Zaman'ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, uzun bir süre tartışılacak bir konuyu gündeme getirdi. Dumanlı'ya göre reklam dünyasında da akreditasyon var...
Abone olEkrem Dumanlı, reklam dünyasında da akreditasyon olduğunu yazdı ve bunları ilginç örneklerle anlattı. Tartışılması bile zor bir konu: Ayrımcılık Geçen haftanın ilginç haberi tam arşivlikti. Başta Meclis'imizin başkanı olmak üzere onlarca kişi eşleri nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulmuş, resepsiyona çağrılmamış ya da yalnız gelmeleri istenmiş; ancak Pravda buna bile razı değil. Davetliler arasında Anayasa Mahkemesi mensubu bir kişinin eşinin de davet edildiğini öğrenmiş ve bunu başlığa taşımışlar. Neredeyse hesap soracak ve o tek kişinin bile Cumhuriyet'imizin 81. doğum günü vesilesiyle verilen resepsiyona gelme ihtimaline isyan edecek. Oysa ne Çankaya Sayın Sezer'in özel mülkü ne de program şahsi bir kutlama amacıyla yapılıyor... Cumhurbaşkanlığı'nın bürokratları liste yapabilir ve istediği kişileri çağırabilir; ancak evrensel hukuk ilkelerine uyan kriterleri açıklamak kaydıyla. Aksi takdirde insanları ve kurumları tasnife tabi tutan her davranış, ayrımcılık hanesine yazılır. Dünya hukuku içinde ayrımcılığın (discrimination) izahı yoktur... Ordumuza zarar gelmesini kimse istemez Öyle mevzular vardır ki ayrımcılığın çağrışımından bile sakınmak gerekir. Mesela Türk Silahlı Kuvvetleri, bu ülkenin genel teveccühüne mazhar olmuş tarihî bir kurumdur. Bu kurumun yıpranmasını kimse istemez. Ne var ki, 28 Şubat sürecinin anormal gelişmeleri içinde basına karşı değişik bir tutum geliştirilmiştir. O dönemde basına müdahale edildiği, bazı yazarların işten attırıldığı, andıç uygulamalarıyla pek çok aydının mağdur edildiği biliniyor... Bu uygulamaların pek çoğundan vazgeçildi. Doğru olan da buydu. Özellikle Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök döneminde ordumuz, demokrasi adına önemli adımlar attı. İlişkiler normale döndü. Ancak akredite uygulaması hâlen sürüyor. Buna anlam vermek mümkün değil. Hangi gazetenin daha vatanperver olduğuna kim karar verebilir? Gazeteciliğin duayenlerinden Oktay Ekşi, "Akreditenin kriterleri nedir?" diye sordu; cevap yok. Bir diğer üstat gazeteci Nail Güreli, böyle bir soruyu bile gereksiz buluyor. Çünkü Türkiye'deki uygulamayı basın özgürlüğüne aykırı buluyor. Doğrudur; çünkü uzmanlık gerektiren konularda bazen yeterli görülmeyen kişiler için akredite uygulanır dünyada; ancak bu topyekûn bazı kurumlara karşı yapılamaz... Aslında akrediteye maruz kalan kurumlardan çok, bu uygulamayı yapan kurumun yıpranması söz konusu. Bunu Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere kuvvet komutanları ve diğer askerî yetkililer de çok iyi bilir. Medyadaki genel kanaat şu: Sanki 28 Şubat'ın anormal şartlarında başlatılan tuhaf uygulamayı kaldıran kişi olmamak için bir yanlış uygulamada ısrar ediliyor. Yanlış uygulama diyorum; çünkü akrediteli toplantılar, televizyonlarda dakikası dakikasına yayınlanıyor. Anadolu Ajansı başta olmak üzere haber kaynakları toplantılarda konuşulanları satır satır veriyor. Böyle toplantıların akreditesi mi olur? Coca-cola bile ayrımcılık şüphesi altında kalırsa Ayrımcı uygulamaların zararlarından biri rekabet ve fırsat eşitliğini darbelemesidir. Bir ülkenin kanunları çerçevesinde faaliyet gösteren bir kuruma yakın bir kuruma uzak durabilir mi? Maalesef Türkiye'de ayrımcılık yapmayı, özel şirketler bile öğrenmiş. Bazıları basını kendilerine göre tasnif ediyor, reklamı ödül ya da ceza gibi dağıtıyor. "Bunu yaparken ölçü ne? Tiraj mı, okur profili mi vs." diye sorsanız, yine karşınızda cevap bulamıyorsunuz. Öyle ya madem ticaret yapıyorsun, bazı gazetelere muhalif, bazılarına yandaş gibi davranmanın bir anlamı olmalı. Geçenlerde Coca-cola "halka arz" için gazetelere ilan verdi. Kendilerine göre bir mecra planlaması yapmışlar. Olabilir, saygı duymak gerekir. Kime ne kadar reklam vereceklerine kendileri karar verir. Ancak, dağılıma bakınca görülüyor ki Coca-cola gibi global bir firma bile tuhaf bir tasnife hapsetmiş gibi görünüyor. Bizim reklam bölümünde çalışan arkadaşlar, "Neden böyle yaptınız?" diye ısrarla sorunca -kerhen de olsa- bir ilan vermeye karar vermişler. Arkadaşlardan hadiseyi duyunca "Keşke hiç aramasaydınız, bir firma kendini 'halka arz' ederken, halkın bir kısmını görmezden geliyorsa neden umursuyorsunuz?" diye sitem ettim. Çünkü Zaman'ı görmeyen bir şirketi Zaman da görmemeliydi. Zaman gibi bir gazetenin kerhen verilecek reklama ihtiyacı da yok. Renault Türkiye’de olanlardan haberdar mı acaba? Konu Coca-cola ile sınırlı değil. Herkes biliyor; ama konuşmak istemiyor. Renault gibi bir dünya firması, basının bir bölümüne adeta yasak uyguluyor. Hadi diyelim ki buna OYAK sebep oluyor ve kendi karnesine olumsuz bir not daha düşüyor. Renault gibi global şöhrete sahip bir şirket, ayrımcılığın dikâlâsı sayılabilecek bu tür uygulamaları neden görmezden geliyor? Keyfî uygulamalara maruz kalan firmalar ne yapsın; bu tür yanlışlara karşı okuruna şikayette mi bulunsun, kampanya mı yapsın? Bu şirketlerin CEO'ları discrimination (ayrımcılık) kelimesindeki tehlikeyi bilmez olur mu? Konuyu yabancı ortaklı firmalara indirgemek de doğru değil. Pandoranın kutusu gibi bir şey bu. Bir zaman bir gazete, şirketleri reklam vermeleri için tehdit etmişti. Bu gerçek, bir itirafla ortaya çıkınca bütün gazeteler ayağa kalkmış, yapılanın yanlış olduğu söylenmişti. Batı'da bunun tersi söz konusu. Basın özgürlüğü tartışılırken reklam verenlerin gazeteler üzerinde baskı oluşturması sürekli gündemde tutulur. Bizde ise bu tür konulara girmekten endişe duyar medya. Oysa bağımsız gazeteciliğin muhasara altında olduğu en büyük tehdit budur. Reklam verenin tercihine saygı duyulur; ancak alttan alta baskı oluşturmaya yönelik davranışlar da izin verilmemeli... Konu para değil, ayrımcılık Üzerinde durduğum konu para değil. Kendine şahsiyetli bir kimlik biçen gazeteler, reklamcıların keyfî tercihlerine boyun eğmez. Reklam verenler temel tercihleri sayesinde kendilerini halka gerçekten arz etmiş olur ve bunun dönüşümünü alır. Üç-beş kuruş reklam gelecek diye kaliteli bir gazetenin ilkelerinden taviz vermesi de düşünülemez. Ancak, yapılan bir ayrımcılıksa, bunun objektif bir kriteri yoksa, haksız rekabete yol açıyorsa, bunu kamuoyundan saklayamazsınız. Ayrıca müphem bir nokta var bu tür olaylarda: Ayrımcılığın özünde firmanın kendisi mi var, yoksa reklamın dağıtımından sorumlu ajanslar mı; bunu bazen bilmek mümkün değil. Çünkü konunun sorumluları dar alanda seri paslaşmalar yapmayı gayet iyi beceriyor... Görüyorsunuz, ayrımcılık hayatın her safhasını kuşatmış. Ayrımcılığın medyaya yansıyan yüzünde Çankaya'nın zirvelerinden reklam vadilerine kadar geniş bir alan söz konusu. Bizim medyada ayrımcılığa tabi tutulmayanlar bu tür durumlarda sessiz kalmayı tercih ediyor. Oysa ayrımcılık, ayrımcılıktır; bugün birine yapan yarın başkasına da yapar...