve alan hakimiyeti elinden alınmadan masaya oturulmasının doğru olmadığı düşüncesindeler.

Ama bunun bir sınırı olması gerektiğini savunuyorlar. Çünkü öldürmekle, operasyonla Kürt sorununun çözümünün mümkün olmadığı tezini savunuyorlar. Son 30 yıl başta olmak üzere, Cumhuriyet tarihi boyunca bu yöntemin denendiğini, ancak sorunu kangren haline getirmekten öte bir işe yaramadığı görüşündeler.

Operasyonlarla PKK ve KCK'nın psikolojik ve alan hakimiyeti kaybettirildikten sonra, masaya oturulması gerektiğini savunuyorlar. "Diyalog ve müzakere olmadan Kürt sorunu çözülemez" düşüncesindeler.

Her iki tezin de pozitif ve negatif tarafları var.

Ancak gelinen noktada, iki tezi savunanlar arasında bir savaş patlak vermiş durumda.

Başbakan Erdoğan el koymazsa, bu iş çok tehlikeli noktalara ulaşabilir dememin altında bu yatıyor.

Çünkü sorguya çağrılan Hakan Fidan değil, onun şahsında Türkiye'nin Kürt sorununu diyalog yoluyla çözmek isteyen iradesi. Ve onun arkasındaki Recep Tayyip Erdoğan teminatı.

Hakan Fidan, Başbakan Erdoğan'ın en çok güvendiği bürokrat. Müsteşar yardımcısı olarak, sivil iradeyi temsilen oturdu, Oslo'daki masaya.

Burada sadece Hakan Fidan ya da Emre Taner ile Afet Güneş yargılanmıyor. Topyekün bir zihniyet hesaba çekiliyor.

MİT'e itibarsızlaştırma operasyonun devamında Erdoğan'ı bekleyen tehlike ne? Sonraki sayfada

[PAGE]

Mahmut Övür (Sabah): MİT'i itibarsızlaştırma

Tek anlamı var: MİT'i itibarsızlaştırma.
Vahim bir durumla karşı karşıyayız. Aslında dün ortaya çıkan bu gerçeği büyük olasılıkla İstanbul Başsavcısı da yardımcıları da bilmiyordu. Öyle olmasıydı, Başsavcı Yardımcısı Fikret Seçen'in çevresine "Bu nasıl olur?" diye yakınmazdı.
Dahası olayın doğrulanmasından hemen sonra İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın tarafından, Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atagün ile İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan'ın görevden alınmaları da manidar.
Görevden almaların gerekçesi belli olmasa da anlaşılan o ki, bu isimler son dönemde MİT'e yönelik kampanyayla yakından ilgili...
Şimdi o kampanya bu hamleyle daha ileri bir aşamaya taşınıyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski yöneticilerinin "şüpheli"sıfatıyla ifadelerinin alınıyor olması çok açık biçimde "Devletin yürüttüğü şiddeti devreden çıkartma politikasının"sorgulanacağı anlamına geliyor.
Yani bu, bir anlamda Başbakan Erdoğan'ın arkasında durduğu politikanın da sorgulandığı anlamına geliyor ki işin belki de en vahim yanı burası.
Benzer şeyleri son dönemlerde devreye giren birçok olayda gördük. En son Başbakan Erdoğan'ı ve Genelkurmay Başkanı Özel'i zora sokan Uludere katliamı sonrası başlatılan kampanyada olduğu gibi...
Görünen o ki devlet içindeki bu "güç çatışması" giderek sınır tanımaz hale geliyor. Merak ediyorum, siyasi irade ve diğer kurumlar bu süreci sadece "Olmaz böyle şey" diyerek mi izleyecek?
Dün devreye sokulan bu yeni hamlenin nasıl sonuçlanacağı, başarılı olup olmayacağı siyasi iradenin tavrına bağlı... Bu tavra göre, soruşturmanın seyri değişebilir. Ya prosedür gereği yapılan bir soruşturma denip geçilir ya da güç savaşı daha da şiddetlenir.

Dokunan yanar? diyen yazar kim? Arka planda hangi ülke var?

[PAGE]

Emre Aköz (Sabah): Dokunan yanar?

Mayıs 2006'daki Danıştay Saldırısı, süreci başlatan bir işaret fişeği gibiydi. Acaba 28 Aralık 2011 akşamı meydana gelen Uludere Faciası da bir işaret miydi? Artık hiç istemediğimiz türden bir olaylar zincirini yaşamak zorunda mı kalacağız?
Hükümet-Genelkurmay ahengi içinde süren askeri operasyonlar, PKK'yı fevkalade zor durumda bırakmışken... Jetlerin 34 Kürt köylüsünü imha etmesi, bütün havayı değiştirdi.
O günden sonra operasyonlar bıçak gibi kesildi. Askeriye ve Hükümet bu olayın başlarına nasıl geldiğini araştırıyor.
Bence Uludere bir "hata" değildi. İşin içinde (en az) bir yabancı devlet ve onunla işbirliği yapan (henüz dokunulmamış) Ergenekoncular vardı.
***
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın... Eski müsteşar Emre Taner ve eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ile birlikte... Özel Yetkili Savcı tarafından ifade vermek üzere telefonla İstanbul'a çağrılmasını da... İster istemez bu atmosfer içinde değerlendirmek gerekiyor.
Uludere sabotajında, "PKK'nın üzerine böyle yoğun biçimde gitmeyin..." mesajı vardı.
İşin ilginci, bugünkü durum da aynı kapıya çıkıyor: "KCK'yı çok boyutlu biçimde soruşturmak" gibi... İlk bakışta takdirle karşılanacak bir yargı çabası... PKK ile 'Oslo Görüşmeleri'ni yapmış, muhbir ve ajanlarla örgütü izlemiş kadroları töhmet altında bırakırsa... Buradan çıkan mesaj, "PKK'ya fazla dokunma..." diye okunur.
Dahası var: Hatırlarsanız, Fidan, MİT'in başına geçtiğinde, İsrail ona karşı olduğunu açıkça ifade etmişti. Bugünkü bilek güreşinde İsrail'in payı var mı? Bilmiyoruz.
Ama ne fark eder? Bu noktada gerçekler değil, algılar önemli: Bazı çevreler olayı, "Adamların parmağı nerelere uzanıyor" diye yorumladı bile...

Reha Muhtar'ın derin kuşkuları ne? Sonraki sayafada

[PAGE]

Reha Muhtar (Vatan): Derin kuşkular

Bu gerekçeler gerçek de olsa, arka arkaya gelen tutkuklamalar ve ifadeler algı farklılığı yaratıyor...

Bir hesaplaşma var görünüyor devletin tepesinde...

Şuyuu vukuundan beter diye bir ifade vardır...

Söylentisi gerçeğinden beter anlamında...

Çok zor günler bu günler...

Böyle günlerde haber kırıntılarının üzerinden derin yorumlar yapmak sağlıklı değil...

Yazdıklarım şu ana kadarki son bilgiler ve değerlendirmeler...

Yine de şöyle bir soru herkesin aklına geliyor:

KCK operasyonunda yakalananlardan bazıları MİT’in KCK’ya soktuğu elemanlar da olsa...

Savcılarda onların, MİT’in devletle paralel operasyonel çalışmalarında değil, amaç dışında çalıştıkları şüphesi de uyansa...

Bu şüphe o elemanlarla kalmayıp MİT Müsteşarları’na kadar da uzansa...

Arka arkaya çok fazla derin kuşku ve derin muhtemel sorumlu yok mu bu olaylarda?..

Genelkurmay Başkanı’nın darbe...

MİT Müsteşarları’nın bombalı PKK operasyonlarında rolü olabileceği kuşkusu...

Çok derin izleri olacak kuşkular bunlar!..

Nasıl rahatlayacak bu ülke acaba?..

Siyasi iktidarı sorgulayan güç kim? Ali Bayramoğlu yazdı. Sonraki sayfada

[PAGE]

Ali Bayramoğlu (Yenişafak): Büyük kavga: Fidan'a davet... Bardağı taşıran son damla

Ne var ki, birinci boyut işin ancak bir kısmını açıklar. Bir kısmını açıklar zira, "saray içi iktidar savaşı"nda "belirleyici olan" politik görüş farklıklarından çok, cephe kazanma ya da devlet içinde etkili yer tutma meselesidir. Politik görüşler aslında bu arayışa göre şekillenmektedir. Nasıl ve kim arasında iktidar kavgasıı İktidar kavgasının ayaklarından birisini oluşturan "otonomlaşma eğilimi taşıyan" polis ve yargı merkezli son derece etkin bir grupdur. Ona bu etkinliği sağlayan ise kurucu unsurlarının aynı düşünce dünyasından geliyor olması, polis ve yargının yeni yasal yetkileri, özel yetkili savcılık ve mahkeme yapılanmaları, en nihayet devlette "savcı polis ilişkisini ters yüz eden polis devleti işleyişi"dir. Nitekim, Ergenekon, KCK ve asker meselesine ilişkin tüm adli soruşturmalar genel ve sistematik takip yetkisine sahip "polis istihbarat birimleri" tarafından yürütülmekte, gerek politik kimlikleri gerek hukuki konumlarıyla savcılar "yönlendirici ve denetleyici" değil, "onaylayıcı ve meşrulaştırıcı" bir işlev görmekte, polis-yargı ikilisi bu yolla pek çok konuda adeta politika üreticisi haline gelmektedir. Daha da öte, bu yapı Ergenekon, Balyoz, KCK gibi soruşturma ve kovuşturmalarla güçlenmekte ve sınırları aşan güç kullanma imkânlarına kavuşmaktadır. Nitekim "asayişçi anlayış" onların zihniyeti kadar, varoluş ve güçlenme araçlarını ifade etmektedir. Ve ülkedeki otoriterleşme eğiliminin kaynaklarından birisini oluşturmaktadır. Peki, bu tablonun bugün yaşananla ilişkisi nedirı Uzun süre eski sistemin ve eski aktörlerin tasfiyesi sırasında bu yapı ile siyasi iktidar arasında bir çıkar birliği oluşmuş ve bir ittifak gerçekleşmiştir. Bugün ise çıkarlar ayrışmaktadır, ittifak zayıflamakta, kimi yerlerde kırılma noktasına gelmektedir. Yeni iktidar kavgasının zemini budur. Son deprem bu durumun bir sonucudur. Zira bu otonom yapı kendi sınırlarını aşarak özellikle güvenlik politikaları alanında yayılma eğilimleri göstermekte, buna karşı duranları ve karşı konumda olanları hedefe almaktadır. MİT, Fidan, Beşir Atalay gerek kimlikleri, gerek önerdikleri asayiş modelini ve bu grubun etkisini kıracak daha legalist yöntemler nedeniyle hedefte olanların önde gelenlerindendir.

Meselenin üçüncü boyutuna gelince... Bu boyut bir sonuca işaret ediyor. Bu sonuç, polis ve yargının ya da yargı eliyle polisin doğrudan siyasi alana girmesini, siyasi kararları içerik açısından denetlemesi ve siyasi karar alıcılığa soyunmasıdır. Açıktır ki bu durum, otoriter bir düzen görüntüsüne işaret eder ve son derece tehlikelidir. Bugün olan hükümetin isteğiyle üstü örtülü görüşmeler yürüten bir kurum, kurumsal olarak sigaya çekilmeye çalışılmıştır. Dün bu tür uygulamalar KCK'da, Ergenekon'da, Oda Tv'de tutuklama politikalarıyla da yapılıyorlardı. Ancak bu kez ok siyasi iktidara dönmüştür. Umarız bu bardağı taşıran bu damla, siyasi iktidarın farklı bir mantıkla hareket geçmesine, devlet içi işleyişin hukuk zeminine oturmasına vesile olur. Kürt sorununda siyasi araçlara dönülmesine imkân sağlar...

Hasan Cemal kesilmek istenen yolu ve hedefteki ismi açıkladı. Sonraki sayfada

[PAGE]

Hasan Cemal (Milliyet): Neyin yolu kesilmek isteniyor?

Bugün için söylemek istediğim şudur:
(1) Barış ancak ‘düşman’la yapılır.
(2) Oslo işin aslıdır, doğru olan yapılmıştır.
(3) Öcalan ve PKK görmezlikten gelinerek barış yapılamaz, Kürt sorununun silah ve şiddetle bağı koparılamaz.
Yakın geçmişte Başbakan Erdoğan doğru olanı yapmıştır, bunun için siyasal cesaret göstermiştir. Şimdi ne yazık ki yeniden savaş tamtamları çalıyor.
Ama şunu unutmayın:
Yarın yine ‘Oslo noktası’na gelinecek. Önemli olan bu yolu kısaltmak, kan ve gözyaşını en aza indirmektir.” (Hasan Cemal, Milliyet, 15 Eylül 2011)
Evet, Türkiye bugün ‘Oslo süreci’nden iyiden iyiye uzaklaşmış durumda...
Belki de bazı odaklar, ileride açılabilecek herhangi bir diyalog, bir barış süreci ihtimalini bile şimdiden gömmek istiyorlar.
Eğer öyle değilse, Oslo görüşmelerine Başbakan’ın özel temsilcisi olarak katılan şimdinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Emre Taner ve Afet Güneş’e savcılık yolu nereden icap etti ki?..
Devletin içindeki, devletin kurumları arasındaki kavga mı şiddetleniyor yoksa?..
Eğer MİT yöneticilerini sorguya çağırıyorsanız, onların arkasındaki siyasal iradeyi, yani Başbakan Erdoğan’ı ne yapacaksınız?
Ya da yorum için henüz erken mi?..  

Candaş Tolga Işık, Fidan'ın ifadeye çağrılmasını farklı gördü? Sonraki sayfada

[PAGE]

Candaş Tolga Işık: Herkes eşittir, bazıları daha da eşittir

Yanlış anlaşılmasın hiçbir itirazım yok.
Eğer Türkiye bir hukuk devletiyse...
Savcı “Gel” dedi mi nasıl ki sen-ben gidiyorsak unvanına bakmaksızın
herkes tıpış tıpış gitmeli!
Kanunlar, taksici Osman için nasıl uygulanıyorsa genelkurmay başkanı için de
aynı şekilde uygulanabilmeli...
*
Ama dün bir kez daha öyle olmadığını gördük...
Hukuk devletinde herkes eşitmiş ama birileri daha eşitmiş!
*
MİT Müsteşarı gözaltına alınmadı, tutuklanmadı da...
Sadece ifadeye çağrıldı...
Kıyamet koptu!
Vay efendim MİT Müsteşarı nasıl ifadeye çağrılırmış...
Hani kim olduğundan bağımsız herkes yargılanabilmeli,
sorgulanabilmeli, hesap vermeliydi?
Hani adalet karşısında hepimiz eşittik?
...
Nasıldı o şarkı?
Hani herkes arkadaş, hani oyunlar sürerken...
Eskidendi çook eskiden!

Ahmet Taşgetiren o bilmeceyi yazdı. Sonraki sayfada

[PAGE]

Ahmet Taşgetiren (Bugün): Oslo bilmecesi

Bu iş, yani Kürt meselesi, matruşka gibi, iç içe dürülmüş bir yığın olay. Habur'u çöz, Uludere'yi çöz, İmralı'yı çöz, Kandil'i çöz...
BDP'yi, KCK'yı, diasporayı çöz... Çözdükçe dolaşıyor yumak.
İşte Oslo işi de yeniden patladı.
Orada zamanı ayarlanmamış bir bomba gibi duruyordu.
Bazı müzakereler olmuştu, bazı sonuçlara varılmıştı ve bir gün, ses kayıtları, rivayet o ki, dizayn edilerek pazara sürülmüştü.
Gerçekten müzakere gibi müzakere mi yapılmıştı?
Görüşmelerden gerçekten sonuç alınmış mıydı?
Alınan kararlar gerçekte neydi?
Devlet Kandil ile, İmralı ile, Avrupa'daki ayaklarla ne görüşmüştü?
Oslo ve öncesindeki görüşmelerde, gerçekten Anayasa değişiklikleri de dahil İmralı'yı, Kandil'i tatmin edecek sonuçlara mı varılmıştı?
Oslo ile ilgili bir yığın soru ortada duruyor. Şimdi Oslo'daki üç devlet görevlisi, Yeni MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve Müsteşar yardımcısı Afet Güneş, özel yetkili savcı tarafından ifadeye çağrılıyor. Böylece matruşkanın bir boy büyüğünü ya da küçüğünü daha görmüş olacağız.
Tabii, özel yetkili savcının devlet adına yürütülen gizli görüşmeleri faş etme hamlesi de matruşkanın bir başka görüntüsü...
Belki de Kürt sorunu konusunda devlet içindeki farklılaşmanın ve iktidar mücadelesinin yansıması ile karşı karşıyayız. Belki Hakan Fidan'a karşı bir operasyon. Dur bakalım daha neler göreceğiz?