Ya 12 Eylül olmasaydı?
12 Eylül'ün çok vahşi olduğu doğru...Doğru ama...Bir doğrusu daha var...Öyle bir doğru ki insana "İyi ki 12 Eylül darbesi olmuş" dedirtiyor...
12 Eylül 1980 öncesi
Türkiye'si şöyle idi...
Gözü doymayan sendikacılar ekonomiye
hâkimdi...
Politikacılar her seçimi kazanmak için halka rüşvet
dağıtıyorlardı...
Hem de olmayan milli gelirden...
Mal ve hizmet
arzı yerinde sayarken; "Gelir
Arzı"nda artış müthişti...
Patronlar "Grev" tehdidi altında
sendikacıların esiri olmuştu...
Siyasal iktidarlar, "üyelerimize söyler sizi
seçtirmeyiz" tehdidi altında sendika ağalarının her
taleplerine boyun eğiyorlardı...
|
kötü şartlarda çalışan sendikalı işçiler
3 ayda bir çift maaş alıyorlardı...
Bir ay tek, sonraki ay çift maaş alan
sendikalı işçi sayısı azımsanmayacak kadar çoktu...
Bir yandan sendikalar, diğer yandan parti teşkilâtları, Başbakan ve
bakanları "tutsak" almışlardı...
Ve köylüler...
Ürettikleri ürüne, dünya piyasalarının çok üstünde
fiyat istiyorlardı...
Silâhları "Oylarıydı"...
"Talep ettiğimiz fiyatı vermezseniz biz de size oy
vermeyiz" diye şantaj yapıyorlardı...
Devlet, tarım ürünlerinin tek alıcısıydı...
Hem de köylünün istediği fiyattan yapıyordu satın almayı...
Size o günlerden somut bir örnek
vereyim...
İşte bakın bugün Gazete HT'de yayımlanan
bir haber...
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş,
sanatçı olmaya karar vermişken sonra nasıl karar değiştirip
"Bankacı" olduğunu şöyle anlatıyor:
"Bir gün eşi eşi İş Bankası'nda müfettiş olan komşumuz
anneme, 'Bize o kadar çok maaş veriyorlar ki, parayı nereye
koyacağımızı şaşırıyoruz' demiş"...
Ve...
Komşunun annesine söylediği o sözler
Ateş'in hayatının akışını değiştirmiş
(iyi ki değiştirmiş zira kaliteli bir sanatçı olacak ve ay başını
zor getirecekti)...
Hakan Ateş'in hatırlattığı o maaş
politikaları Türkiye'yi kendi içine
hapsetmişti...
Kendi ürettiklerimiz kendimize yetmiyordu...
İhracatımız ise "tütün, incir, üzüm ve
pamuk"tan ibaretti...
Memur, işçi, ve "Taban Fiyatı" adı
altında köylü ise hiç üretmeden hem de öyle çok para kazanıyordu
ki; haliyle piyasada mal bulunamıyordu...
Otomobil veya beyaz
eşya sahibi olmak isteyenler önce para ödeyip sıraya
giriyorlar ve mallarını teslim almak için aylarca kuyrukta
bekliyorlardı...
İşin fenası; malın bedelini ise teslim aldıkları
tarihteki fiyattan ödüyorlardı...
Başbakan melek değil Başbakan Erdoğan ülke yönetiminde ne kadar başarılıysa... O kadar da Despot... "Tek Adam" olmak ona "Heyecan" veriyor... Ve Eğer... Bu kadar doğrusu olan bir Başbakan, balkon konuşmalarındaki kişiliğini ve söylemini hayatının her anında sürdürebilirse inanın her seçimde % 70 oy alarak iktidarını yeniler... Ama yok mu o öfkesi... Yok mu o despotizm merakı!.. Korkum o ki sonunda hem kendine hem de ülkeye zarar verecek... |
İşte o dönemde henüz 30 yaşını bile
bulmamış bir işadamı olarak Antalya Talya
Otel'de ve merhum Vehbi
Koç'un da huzurunda bu sistemi eleştirdim...
"Bizim aracılığımızla (bayiler)
halka enflasyon satıyorsunuz" dedim...
Ve...
29 yaşımda kara listeye alındım...
Geleceğimi kararttılar...
Çünkü Devlet Kapitalizmimiz "Biat etmek, boyun eğmek ve
asla itiraz etmemek, ortadaki devlet çanağından pay
kapmak" üzerine kurulmuştu...
Çünkü Devlet Kapitalizmi; Politikacı - Bürokrat -
İşadamı üçlüsünün Devlet Hazinesini aralarında
paylaştıkları bir sistemdi...
Bu üçlü yiyor, yiyor ama doymuyordu...
12 Eylül'ün çok vahşi, çok çağdışı, çok
antidemokratik, çok Faşist bir askeri operasyon olduğu
doğru...
Doğru ama...
Bir doğrusu daha var...
Öyle bir doğru ki insana "İyi ki 12 Eylül darbesi
olmuş" dedirtiyor...
Çünkü Kenan Evren ve ekibi,
kısmen de olsa Devlet Kapitalizmi denilen vahşetin
yolunu kesti...
Çünkü Kenan
Evren ve ekibi "Yöneten Parti
Modeli" denilen partisel hırsızlığın çanına birazcık
da olsa ot tıkadı...
Çanın sesi eskisi kadar çıkmaz oldu...
Devlet Kapitalistlerinin düdükleri eskisi kadar ötmez oldu...
Ak Parti iktidarı işte o vahşetin
kalıntılarını neredeyse sonlandırmak üzere olduğu için saldırıya
uğruyor ya...
Bu güne gelince...
Hakan Ateş'in yönettiği bankada
(Denizbank) bırakın bir ay tek bir ay çift
maaş verilmesini; yıllık maaş artışlarının bile
yıllık enflasyon ortalamasının altında olduğunu sanıyorum...
Doğrusunun da o olduğuna inanıyorum...
Hakan Ateş onun için başarılı...
Ulufe dağıtmadığı için mütevazı bir banka
bugün Devler arasında ya...
Biraz evrak...
Biraz dedikodu...
Bir gün sizi de... Bir gün iki polis sabahın köründe evinizin kapısında sizi almaya gelebilir... Suçunuz ne?.. Söylemezler... Sadece ellerindeki gözaltı ve arama kararını gösterirler size... Emniyete götürülürsünüz... İki arkadaşınızla beş altı yıl önce çete oluşturduğunuza, din devleti kurmak için çalışmalar yaptığınıza dair aleyhinizde bir şikâyet olmuş olabilir... Ve... Savcı şikâyeti görmezden gelememiştir... Hele bir kaç da "tanık"(!) gösterilmişse ki en kolay şey bu memlekette "yalancı tanık" bulmaktır... Yandığınızın resmidir... Savcı başından savmak için tutuklanmanızı ister... Bir de küçük bir şehirse yaşadığınız yer; Hâkim de savcının talebini yerinde görüp tutuklayıverir sizi... Yani dostlar!.. Yani ey medya!.. Bırakın karşıt görüşülük kavgasını da şu "tutuklu yargılanma" olayının çözülmesi için Meclisi harekete geçmeye davet edin!.. Suçüstü olmayan, itiraf da edilmeyen suçlamalarda savcı ve hâkimlere böylesine "geniş yetki" verilmesini elbirliğiyle kınayalım... |
Şu son süreçte de gördüm ki yurttaşlarımızın büyük
bir çoğunluğu "Tutukluluk" ile
"Hükümlülük" arasındaki farkı
bilmiyor...
Bir kişi madem cezaevinde yatıyor onu hemen
"Suçlu" ilân ediyorlar...
O halde kısaca açıklayayım...
Hükümlü ya da mahkûm; hakkında verilen
hapis cezası kararı Yargıtay tarafından
da onaylanmış ve cezasını çekmek üzere cezaevinde yatan bir
"SUÇLU"dur...
"Tutuklu" ise hakkında
"suçlama" olduğu gerekçesiyle ifadesine
başvurulan; kaçma, delilleri karartma, yeni bir suç
işleme ve mağdur ailelerinden zarar görme ihtimali
olduğu düşünülerek yargılama veya
kanunların izin verdiği sürece cezaevinde tutulan
"ŞÜPHELİ"dir...
Yani...
Hükümlü, suçluluğu kesinlik
kazanmış kişidir...
Tutuklu ise suçu kesinleşinceye kadar
cezaevinde tutulan ve "masum" kabul
edilen "Şüpheli"...
Şöyle de diyebiliriz...
Tutuklu, masumdur ama şüphelidir...
Hükümlü, masum değildir...
Ve...
Modern hukuk tutukluluk halinin "hükümsüz
ceza"ya dönüştürülmesinin önüne geçilmesi için
öncelikle "suçüstü hali"nin veya
"itiraf"ın gerçekleşmesini
emrediyor...
Ne yazık ki bizim savcı ve yargıçlarımız modern hukukun bu talebini
görmezden geliyor...
Ne "suçüstü hali" arıyor bizim savcı ve
yargıçlarımız ne de "itiraf"...
Birkaç evrak...
Birkaç dedikodu...
Birkaç da
"görgü şahidi"(!)...
Ya da fotoğraf...
Çocukla aranızda tesadüfen bir yakınlaşma da görünüyorsa
yandınız...
Savı ve hâkimlerimiz bir şüpheliyi tutuklamak için bunları
"yeterli"
görüyorlar ...
Aziz Yıldırım'ın ve emekli paşalarla gazeteci
arkadaşlarımızın başına gelenler de böyle değil mi?..
Hangisinin tavrı daha
akılcı?..
Türkiye'nin
"Enerji" sektöründeki (hem HES hem
doğalga santrali) en büyük yatırımcılarından biri olan değerli
dostum babadan - anadan CHP'li...
Öğrencilik yıllarında da hızlı bir
solcuydu...
3 Kasım 2002'de Kemal
Derviş yer aldığı için oyunu
CHP'ye vermişti...
Son 2 seçimdir Ak
Parti'yi tercih ediyor...
Tükürük!.. Başbakan yemin etmemekte direnen CHP Milletvekilleri için: "Tükürdüklerini yalayacaklar" dedi... Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz CHPli Milletvekilleri için: "Yüzlerine tükürmesini de biliriz" dedi... Koskoca iktidar partisinin tek bildiği şey "Tükürük" mü yahu!.. |
"CHP'nin yemin etmeyişi için ne
düşünüyorsun?" diye sordum.
"Haklı buluyor destekliyorum. Siyaset de ekip oyununa
dönüşmeli. Halk, siyasretçilerin de ilkeli insanlar olduğuna
inanmalı. CHP'yi uzun zamandır ilk kez heyecanla
alkışlıyorum...
"Ama iktidar olduklarında kurulu HES'ler dahil hepsinin lisanlarını
iptal etmeyi düşünüyorlarmış!.."
"Seçim meydanında herkes herşeyi söyler ama taç
giydiklerinde bütün başlar akıllanır"...
Not: Yine enerji sektöründe iş yapan
HES'leri de olan bir başka işadamı ise
oyunu "iktidar olduğumuzda bütün HES lisanslarını iptal
edeceğiz" diyen CHP'ye
vermiş...
Ama...
CHP'li vekillerin yemin etmeyişini
eleştiriyormuş...
Nereden mi biliyorum?..
Hürriyet'teki köşesinde Vahap
Munyar yazıyor da oradan...
Soru şu:
Hangi işadamının tavrı daha
"Akılcı"
sizce?...