Türkiye'nin dünyaca ünlü kalemi Yaşar Kemal herkese ders verdi. Ünlü yazar, "Türkiye benim köyüm gibi olsun" dedi.
Abone olYaşar Kemal, doğup büyüdüğü Çukurova’da çocukluk arkadaşlarıyla buluştu, babasının mezarını ziyaret etti. ‘Usta’, köylü kasketi, yılların eğemediği dimdik cüssesi ve olanca heybetiyle girdi Hemite köy mezarlığına..
‘Türkiye dinlesin!’ Dedi ki: “Burada cennette büyüdüm ben... Çukurova’da muhacirdik. Türkmenler arasında tek Kürt aileydik. Ama hiçbir kötülük görmedim. Tersine: En sevgili çocuk bendim. Bütün çocukları döverlerdi. Kürt diye bana ilişmezlerdi. TÜRKİYE BENİM KÖYÜM GİBİ OLSUN Bin yıl beraberdik. Türkiye bunu dinlesin: Bütün Türkiye benim köyüm gibi olsun...” |
Türkiye'nin yaşayan en usta kalemi Yaşar Kemal yıllar sonra köyüne ve babasının mezarının başına gitti. O gezide yanında olan Milliyet yazarı Can Dündar, usta yazarın bilinmeyenleriyle birlikte o ziyareti anlattı. İşte Can Dündar'ın kaleminden o ziyaret;
BABASI GÖZÜNÜN ÖNÜNDE HARÇERLENDİ
Öldürüldüğü gün, 4 yaşındaki Kemal‘iyle camiye gitmişti Hacıoğlu Salih... Van’da ölümden kurtarıp yanında büyüttüğü, göçerken Adana’ya getirdiği evlatlığı Yusuf da öbür yanındaydı. Yusuf birden belindeki hançerine davranmış ve Hacıoğlu Sadık‘ın yüreğine saplamıştı.
“Kadın meselesi” demişlerdi sonradan...
Babasının şah damarından sızan kanı görmüştü Kemal...
Dehşete kapılmıştı.
O gece sabaha kadar “Yüreğim yanıyor“ diye inlemiş, sabah da, kekeme olarak uyanmıştı.
Babasının öldüğüne uzun süre inanmadı.
İnandırıldığında da öldü diye ona kırıldı, küstü.
Mezarına hiç gitmedi; kabrinin yanından bile geçmedi.
Ta ki düne kadar...
Dün, bir kalem ustasının, kendisini doğuran Çukurova’ya dönüşüne tanık olduk. Yaşar Kemal, toprağına borcunu, o toprağı ve insanını dünyaya tanıtarak ödemişti. Osmaniye dün, ona minnetini gösterdi. Daha önce Belediye’nin açtığı Yaşar Kemal Parkı’nın içinde Osmaniye Valiliği’nce yaptırılan “Yaşar Kemal Kültür Evi“ törenle açıldı.
KÖROĞLU TÜRKÜSÜYLE KÖYÜNE GİRDİ
Osmaniye Vali Yardımcısı Mehmet Sadık Tunç, parkın içine bir “Yaşar Kemal Evi“ yaptırmayı aylar önceden kafasına koymuş, zar zor evi bitirmiş. Sonra bir Cumartesi sabahı Vali Celalettin Cerrah’a götürüp göstermiş. O da destek verince kapısına Yaşar Kemal‘in adını, içine külliyatını, fotoğraflarını, yabancı dilde basılmış kitaplarını koymuş. Ve bu buluşmayı düzenlemiş.
Yaşar Kemal‘in toprağıyla, topraklısıyla buluşmasına gelenler arasında en yakınları vardı:
Başta can yoldaşı Ayşe Kemal...
Davul zurnanın “Köroğlu“ türküsü eşliğinde alana giren dev yazarın köylüsünce karşılanışı görülmeye değerdi.
ZULÜMDEN ÖDÜLE UZANAN HAYATI
O köyde babasının mezarını ve tek gözünü bırakıp çıktıktan sonra, ırgatlık, memurluk, öğretmenlik yapmış, 17 yaşından itibaren de, alabildiğine yoksulluk ile sınırsız zenginliğin buluştuğu Çukurova’da, kulağına fısıldanan efsaneleri, ağıtları yazarak yazarlığa başlamıştı.
Yazılarından ötürü yasaklardan, sorgulardan, mahpusluklardan geçmiş, zulüm görüp eziyet çekmiş, lakin “ipe çekeceklerini bilse de” yazmaya devam etmişti.
Dünyada okunmadık dil, dokunmadık yürek bırakmamıştı.
Zamanında İnce Memed‘i tehdit sayan, çekimine de gösterimine de izin vermeyen devlet, şimdi onu onur nişanlarıyla ödüllendiriyor, adına kültür evi açıyordu.
DÜNYAYI GERİ ÇEVİRDİ
Yaşar Kemal‘e dünyanın dört bir yanından davet yağar:
Ödül, fahri doktora, konferans, imza günü teklifleri...
90’lık dev, bunları kibarca reddeder.
Israrlı tekliflere rağmen hiçbir yere heykelinin yapılmasını istemez; niyetlenenlere ayak direr.
Kendisinin tabiriyle “Onun işi yazmaktır, konuşmak değil...”
Ama bu davet, doğduğu köyden gelince, -sağlığından endişelenen yakın çevresinin itirazlarına rağmen- “Buna gideceğim“ dedi.
Çünkü Hemite’de adına kurulan evde “İnce Memed”in torunları okuyacak, yazacak, çoğalacaktı.
Onlara bir çift sözü vardı. Onu söylemeye gelmişti.
HAY SENİN SÜLALENE
Hemite kalesinin eteklerinde, mısır tarlalarının yanı başında, kendi adını taşıyan parkta sofra kurdular Yaşar Kemal‘e...
Devasa bir çınar, devasa bir çınarın altında, dünyaya anlattığı insanlarla yemek yedi.
Yaşar Kemal, çocukken akşama kadar yüzdüğü Ceyhan’ın sularına bakarken, ahali dalga dalga ünlü hemşerisini görmeye geldi, sofrasını çevreledi.
“Alçakgönüllü büyüyen zeytin fidanları gibi” büyümüştü akranları, akrabaları, ahbaplarının çocukları...
Hepsiyle birer ikişer sohbete daldı:
“- Beni tanıdın mı Kemal?”
“- Kimsin sen?”
“- Döndüyüm ben emmoğlu...”
Birazdan bir köylü kadını daha:
“- Ben Tatarın kızı Elif...”
“- Aboovvv..”
“- Ben de Talat’ın oğlu Abdullah’ım Yaşar Baba...”
“- Sizin evin önünde bir ağaç vardı ne oldu o..?”
“- Odun oldu Yaşar Baba...”
Kahkahalar...
“- Sen kimlerdensin?”
“- Hösemoğullarından...”
“- Hay senin sülalene...”
“- Baban kim?”
“- Nalbant Hasan’ın oğluyum.
“- O zaman baban hariç...”
Yine kahkahalar...
Derken efsaneyi gerçeğe bulayan bir serzeniş:
“- İnce Memed’den o kadar para kazandın, şuraya bi mezarını yaptırmadın Kemal...”
Yine kahkahalar...