Ya kapı komşunuz bir şamansa?
Bu çağda şaman mı olur demeyin, kapı komşunuzun dahi doğaüstü yetenekleri olmadığını nereden bileceksiniz?
Abone olBu kitap, Toros Yaylalarının birisinde yaşanan köylü kızıyla zengin şehirli gencin aşkını anlatıyor. Ancak ne var ki bu bildik konunun, eski Türk filmleriyle uzaktan yakından alakası yok.
Neden yok; çünkü bu aşk bizatihi kurgulanmış, olgunlaştırılmış ve devreye sokulmuş bir plan... Plan kurucu ise bir şaman…
Bu çağda şaman mı olur demeyin, kapı komşunuzun dahi doğaüstü yetenekleri olmadığını nereden bileceksiniz? Kısa sürede tanışıp kaynaştığınız bir ahbabınız, işyerinizde çalışmaya başlayan çaycınız, kapıya gelen sütçünüz, uçakta yan koltuğunuza oturan hiç önemsemediğiniz yol arkadaşınız… Evet, onlara hiç bu gözle bakmadınız?
Roman kahramanımız olan zengin delikanlı Tayga’da böyle bakmayacak, uçakta yan koltukta oturan adamın itici, sevimsiz ve geveze olduğuna karar verip uykuya sığınacaktı.Tayga, inşaat mühendisliği öğrencisiydi ve Toros Yaylarındaki bir baraja staj yapmak için gidiyordu. Uçaktaki sevimsiz adam Haluk Serhend adındaki bir ruhbilimciydi o da Antalya’daki özel kliniğine gidiyordu. Tayga, uyuyarak bu sırnaşık adamdan kurtulduğunu zannetmiş hatta bir köy otobüsünde süren yolculuğunda adam aklından çıkıp gitmişti bile…
Staj yapacağı baraj, derin bir vadinin iki yakasında yer alan ve aralarından hiçbir bağ- yol olmayan Pınarbaşı ile Susuzkaya Köylerini birleştiriyor gibi görünse de Susuzkaya adlı netameli köy için bu gerçek bir felaket olmuştu. Çünkü hâlâ Şamanizmin hüküm sürdüğü ilkel bir koloni oluşturmuş olan köy, dış dünyadan kopuk kalmak zorundaydı.
Bu arada Tayga, Pınarbaşı’nın güzel kızı Zeynep’i bu dağ başında vakit geçireceği bir kır çiçeği olarak görecek ancak genç kız ona yüz vermediği gibi, züppe şehirli oğlanları sevmediğini açıkça söyleyecektir. Ya Tayga’nın inadı? Yakışıklı ve zengindi, hiçbir kız ona hayır dememişti ve bu köylü kızı tarafından elinin tersiyle itilmişti. Tayga inadına gitti kızın üstüne ve birkaç kere koklayıp atmayı düşündüğü kır çiçeğine âşık oldu.
Ve bir gün genç kızın kalbini bir tek şekilde kazanabileceğini anladı: Yıllar önce Susuzkaya’ya giden ve geri dönmeyen dört Pınarbaşılı delikanlıdan birisi Zeynep’in ağabeyiydi ve kayıpların izlerini bulabilirse genç kızın da kalbini kazanacağını düşünmüştü. Ve, ölülerini akbabalara yediren, bir mağarada yanan ateşe tapan Susuzkayalıların eline esir düştü. İşte o zaman uçaktaki o meçhul adamla olan ilişkisinin o yolculukla sınırlı kalmadığını anladı.Konu böyle başlayıp sürüyor. Sonu sürpriz.
Şöyle bir ipucu verebiliriz; “Hayatınızın bir bölümü hiç yaşanmamışsa, sevgiliniz ve arkadaşlarınız yaşamınızın içinde hiç var olmamışlarsa ve her şey beyninizin bir oyunuysa!”
Kitabın türü gerilim-kurgu… Yer yer korkunun sınırlarını zorlayacak kadar dehşet veren sahneler var. Örneğin, taş sehpaya bağlı bir mahkûmu, akbabaların yeme sahnesi var ki, tam iki sayfa boyunca etlerinizin, kafanızın gözünüzün didik didik edildiği hissiyle kıvrandırıyor.Aslında kitabın bütününe hâkim olan gerilimin yanında aynı derecede yoğun aşk da var… Örneğin, mağarada tutsak kalan Tayga ve Zeynep’in hızla yükselen sel sularının vücutlarını adım adım sarışı ve onların duygulu diyalogları göz yaşartacak kadar etkili.
Bir de derin devlet meselesi var… Köyün sosyal yapısından haberdar devletin yeraltı birimleri de bu halka gizliden destek veriyor. Çünkü bazı faili meçhuller için köy ideal bir ölü öğütücü... Akbabalara etleri yedirilerek kemikleri yakılan siyasi suçlular geride iz bırakmadan böyle yok ediliyor. Sonuç olarak bu kitap, bir yaşam sorgulama manifestosu…
Kabullerin çizdiği sınırlarla insanların nasıl kendi hapishanelerini yarattıklarına dikkat çekiyor. Kabullerin değil sorgulamaların hâkim olduğu bir yaşam biçiminin insan tekâmülündeki sıçramalara katkısını izah ediyor. Ve en önemlisi, ideallerimiz uğruna nelerden vazgeçebileceğimize bakıyor.