BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46

Yanlış varsayımlarla doğru ve ilkeli politika izlenir mi?

Demokrasilerin olmazsa olmazlarından biri de; muhalefet eden siyasi partilerin veya bireylerin görüşlerini ifade edebilecekleri ortama kesintisiz ulaşabiliyor olmasıdır.

Ancak her muhalif görüş, devletin temel yapısına ve yasalarına aykırı olabilecek sınırı oto denetim yoluyla doğru kestirmek ve aykırı davranmamaya özen göstermek zorundadır.

Burada esas olan; devlete değil, yönetimde bulunan hükümetin kamu çıkarlarına aykırı ve demokrasi dışı yönelimlerine karşı el freni görevini ifa etmektir.

Bu şu demektir;

Halk, demokratik seçimler yoluyla yönetme yetkisi verdiği siyasal partileri yine halkın verdiği yetki ile muhalefetle görevlendirilmiş siyasi partiler aracılığıyla denetim altında tutar.

Kaldı ki güçler ayrılığı sistemi ile hükümetlerin yetkileri zaten büyük oranda denetim altına alınmış olmalıdır!

Güçler ayrılığı ortadan kaldırılmış, bütün yetkiler bir tek siyasi grubun ya da bireyin eline geçmiş olması demokrasiyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.

Zira böylesi bir durum totaliter sistemin tanımıyla birebir aynıdır!

*****

Hükümete muhalefet etmek, yanlış olduğu düşünülen icraatlarına karşı kamuoyu oluşturmak devlete karşı işlenmiş suç mudur?

Bu soruya verilecek cevap kuşkusuz ülkelerin yönetim sistemine göre farklılık gösterecektir.

Şayet totaliter sistem hakîmse cevap EVET, demokratik sistem benimsenmişse cevabın HAYIR olması beklenir.

Türkiye’de ise bu soruya ne evet demek mümkün ne de hayır!

Yasalara ve söylemlere bakılırsa ülkemizde demokratik sistem hakîm!

Hükümetin ifadesine göre ise demokrasinin bir adım önüne geçilmiş ve İLERİ DEMOKRASİYE terfi edilmiştir.

Öyleyse cevabımızın HAYIR olması gerekir.

Buna rağmen ne gariptir ki; hükümete muhalefet etmek, devlete karşı suç işlemek ile eş değer ve suçmuş gibi bir toplumsal algı yaygın.

Hem de öylesine yaygın ki; yandaş kalemler dahi hükümetin yanlış icraatlarını eleştirirken yazılarının giriş bölümünde izlenen politikaların doğruluğuna vurgu yapmak zorunluluğu hissediyorlar.

Belli ki bunu kendileri için emniyet sibobu olarak görmekteler.

Yandaş dahi olsa bir yazarın böylesi bir kaygı duyması; demokrasiden tehlikeli şekilde uzaklaşmakta olduğumuzun bariz göstergelerinden biri değilse nedir?

En çok da son zamanların bir numaralı gündemi olan Suriye konusunda birbirinden ilginç, bir o kadar da düşündürücü yazıların boy gösteriyor olması dikkat çekiyor.

Mesela kendinize sorunuz; “dış siyasette hükümetin izleyeceği politikalarda, izlenecek politikanın tespitine yarayan varsayımlar doğru çıkmazsa bu durumda izlenmekte olan politika doğru olabilir mi?”

Böyle bir soruya cevabınız ne olur?

Eminim bu soruya vereceğiniz bir cevabınız mutlaka vardır ve muhtemelen cevabınız HAYIR olacaktır.

Ama bakın Türkiye’nin en deneyimli gazetecilerinden biri olan Sayın Fehmi Koru son yazısında bu konuda nasıl bir açılım yapmış.

Ne alaka ise yazısına CHP’yi yeren cümlelerle başlayıp hükümetten bir puan aldıktan sonra şöyle devam etmiş:

Biliyorum, Ak Parti yetkilileri Suriye politikalarının yanlış olmadığında ısrarlılar. Ben de onlar gibi düşünüyorum aslında. Doğru ve ilkeli bir politik çizgi izlendi Suriye konusunda; o politikanın tespitine yarayan varsayımlar doğru çıkmasa da... Bugün de aynı ilkeli çizgiyi sürdürüyor Türkiye...

Sayın Koru sizce ne demek istemiştir?

İzlenecek politikanın tespitine yarayan varsayımlar doğru değilse izlenen politika nasıl doğru ve ilkeli olabilir?

Doğru ve ilkeli politika; doğru varsayımlar ve öngörüler üzerine kurulur.

Bu da yetmez; bilgi, beceri, yetenek ve daha önemlisi ulusal çıkarlara hizmet edecek devlet ciddiyetine uygun adımların atılması gerekir.

Bütün bunlardan yoksun politikalarla ilkeli, tutarlı çizgide olunabilir mi?

Oysa Fehmi Koru aynı yazısının devamında sık sık hükümetin Suriye politikalarının kusursuzluğundan da dem vurmakta!

Bana göre yazar aslında yıllardır başarı ile katkı sunduğu algı yaratma konusunda hükümetin eksiklerine, aceleciliğine gazaba uğramadan dikkat çekme peşinde olmalı!

“İlizyon Bombardımanı” Başlıklı yazımda toplumsal algıdan bahsederken tam da Fehmi Koru’nun başarısızlık olarak görüp hayıflandığı konuyu kastetmiştim.

Fehmi Koru özetle; hükümet bu sefer toplumsal algı yaratmadan yani milletin arkasına dolanmadan aceleye getirerek işe koyuldu demek istiyor?

Oysa önce algı yaratabilmiş olsa, halk yanlışı doğru olarak görecek ve hükümete eskiden olduğu gibi koşulsuz destek çıkacaktı!

Böylece ne topraklarımızda yabancı ajanların cirit atmasına ses çıkaracak, ne de silahlandırılmış gangasterler aracılığıyla Müslüman kıyımına itiraz edecekti.

Algı yaratma konusu atlanmamış olsa; Nazlı Ilıcak’ın 07.09.2012 tarihli “Muhalefet/iktidar ilişkisi” başlıklı yazısında iddia ettiği gibi “CHP Baas’a destek veriyor” görüşüne halk gözü kapalı inanacak. Böylece eksen kayması yeni rotasına oturuncaya kadar sürebilecekti.

Nazlı Ilıcak aynı yazısının bir yerinde yine şöyle demiş:

Klasik bir cümleyi hatırlatayım: Her rejimde iktidar mevcuttur. Ama sadece demokrasilerde muhalefet partileri ve muhalif basın var. Muhalefet, iktidar partisinin meşruiyetinin de teminatıdır.”

Katılmamak mümkün mü?

Oysa gördüğümüz resim hiç de öyle değil.

Halkın seçtiği muhalefet milletvekilleri hükümetin istemediği hiç bir adımı atamıyor. Türkiye Cumhuriyeti topraklarında konuşlandırılmış kamplara giremiyor.

Hatta terörist saldırılar sonucu yaralanan askerlerimiz ve yakınları ile görüşmek üzere gittikleri hastanelere vekiller alınmıyor!

Bu durumda Sayın ILICAK’a soruyorum:

Milletvekilleri hapishanede olan, faaliyetleri hükümetçe kısıtlanan muhalefet sizce ne tür rejimlerde muhalefet sayılabilir?

Bu tür uygulamaların cereyan ettiği ülkelerde demokrasinin varlığından bahsedebilmek ne kadar mümkündür?

Muhalefetin yok hükmünde muameleye tabi tutulması durumunda iktidarın meşruiyetinden bahsetmek hangi mantığa uyar?

Fehmi Koru'nun kusursuz olarak gördüğü Suriye politikalarını anlamam mümkün olamadı. Şimdi de Nazlı Ilıcak'ın demokrasi algısını çözmeye çalışıyorum.

Saptamalarından ve tarifinden hangi ülkeyi kastettiği de muğlak.

Nereden bahsediyor acaba?

Türkiye’den mi?