BIST 10.021
DOLAR 35,41
EURO 36,52
ALTIN 3.054,15

Ya 12 Eylül olmasaydı?

12 Eylül'ün çok vahşi olduğu doğru...Doğru ama...Bir doğrusu daha var...Öyle bir doğru ki insana "İyi ki 12 Eylül darbesi olmuş" dedirtiyor...

12 Eylül 1980 öncesi Türkiye'si şöyle idi...
Gözü doymayan sendikacılar ekonomiye hâkimdi...
Politikacılar her seçimi kazanmak için halka rüşvet dağıtıyorlardı...
Hem de olmayan milli gelirden...
Mal ve hizmet arzı yerinde sayarken; "Gelir Arzı"nda artış müthişti...
Patronlar "Grev" tehdidi altında sendikacıların esiri olmuştu...
Siyasal iktidarlar, "üyelerimize söyler sizi seçtirmeyiz" tehdidi altında sendika ağalarının her taleplerine boyun eğiyorlardı...


Kirli Zincir...
 
Halk dalkavukluğu önünde sonunda yine halkı vurur...

Biz Türkler bunu yaşayarak öğrendik...
Öğreten Turgut Özal'ın yattığı yer nur olsun inşallah...
Özal'ın önce Başbakan Müsteşarı ve DPT Müsteşar Vekili, sonra Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı ve daha sonra da Başbakan olmasıyla gördük ki...
Bir ülkenin akılcı yönetilebilmesi, siyasetçilerin gelecek seçimi değil ülkenin geleceğini düşünmeleriyle mümkün olabilecektir...

Öğrendik ki...
"Kötü Politikacı"nın hedefi "sürekli iktidarda kalmak" ...
Doğruyu bildiği halde yine de halk dalkavukluğu yapmaya devam etmektir...

Özal işte o kirli zinciri kırdı....
Ondan sonra gelenler yeniden 12 Eylül 1980 öncesine döndüler...
Taa ki Tayyip Erdoğan Başbakan oluncaya dek...
Erdoğan
başbakan olduktan sonra "halk dalkavukluğunun çanına ot tıkadı"...
Ve...
İyi ki tıkadı da milli gelir çar çur edilmekten kurtuldu...

kötü şartlarda çalışan sendikalı işçiler 3 ayda bir çift maaş alıyorlardı...
Bir ay tek, sonraki ay çift maaş alan sendikalı işçi sayısı azımsanmayacak kadar çoktu...
Bir yandan sendikalar, diğer yandan parti teşkilâtları, Başbakan ve bakanları "tutsak" almışlardı...
Ve köylüler...
Ürettikleri ürüne, dünya piyasalarının çok üstünde fiyat istiyorlardı...
Silâhları "Oylarıydı"...
"Talep ettiğimiz fiyatı vermezseniz biz de size oy vermeyiz" diye şantaj yapıyorlardı...
Devlet, tarım ürünlerinin tek alıcısıydı...
Hem de köylünün istediği fiyattan yapıyordu satın almayı...

Size o günlerden somut bir örnek vereyim...
İşte bakın bugün Gazete HT'de yayımlanan bir haber...
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, sanatçı olmaya karar vermişken sonra nasıl karar değiştirip "Bankacı" olduğunu şöyle anlatıyor:

"Bir gün eşi eşi İş Bankası'nda müfettiş olan komşumuz anneme, 'Bize o kadar çok maaş veriyorlar ki, parayı nereye koyacağımızı şaşırıyoruz' demiş"...

Ve...
Komşunun annesine söylediği o sözler Ateş'in hayatının akışını değiştirmiş (iyi ki değiştirmiş zira kaliteli bir sanatçı olacak ve ay başını zor getirecekti)...

Hakan Ateş'in hatırlattığı o maaş politikaları Türkiye'yi kendi içine hapsetmişti...
Kendi ürettiklerimiz kendimize yetmiyordu...
İhracatımız ise "tütün, incir, üzüm ve pamuk"tan ibaretti...
Memur, işçi, ve "Taban Fiyatı" adı altında köylü ise hiç üretmeden hem de öyle çok para kazanıyordu ki; haliyle piyasada mal bulunamıyordu...
Otomobil veya beyaz eşya sahibi olmak isteyenler önce para ödeyip sıraya giriyorlar ve mallarını teslim almak için aylarca kuyrukta bekliyorlardı...
İşin fenası; malın bedelini ise teslim aldıkları tarihteki fiyattan ödüyorlardı...


Başbakan melek değil

Başbakan Erdoğan ülke yönetiminde ne kadar başarılıysa...
O kadar da
Despot...
"Tek Adam" olmak ona "Heyecan" veriyor...

Ve Eğer...
Bu kadar doğrusu olan bir Başbakan, balkon konuşmalarındaki kişiliğini ve söylemini hayatının her anında sürdürebilirse inanın her seçimde % 70 oy alarak iktidarını yeniler...
Ama yok mu o öfkesi...
Yok mu o despotizm merakı!..

Korkum o ki sonunda hem kendine hem de ülkeye zarar verecek...

İşte o dönemde henüz 30 yaşını bile bulmamış bir işadamı olarak Antalya Talya Otel'de ve merhum Vehbi Koç'un da huzurunda bu sistemi eleştirdim...
"Bizim aracılığımızla (bayiler) halka enflasyon satıyorsunuz" dedim...
Ve...

29 yaşımda kara listeye alındım...
Geleceğimi kararttılar...
Çünkü Devlet Kapitalizmimiz "Biat etmek, boyun eğmek ve asla itiraz etmemek, ortadaki devlet çanağından pay kapmak" üzerine kurulmuştu...
Çünkü Devlet Kapitalizmi; Politikacı - Bürokrat - İşadamı üçlüsünün Devlet Hazinesini aralarında paylaştıkları bir sistemdi...
Bu üçlü yiyor, yiyor ama doymuyordu...

12 Eylül'ün çok vahşi, çok çağdışı, çok antidemokratik, çok Faşist bir askeri operasyon olduğu doğru...
Doğru ama...
Bir doğrusu daha var...
Öyle bir doğru ki insana "İyi ki 12 Eylül darbesi olmuş" dedirtiyor...
Çünkü Kenan Evren ve ekibi, kısmen de olsa Devlet Kapitalizmi denilen vahşetin yolunu kesti...
Çünkü Kenan Evren ve ekibi "Yöneten Parti Modeli" denilen partisel hırsızlığın çanına birazcık da olsa ot tıkadı...
Çanın sesi eskisi kadar çıkmaz oldu...
Devlet Kapitalistlerinin düdükleri eskisi kadar ötmez oldu...
Ak Parti iktidarı işte o vahşetin kalıntılarını neredeyse sonlandırmak üzere olduğu için saldırıya uğruyor ya...

Bu güne gelince...
Hakan Ateş'in yönettiği bankada (Denizbank) bırakın bir ay tek bir ay çift maaş verilmesini; yıllık maaş artışlarının bile yıllık enflasyon ortalamasının altında olduğunu sanıyorum...
Doğrusunun da o olduğuna inanıyorum...
Hakan Ateş onun için başarılı...
Ulufe dağıtmadığı için mütevazı bir banka bugün Devler arasında ya...



Biraz evrak... Biraz dedikodu...


Bir gün sizi de...


 Bir gün iki polis sabahın köründe evinizin kapısında sizi almaya gelebilir...
Suçunuz ne?.. Söylemezler...
Sadece ellerindeki gözaltı ve arama kararını gösterirler size...
Emniyete götürülürsünüz...
İki arkadaşınızla beş altı yıl önce çete oluşturduğunuza, din devleti kurmak için çalışmalar yaptığınıza dair aleyhinizde bir şikâyet olmuş olabilir...
Ve...
Savcı şikâyeti görmezden gelememiştir...
Hele bir kaç da "tanık"(!) gösterilmişse ki en kolay şey 
bu memlekette "yalancı tanık" bulmaktır...
Yandığınızın resmidir...
Savcı başından savmak için tutuklanmanızı ister...

Bir de küçük bir şehirse yaşadığınız yer; Hâkim de savcının talebini yerinde görüp tutuklayıverir sizi...
Yani dostlar!..
Yani ey medya!..
Bırakın karşıt görüşülük kavgasını da şu "tutuklu yargılanma" olayının çözülmesi için Meclisi harekete geçmeye davet edin!..
Suçüstü olmayan, itiraf da edilmeyen suçlamalarda savcı ve hâkimlere böylesine "geniş yetki" verilmesini elbirliğiyle kınayalım...

Şu son süreçte de gördüm ki yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğu "Tutukluluk" ile "Hükümlülük" arasındaki farkı bilmiyor...
Bir kişi madem cezaevinde yatıyor onu hemen "Suçlu" ilân ediyorlar...
O halde kısaca açıklayayım...

Hükümlü ya da mahkûm; hakkında verilen hapis cezası kararı Yargıtay tarafından da onaylanmış ve cezasını çekmek üzere cezaevinde yatan bir "SUÇLU"dur...
"Tutuklu" ise hakkında "suçlama" olduğu gerekçesiyle ifadesine başvurulan; kaçma, delilleri karartma, yeni bir suç işleme ve mağdur ailelerinden zarar görme ihtimali olduğu düşünülerek yargılama veya kanunların izin verdiği sürece cezaevinde tutulan "ŞÜPHELİ"dir...
Yani...
Hükümlü, suçluluğu kesinlik kazanmış kişidir...
Tutuklu ise suçu kesinleşinceye kadar cezaevinde tutulan ve "masum" kabul edilen "Şüpheli"...

Şöyle de diyebiliriz...
Tutuklu, masumdur ama şüphelidir...
Hükümlü, masum değildir...
Ve...
Modern hukuk tutukluluk halinin "hükümsüz ceza"ya dönüştürülmesinin önüne geçilmesi için öncelikle "suçüstü hali"nin veya "itiraf"ın gerçekleşmesini emrediyor...
Ne yazık ki bizim savcı ve yargıçlarımız modern hukukun bu talebini görmezden geliyor...
Ne "suçüstü hali" arıyor bizim savcı ve yargıçlarımız ne de "itiraf"...
Birkaç evrak...
Birkaç dedikodu...
Birkaç da "görgü şahidi"(!)...
Ya da fotoğraf...
Çocukla aranızda tesadüfen bir yakınlaşma da görünüyorsa yandınız...
Savı ve hâkimlerimiz bir şüpheliyi tutuklamak için bunları "yeterli" görüyorlar ...
Aziz Yıldırım'ın ve emekli paşalarla gazeteci arkadaşlarımızın başına gelenler de böyle değil mi?..



Hangisinin tavrı daha akılcı?..

Türkiye'nin "Enerji" sektöründeki (hem HES hem doğalga santrali) en büyük yatırımcılarından biri olan değerli dostum babadan - anadan CHP'li...
Öğrencilik yıllarında da hızlı bir solcuydu...
3 Kasım 2002'de Kemal Derviş yer aldığı için oyunu CHP'ye vermişti...
Son 2 seçimdir Ak Parti'yi tercih ediyor...


Tükürük!..

Başbakan yemin etmemekte direnen CHP Milletvekilleri için: "Tükürdüklerini yalayacaklar"
dedi...
Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz CHPli Milletvekilleri için:
"Yüzlerine tükürmesini de biliriz" dedi...

Koskoca iktidar partisinin tek bildiği şey "Tükürük" mü yahu!..

"CHP'nin yemin etmeyişi için ne düşünüyorsun?" diye sordum.
"Haklı buluyor destekliyorum. Siyaset de ekip oyununa dönüşmeli. Halk, siyasretçilerin de ilkeli insanlar olduğuna inanmalı. CHP'yi uzun zamandır ilk kez heyecanla alkışlıyorum...
"Ama iktidar olduklarında kurulu HES'ler dahil hepsinin lisanlarını iptal etmeyi düşünüyorlarmış!.."
"Seçim meydanında herkes herşeyi söyler ama taç giydiklerinde bütün başlar akıllanır"...

Not: Yine enerji sektöründe iş yapan HES'leri de olan bir başka işadamı ise oyunu "iktidar olduğumuzda bütün HES lisanslarını iptal edeceğiz" diyen CHP'ye vermiş...
Ama...
CHP'li vekillerin yemin etmeyişini eleştiriyormuş...
Nereden mi biliyorum?..
Hürriyet'teki köşesinde Vahap Munyar yazıyor da oradan...
Soru şu:
Hangi işadamının tavrı daha  "Akılcı" sizce?...