BIST 9.949
DOLAR 35,15
EURO 36,73
ALTIN 2.978,95
HABER /  GÜNCEL

Vuslat Doğan da Bilgin'e yüklendi

Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman ile röportaj yapan Aydın Doğan'ın kızı Dinç Bilgin'i yerden yere vurdu.

Abone ol

Vuslat Doğan Sabancı, Aydın Doğan’ın dört kızından biri. Hürriyet’in İcra Kurulu Başkan Yardımcısı. Şimdiye kadar bu özellikte bir röportaj vermedi kimseye. O nedenle onunla ilgili bilgilenebilmek için, önceden değişik çevrelere sordum. Herkes ondan zeki, genç, sosyal, girişimci, hiperaktif, mütevazı bir iş kadını olarak söz etti. Şimdi, doğru söylediklerini düşünüyorum. İki buçuk saat süren görüşmemizde bana kendisini ifade eden en doğru rengin kırmızı olduğunu söyledi; ama kırmızının ilk anda çağrıştırdığı yırtıcılık, ateşlilik unsurları yerine, ruhunun şeffaf, hoşgörülü, sabırlı, zekasının altını fazla çizmeyen pastel tonlarını sergiledi. Soru sormak, karşı tarafta biraz da kendini aramaktır. Belki o benim ruhumun yumuşak çizgilerine ayna oldu. Bu söyleşide gerilim yok. Samimiyet ve sıcaklık var. Hürriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Vuslat Doğan Sabancı, gazete sahibi olarak yetiştirildiğini, gazete idarecisi nosyonuyla büyütüldüğünü söyledi. Nuriye Akman’a konuşan Aydın Doğan’ın kızı, “Eğer genel yayın yönetmeni olmak isteseydim bunu elde ederdim, mutlaka da peşinden giderdim. Aydın Bey de, annem Sema Hanım da yolumu tıkamazdı.” dedi. Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ile çok uyumlu çalıştıklarını ifade eden Vuslat Hanım, yayın yönetmenliğinde Özkök kadar başarılı olamayacağını düşünüyor. “Aydın Bey'in kızları olmasaydı ne olacaktı?” sorusuna, “Yazık olurdu. O zaman Hürriyet’in bundan sonraki 125 yılını kim düşünecekti?” cevabını veren Vuslat Hanım, 25 yılını dolduran Doğan Medya Grubu’nun vizyonunu çizdiğini, bir 125 yıl daha var olacak diye çalıştığını kaydetti. Vuslat Hanım, AK Parti’yi rejimi tehdit edecek bir parti olarak görmüyor. Hükümetin Irak konusunda deneyimli davranmadığını, ancak IMF ve Avrupa Birliği konularını iyi götürdüğünü söylüyor. Tayyip Erdoğan’ı gıpta edeceği bir lider olarak görmediğini, Türkiye'nin en iyi liderinin Turgut Özal olduğunu belirtiyor. Doğan Sabancı, Hürriyet'in yazarlarından Emin Çölaşan’ı iyi bir yazar olarak görüyor, ancak bazı konularda kendini tekrarladığın eklemeyi ihmal etmiyor. Ayşe Arman ile Pakize Suda’ya ise ‘bayılıyor’. Vuslat Hanım, sen diyebilir miyim size? Tabii lütfen. Zenginlik, güzellik, iktidar, başarı, annelik. Tanrı her şeyi vermiş sana. “Bu kadar çok şeyin sahibi olmak için, Tanrım ben ne yaptım sana?” diye şaşırdığın oluyor mu? “Tanrım ben ne yaptım sana”dan çok, “Tanrım sana şükürler olsun” diyorum, hep. Önemli biri olduğun için mi değerlisin, yoksa değerli biri olduğun için mi önemli hale geldin? Değerli biri olmayı çok hak etmeye çalıştım. Hak ettiğimi de düşünüyorum. Onun için önemli biri oldum. Şanslı bir ailede, dünyanın şanslı bir ülkesinde, şanslı bir konumda doğdum. Bu şansları kendimi geliştirmek için iyi değerlendirdim. Gazetenin değişik birimlerinde çalıştın, habere çıktın. Kendine “en tepeden geldi” dedirtmemek için mi? Bu kadar hesaplı olmadım. Ben gazeteciliği çok seviyorum. Gazetecilik okudum yurtdışında. Orada da haber yaptım, haber yapmaya da bayılıyorum. Hürriyet’e 96’da girdim. Gördüm ki mevcut kimliğimle benim gazetecilik yapmam pek kolay değil. Yaptığın habere soyadından dolayı farklı anlamlar yüklüyorlar. Hiç anlamı yok halbuki. Çünkü, sadece gazeteci olarak algılanmıyorsun. Neden o günlerde, gazeteye manşet olacak kadar önemli bir iş çıkarmadın? Genel yayın yönetmeni, Vuslat Doğan’ım diye bana torpil geçmediğinden. Gazeteci olma gibi bir iddiam da yoktu ayrıca. Bir muhabir olarak Türkiye’de sokağa çıktığında, haber peşine gittiğinde neler yaşanabileceğini az çok gördüm, hissettim. Hiç başbakanı takip ettin mi, hiç yollarda kaldın mı? Yani muhabirliğin çilesini ne kadar çektin? Kavgalar içinde oldum. Altın borsasını Tansu Çiller açtığı zaman, onun açılışına gittim. Müthiş bir kaostu. O zaman kafama kamera yedim. Asıl hedefinin idareci olmak olduğunu bildiği için mi Ertuğrul Özkök, seni habercilikte daha fazla zorlamadı? O üç ay benim staj dönemimdi. O arada mastırımı yapıyordum Amerika’da. Döndükten sonra da ben zaten direkt yönetim birimlerinden başladım. Özkök’le bizim ilişkimiz çok samimi ve çok yakınız. Bence Türk dünyası için büyük bir şans. O dönemde Ertuğrul Özkök 11’inci kattaydı. Onu görmezdim, Enis’le çalışıyordum, ekonomide. Sonra Ferai’yle çalıştım dış haberde. Özkök’ün ne yaptığından haberim bile yoktu. Şimdi sen de 11’inci kattasın. Profesyonel anlamda bir ast üst ilişkisi mi var aranızda? O icra kurulu başkanı. Ben başkan yardımcısıyım. Profesyonel anlamda da birbirimizi çok tamamladığımızı düşünüyorum. Ben gazetenin kârıyla, zararıyla, doğru yönetilmesiyle, stratejisiyle, daha uzun hedefleriyle ilgiliyim. Özkök yayın politikasıyla ilgili daha çok. Özkök’le yerin değişseydi, Hürriyet’te neler değişirdi? Çok matrak, bunu söylemem lazım. (Gülüyor). Biraz evvel Özkök’ün odasındaydım. Sekreterim “Nuriye Hanım geldi” dedi. Özkök’e “Sence ne sorar?” dedim. Dedi ki, “Bence senle beni kavga ettirmeye çalışır. Ben onun yerinde olsam, öyle yapardım. Ben onun ruhunu biliyorum” dedi. Hakikaten bilir. Ben onun verdiği şansla gazeteci oldum. Bir zamanlar ‘ruh arkadaşı’ deyimini kullanırdı benim için. Ama gerçekten seni anlamak için soruyorum. Bence hiç değişmezdi. Yapmak isteyip de yapamadığım hiçbir şey yok Hürriyet’te. Ya genel yayın yönetmeni sen olsaydın? Ben onun kadar başarılı bir genel yayın yönetmeni olamazdım. O daha yaratıcı, çok daha iyi bir gazeteci. Herkesin doğası. Ve eğer olmak isteseydim bunu elde ederdim, mutlaka da peşinden giderdim. Ve biliyorum ki Aydın Bey de yolumu tıkamazdı, Sema Hanım, annem de tıkamazdı, yani yolu açardı. Ama yeteneklerimden dolayı yapamazdım. “İsteseydim kimse beni tıkayamazdı”. Bu kadar çok güven içinde olmak “az reel” bir şey gibi geldi. Bu senin yorumun Nuriye. Ben kendimde o yeteneği görseydim, yapabileceğime inansaydım, olurdum. Ama benim aklımdan geçmedi. Gazete sahibi olarak yetiştirildim, gazete idarecisi nosyonuyla büyütüldüm. Tabii gazeteciliğin ruhunu anlamadan bunun çok zor olacağını düşünüyorum. O ruhu da anlamaya çalıştım, bu yol haritamın içinde. İdareci olarak senin üstünlüklerin neler? Hem sabırlıyım, hem çabuk karar verme yeteneğine sahibim. İnsanları dinliyorum. Bir yerden duyduğumu mutlaka birkaç yerden check ederim. Fevri olmamak ve yanlış karar vermemek için. Sen burada gerçekten elzem misin? Tabii elzemim. Neden? Özkök mükemmel bir şekilde yıllardır idare ediyor her şeyi. Sen olmasan da idare ederdi yine. Sen niye varsın? Ben jenerasyonlar üzerinde düşünmeye çalışıyorum ve vizyonu çiziyorum. Bugün 25 yılını doldurdu Doğan Grubu medyada olalı. Bir 125 yıl daha var olacak diye çalışıyorum ve bu vizyonla hareket ediyorum. Bugün varım, yarın yokum diyemem. Türkiye için de bunu diyemem. Medya için de diyemem. Aydın Bey’in kızları olmasaydı ne olacaktı? Yazık olurdu. O zaman Hürriyet’in bundan sonraki 125 yılını kim düşünecekti? Profesyonel bir idareci düşünemez mi? Ama sahiplik olarak öyle yani. Ben dünden gelen, yarınlara gidecek sahiplik müessesesini temsil ediyorum. Dolayısıyla benim yaptığım yanlış çocuklarıma yansıyacak. Ama bir profesyonelde böyle bir şey yok. O sorumluluğu bugün için yaşıyor. Vuslatçığım, aile şirketi olmayan, yüzyıl yaşayan çok büyük şirketler de var. Dünyada var, Türkiye’de yok. Halka açık hisselerin çok iyi takip ediliyor olmasından, halkın ve yatırımcıların da bu sorumlulukla bakıyor olmasından dolayı, var tabii. Türkiye’de piyasalar, yatırımcılar o noktaya gelirse olabilir. Vuslat faktörünü kristalize eder misin lütfen? Vuslat faktörü, geleceğe yatırım yapmanın önemi. Yatağa başımızı koyduğumuzda doğru yaptığımızı bileceğiz. Ve rekabetçi olmak çok önemli. Kaybedecek bir kuruşumuz yok. Bence kârlı çalışmayı öğrendi, sektör, gazete. Bizim yaptığımız, çıkardığımız hiçbir üründen zarar etme lüksümüz yok. Seninle birlikte olan şeyler mi bunlar? Tabii. Senden önce?.. Yaşar Eroğlu vardı. O dönemde bir sürü dalavere, bir sürü entrika. Herkes, kendisinin ne iş yaptığından ziyade, başkasının ne iş yaptığına konsantre. Ben çok düz, yatay bir yönetim anlayışına sahibim ve kapım açıktır. Entrikalarla, ayak kaydırmacalarla kaybedecek vaktimiz yok. Biz dümdüz bakıp, çok iyi bir takım olup, harmoni içinde çalışıp, hedeflerimizi çok iyi belirleyip ve sonuç odaklı çalışıyoruz. Duygularından kendini arındırman lazım. Bir dönem oldu, Sabah Gazetesi bilmem ne promosyonları veriyor ve bilmem ne kadar satıyor. Biz de tiraj yapmalıyız kardeşim! Hayır yapmak zorunda değiliz. Çünkü Hürriyet Gazetesi aynı reklamı alabiliyor. Bu tür psikolojik bariyerleri kırdığıma inanıyorum. Hesabını kitabını yapmadan, bu kadarın altında satarsak Hürriyet Gazetesi mahvolur, reklam kaybeder. Hayır öyle değil. Bu meslek öyle bir meslek ki herkes birbirini dolduruşa getiriyor. Bu yüzden çok kişiden farklı fikirler almak önemli. Yani etrafında bir grup insanla çalışıyor ve kendi kafanı oraya gömüyor olamazsın. Olduğun anda sen de dolduruşa gelirsin. Örneğin Hürriyet Gazetesi’ne ilk geldiğimizde, şöyle bir şeye inandırmış kendini gazete. Bu da verdiğim örneğin tam tersi. Biz ikinci gazete de olsak, ikinci de satsak, reklamımız düşmez. Hayır, niye ikincide satmalıyız? Biz becerip birinci satmalıyız. Çünkü en iyi gazeteyi yapıyoruz. Böyle bir psikolojiye inandırıp, bununla devam edebilir gazete. Ama uzun vadeli çok fazla yara verir. Nitekim bu psikolojiyi kırıp, tersine çevirdiğimizde gördük ki, reklamda da çok büyük pazar payını aldı son olarak. Tereyağından kıl çeker gibi, bu kadar kolay olmamıştır senin kabul edilmen. Ben ilk geldiğimde Özkök’e ‘yazı işleri toplantılarına girmek istiyorum’ dedim. “İzleyici olarak mı?” dedi. “Evet izleyici olarak” dedim. Ve ciddi bir süre girdim. Ben de ölçüyü bildim, o da. O kadar akıllı, zeki bir insan ki zaten. Ondan bir sürü şey öğrendim. Birçok şeyi aşmış, çok kompleksiz bir şekilde yönetiyor. Senin hırslarının törpülenmesine yardımcı oldu mu? Oldu. Zaman zaman çok üzüldüğüm, bozulduğum, isyan ettiğim, ya bu çok büyük haksızlıklar karşısında ne yapalım dediğimde çok daha cool bir biçimde, serinletiyor insanın içini. Entrika bilmeden bu basın camiasında başarılı olunabilir mi? Olunamaz. Kırk tane tilki dolaşıyor, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor derler ya, Özkök’ün de öyle. İnsanların içinde bulundukları ruh halini çok iyi okuyup, bunu analiz edip, ona göre davranıyor Özkök. Entrikayı illa kötüye yormayın. Arka sayfa güzeli uygulamasını nasıl buluyorsun? Bence gayet saçma. Kadının orada bir meta olarak çıplak bir şekilde durması, erkeklerin de buna aptal aptal bakması, bu kadar bir saçmalık yok. Neden bu fikrini uygulamaya koyup kaldırtmıyorsun? Ama buna birtakım kadınlar da baktıklarını söylüyorlar. Bence o kadar önemli değil. Çok büyütülüyor arka sayfa güzeli. Aptalca buluyorsun; ama gene de önemsiz diyorsun. Aptallık önemli bir şeydir yani. Hayır, benim şahsiyetime göre aptalca bir şey. Ama gazete okurları da okuyor ve memnun oluyorlar o resimleri görmekten. Hürriyet’i açar açmaz ilk okuduğun kim? Cevap veremem. Emin Çölaşan nasıl bir yazar sence? İyi bir yazar. Ancak, bana göre birtakım şeylerde kendini tekrar ediyor. Mesela biz yayın ilkelerini yaptık, uyguladık, en büyük sorun, Emin Çölaşan İ. Melih yazacak mı, yazamayacak mı olayı oldu. Bu tür şeylerde Emin Çölaşan daha sorumluluk sahibi olabilir. Yani İ. Melih yazmaması gerekir. Uzun bir zamandır yazdığını görmedim. Ayşe Arman’ı nasıl buluyorsun? Bayılıyorum. Çok keyifli yazıyor. Bence iyi bir okur kitlesi de var. Harika röportajlar yapıyor. Bana geçen dedi ki mesela “Cem Uzan’la röportaj yapmak nasıl bir şeydir?” Vallahi dedim, Cem Uzan’la röportaj yaparsan, herkes Cem Uzan’a âşık olur. Çünkü Ayşe’nin röportaj yaptığı herkese, herkes bayılıyor. Pakize Suda?.. Pakize’ye de bayılıyorum. Mış, muşlarını okumadan yapamıyorum. Aydın Doğan ailesi nasıl bir aile? Çok birbirine bağlı. Beş tane kadının mevcut olması, aynı zamanda da çok romantik bir babanın mevcut olması aileye müthiş bir duygu seli veriyor. Bizim kızgınlıklarımız da, mutluluklarımız da doya doya yaşanır. Babam çok romantiktir, edebiyata düşkündür. Benim ismimi de kendisi seçmiştir, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinden. Bizim yemek masalarımızda, öylesine bir gün, tıklayıp geldiğinizde kapıyı, görürsünüz. Bir bakarsınız Aydın Bey, Sema Hanım’ın gözünün içine baka baka şiir okuyor, kızlar ağlıyor falan. Bu neydi dersiniz, öyle bir yemek, akşam yemeği yeniyordur. Hani herkes havaya girmiştir. Böyle bir gece yaşanıyordur. Sizi nasıl büyüttü anneniz ve babanız? Bizi öncelikle ayaklarımızın üstüne basmamız için büyüttüler. Tek başına sen kalacaksın ve yaşayacaksın bu dünyada. Mücadeleci, rekabetçi büyüttüler. Annem çok genç yaşta evlenmiş. Hayali Amerika’ya gidip okumakmış. Ama sonra babamla tanıştırılmışlar, evlenmişler. Annem onun için okumaya çok önem verdi. Okulda 90 aldım deyince her zaman niye 100 değil derdi, bu şekilde bir rekabetçilik vardı. Çok başarılı olmamız ve rekabetçi olmamız için kışkırttı. Bunun dışında “En önemli şey şeref, namus, sağlık, sonra mutluluk” derdi babam. Şeref kavramı çok önemlidir bizim ailede. Ben Bilkent’i kazandığımda çok çok üzülmüştüm. Benden çok da babam üzülmüştü. Çünkü babam, dizinin dibinde okumamı isterdi. Her baba gibi... Evet. Ben de Boğaziçi’ni çok istiyordum. Yatay geçiş için çok uğraştım ve 3,55 not ortalaması tutturdum. 3,60’ta transfer edebilirdim. Hiç unutmuyorum, Milliyet Gazetesi’nin Ankara bürosunda Derya Sazak’ın o zamanki ofisinde babam oturuyor masasında, ben de karşısında salya sümük ağlıyorum ve diyorum ki, “Ne olursun sıfır nokta beş, bir telefon aç, bir şey yap”. Gerçekten de eşek gibi çalışmıştım ve hak ettiğimi düşünüyordum. Kendisi de istediği halde, “Vuslat” dedi, “Yarın öbür gün, sen bu okuldan mezun olursun, birisi geçmişini deşmeye kalkar, der ki bak 3,55 ile oraya gitti, diplomanı bile kabul etmezler” dedi. Ve çok istediği halde böyle bir şey yapmadı. AK Parti iktidara geldiğinde bayağı bir ürküntü vardı. Şimdi birinci yılını doldurmaya az bir zaman kaldı. Sence bu ürküntüler azaldı mı, çoğaldı mı? AK Parti’nin rejimi tehdit edecek kadar akılsızca davranacak bir parti olduğunu zannetmiyorum. Sen ürkmüş müydün en başta? Geçmişine, Erbakan’ın partisinden kopup geldiğine baktığımda Türkiye’de toplumsal şeyleri ne kadar değiştirir diye bir ürküntüm vardı belki; ama ben rejimi tehdit edecek bir parti olduğunu hiç düşünmedim. Nasıl değerlendiriyorsun şu anki performanslarını? Irak konusunda çok deneyimli davranmadılar. Ama IMF ve Avrupa Birliği konularını iyi götürüyorlar. On üzerinden bir puan versen Tayyip Erdoğan’a kaç verirdin? Benim lider olarak görmek isteyeceğim, gıpta edeceğim bir lider değil. Senin gönlündeki lider kim? Bence Türkiye’nin en iyi lideri Özal’dı. Şu anda yok. Aydın Doğan’ın değil de Dinç Bilgin’in kızı olsaydın, ne değişirdi hayatında? Taşıdığım değerlerin hiçbirini taşımazdım herhalde. Dinç Bilgin’in kızı olsaydım babama çok kızardım. Çünkü bence ahlaki değerleri, iş anlayışları çok yanlış. Doğan ailesinin bir bireyi olmasaydın ne yapıyor olurdun bugün? Bu soruyu kendime çok soruyorum ve çok güç buna yanıt vermek. Her zaman akşam yemeğine birlikte otururduk. Önceden atıştırsak bile babamı beklerdik. Babam da dokuzdan evvel gelmezdi. Hayatımız boyunca o kadar çok işle büyütüldük ki ben ve kardeşlerim. O yüzden bundan kendimi ayırmam çok güç. Doğan soyadını taşımasan, başka bir holdingin başkan yardımcısı olabilir miydin bu kadar genç yaşta? 32 yaşında, Hürriyet’in tepesinde oturuyor olamazdım tabii. Bu bir gerçek. Bu şansı iyi değerlendirdiğimi, hak ederek buraya geldiğimi düşünüyorum. Doğuştan sahip olduğum bu ayrıcalık olmasaydı da mutlaka başarılı bir iş kadını, iyi bir yönetici, topluma çok veren birisi olurdum. Doğan soyadı, aşk hayatında neler yaşattı sana? Vallahi aşk hayatımda çok zorluklar yaşattı. Çünkü babam, tutucu bir babaydı. Arkadaşlarım sokağa çıkarken akşamları bizim çıkmamızı yasakladı ve her zaman “Sen Aydın Doğan’ın kızısın, ona göre ayağını düz at” dendi. Onun için de çok kolay olmadı. Flörtlerim oldu. Ama her zaman ölçülü oldum. Eşinle bir partide mi tanıştın? Eşimin ablasıyla ablam çok yakındı. Onun için Türkiye’de yüz kişilik bir partide, Demirörenler’in evinde tanıştık. Ama daha sonra Amerika’da aynı okulda okuduk. Okuldan arkadaşız. Columbia Üniversitesi? Evet. Ben uluslararası ilişkiler, medya ve iletişim; o iş idaresi. Para parayı çeker diye Türkçede bir deyim var. Evlenmenizde onun bir Sabancı olmasının rolü ne oldu? Bir rolü olmadı. Belki kolaylaştırdı. Annemle babam, Ali’nin annesiyle babasıyla uzun zamandan beri dosttu. Biz evlenmek istediğimizi söylediğimizde ailelerimize, ben Amerika’da final imtihanlarına giriyordum. Ancak buraya gelecektik ve hemen evlenmek istiyorduk Kayınvalidemle kayınpederim beni tanımıyorlardı. Annemlere istemeye gittiler. Tabii onların dost olması mutlaka bir kolaylıktır. Nasıl bir aile, ‘çok mu benim ailemden farklı?’ gibi soruları getirmedi. Bu tabii bir lükstü. En büyük fark nedir, Doğan ailesiyle Sabancı ailesinin? Sabancı ailesi çok büyük bir aile. Çekirdek aileden söz edelim, Ali, annesi, babası. Bizim ailede herkes işin içindedir. Çok fazla iş odaklı yaşıyoruz. Ali’yle evlendikten sonra bunu fark ettim. Dışarıdan gelen bir insan için aslında o kadar renkli değil, biraz da sıkıcı. Onlarda böyle değil. Onlarda sofraya oturunca daha başka şeylerden konuşuluyor. Ali’nin annesi babası, 20 yıldan uzun bir zamandan beridir yurtdışında yaşıyorlar. Şu an İngiltere’deler. İlk Almanya’da Sabancılar’ın işlerini kurmak için gitmişler. Avrupa’da yaşıyor olmanın getirdiği mesela şu tür âdetler var, benim annemde babamda görmediğim. Kayınvalidemle kayınpederim, iş günü, öğleyin birlikte yemek yerler. Tekrar işe dönerler. Bizde böyle bir şey vaki değildir. Bir de çok daha kendi hallerinde yaşayan insanlar. Evlenme kararı verirken seni en zorlayan şey neydi? Çok zor karar vermek. Ali’ye de her zaman söylüyorum, Ali iyi ki bu kadar ısrarcı oldun. Yoksa ben bu kararı çok zor verirdim. Bende panikleme yaşandı. Evlilik mutlu bir şey mi, değil mi, bir kişiyle bir ömür boyu yaşamak, bunları çok yaşadım. Ali “Eminim çok mutlu olacağız Vuslat” dedi. Bir Doğan’ın bir Sabancı’yla evlenmesinin, iki gönlün bir olmasının dışında başka anlamları da yok mu? Ne tür anlamlar olabilir? Yani sizin gücünüze güç katmış diye nitelendiremez miyiz? Hayır. Tamamen bir rastlantı ve bir lüks. O da ailelerimizin aynı yapıda olmasından, aynı şekilde yetiştirilmemizden dolayı gelen bir şans. Yani ben Ali’ye çok âşık olabilirdim, Ali bambaşka bir aile hayatından, bambaşka gelenek, göreneklerden geliyor olabilirdi. O zaman daha zorlanırdım kendi hayatımızı kurarken. Doğan Grubu medyasında, Sabancı Grubu haberlerine özel bir muamele var mıdır? Hayır, asla. Benim Sabancı soyadından biriyle evli olmanın getirdiği bir şey yok grupta. Ali Bey, sizi hakikaten bu kadar kolay alabildi mi babanızdan? Kız evi, naz evidir. Babanız hiç mi direnmedi? Babam şöyle yaptı. Biz anneme söyledikten sonra bunu, babam uzun süre aramadı beni. Ben de babama bu konuyu açamadım. Daha sonra ciddi olduğumu öğrenince, Ali babamın ofisine gitti. Ali böyle aklına gelen her şeyi söyler, anormal apolitik bir insandır, apolitik derken.. Anladım, politicly correct değildir. Evet. Ben de eyvah dedim. Ama iyi bir konuşma geçti. Daha sonra babam beni aradı. “Vuslat ne kadar tanıyor olabilirsin ki bu adamı, evlenmek istiyorsun?” dedi. Öyle bir soru ki bu, “Baba çok iyi tanıyorum” desem, bana dönecek, “Nereden tanıyorsun bu kadar iyi?” diyecek. “Baba hiç tanımıyorum” desem, “O zaman nasıl evlenme kararını verdin?” diyecek. Tam beni köşeye sıkıştırdı. Ama ben politicly correct bir laf ettim orada. “Ortam izin verdiği kadar iyi tanıyorum baba” dedim. Daha sonra onlar beni istemeye geldiğinde işte ben finalden çıkmıştım, evdeyim, telefon açtılar. Bir baktım, Ali’nin annesi, babası, ablası, eniştesi, bizimkiler hepsi orada. Telefon elden ele gidiyor. Babam bana şiirler okuyor. Kayınvalidem hüngür hüngür ağlıyor. Böyle bir ortamdı. Kardeşler arasında rekabet nasıl yaşanıyor? Dördümüzün de kız olması ciddi bir şans. Aksi takdirde başka türlü de olabilirdi. Aynı duygusal bağ olmuyor erkekler arasında. Şimdi ben iki erkek çocuk yetiştiriyorum, buna da çok dikkat ediyorum; ama kızlarla çok kavga ettiğimiz oluyor. Eskisi kadar olmuyor tabii. Büyürken daha çok olmuştu ama, bizde üçüncü kişiye karşı cepheleşme gibi bir şey var. Küçükken annemlere, anneanneme karşı cepheleşirdik. Birimize kızardı, hepimiz bir cephe olurduk. Onu yaşatıyoruz hâlâ. Hangimiz babamızın şirketlerine daha çok sahip çıkabiliyoruz diye bunu babaya kanıtlama gibi bir psikolojiniz var mı? Bence hepimizin kendini babaya kanıtlama gibi bir şeyi var. Mutlaka hepimiz böyle bir şey içindeyizdir. Onun yarattığı bir gerilim oluyor mu? Çok olmuyor. Hepimiz hayatımızın farklı farklı dönemlerindeyiz. Ablam Arzu’nun iki çocuğu var, büyüğü 12 yaşında.. 15 yıllık evli. O hayatın başka bir döneminde. Ben iki tane küçük çocukla bir başka dönemindeyim. 7 yıllık evliyim. 7 yıllık iş hayatındayım. Hanzade henüz bekar. İş hayatına gireli 3–4 yıl oldu. Begüm daha okuyor, şu anda ‘nereye, nasıl geleceğim, ne yapacağım’ onları sorguluyor. Biz bunları sık sık tartışıyoruz. Herkes kendi bildiğinin en iyi olduğunu düşünüyor. Begüm geldiğinde nerede çalışmaya başlasın konusunda bile herkesin çok iyi bir fikri var. Nedir o fikirler? Mesela Hanzade diyor ki “Begüm gelsin benimle birlikte Milliyet’te başlasın.” Ben diyorum ki “Acaba Begüm medya dışında mı bir yerde çalışsın?” Begüm, “Kendi başıma bir şey mi başlatayım?” diyor. Bunu destekleyenler de var. Yani hepimiz için bu hayati bir konu oluyor. Büyük aile bizi çok zorluyor. Baba ne diyor bu işe? Babam daha fikrini belli etmiş değil. Hanzade Hanım’ın nasıl bir evlilik yapacağını düşünüyorsun? Herhalde daha olgun biriyle evlenir diye düşünüyorum. Hanzade’nin gönlünü alacak, take care edecek, ama aynı zamanda da ona özgürlüğünü verecek vs. Onun için sanki bana biraz böyle yaşlı, birazcık daha Hanzade’den beş–altı yaş büyük gibi. O kaç yaşında? 30 yaşında. Begüm? 26 yaşında. O da şu anda Stanford’da okuyor. Bir senesini doldurdu. Bir senesi daha var. Niye hepiniz grubun medya ayağıyla ilgilendiniz, neden başka dala yönelmediniz? Burası çok çekiyor. Babam da medya aşkıyla yaşayan birisi. Onun bize verdiği bir şey var. Hep iş konuşuluyor falan deyince, bizde iş, alınmasın diğerleri; ama daha çok medya ağırlıklı. Çünkü güç medyada daha iyi görünür. Belki de güç istiyorsunuz. Burada değil de, ben grubun başka bir şirketinde genel müdür olsaydım, aynı şekilde yine ön planda olabilirdim. İlla ki bu güç isteği mi bilmiyorum. Bence medya çok seksi, çok keyifli. Çok büyük bir challenge. Aynı zamanda da bizim de ana işimiz bu gibi düşünüyoruz. Ara sıra babanıza diyor musunuz, “Baba, bütün şirketleri sat, biz sadece gazetecilik yapalım”? Iıh. Gerçekten ailede böyle bir tartışma yok mu? Eeeee böyle bir tartışma... Çok iyi fırsatlar geldiğinde yani, iyi bir iş varsa o işi de, iyi iş kadınları olarak reddetmiyoruz. Tabii ailenin diğer fertlerinden en azından bir kişinin, diğer şirketlerde olması iyi olurdu. Belki Begüm girer diye umut ediyorum. Babana “Baba, Dışbank’ı sat Allah aşkına, bu baş belası, Petrol Ofisi’ni sat, biz gazeteciyiz, gazeteci olarak kalalım” demediğine emin misin? Evet, eminim. Niye satalım ki? Çünkü onlar da iyi işler. Maalesef banka yönetimi o kadar cazip bir iş değil bana göre. Keşke aileden birileri de orada olsa. Şimdi sen Hürriyet’in başındasın, Arzuhan Kanal D’nin başında. Hanzade Milliyet’te, Müthiş bir harmoni. Aydın Bey’in kızları arasında bir iktidar mücadelesi var gibi de okunabilir mi bu “harmoni”? Bence burada iktidar mücadelesi yok. Hepimiz grubun çok önemli şirketlerinin başındayız ve buraya da hak etmiş bir şekilde geldik, iyi de yönetiyoruz. Bu da müthiş büyük bir şans. Bu paylaşım nasıl oldu? Babanız mı, “Kızım sen buraya git, kızım sen de şuraya git” dedi, yoksa erken davranan mı kazandı? Erken davranan kazandı diye bir şey yok. Hanzade, Doğan Online’ı kurdu geldiğinde. Milliyet Gazetesi’nin başına yeni geldi. Arzu, ben daha Amerika’dayken, Kanal D’ye başlamıştı. O televizyonculuğu çok seviyordu. Ve Kanal D’nin bütün kuruluş aşamasından itibaren içindeydi. Ben okurken de buraya gelmiştim, gönlüm hep Hürriyet’teydi. Babam Hanzade’ye “Gel Milliyet’e. Milliyet’in sana ihtiyacı var” dedi. Ama ben babamın “Vuslat Hürriyet’e gel, çalışmaya başla” dediğini hatırlamıyorum. O tamamen benim seçimimdi. Arzu’nun ise hiç hatırlamıyorum. Çünkü o zaman ben Amerika’daydım. Sen eşitler arasında birinci misin de, kaptan gemisi sana verildi? Hayır öyle bir şey yok. Ben gazete idaresinde olmak istiyorum diye karar verdiğimde Hürriyet bizim grubumuzda değildi. Ben Amerika’ya gittim, New York Times’ta çalıştım. Mastırımı yaparken Hürriyet’i aldık. Geldiğimde Hürriyet vardı, Milliyet vardı. Hürriyet tabii en cazibiydi, ben de Hürriyet’e girdim. En tepeye çıkmak için kaç basamağınız kaldı? Bir defa bizim aramızda bireysel kavgalarımız yok. Bunları aştık ve aşmaya da çalışıyoruz. Hayatımızı birbirimizle paylaşıp, önemli şeylerde de birbirimizin fikrini aldığımız için böyle bir şeyimiz yok. Bakarsanız aile şirketlerine, ikinci jenerasyonda yüzde atmış beşi gidiyor. Üçte bir ancak kalıyor üçüncü jenerasyonda. Bunun en büyük sebebi aile kavgaları. Biz şanslı bir grubuz. Önümüzde yaşanan tecrübeleri görebiliyoruz. Bugün, yarın için önlem alarak ilerliyoruz. Onun için benim ve kardeşlerimin hiçbirinde “en tepeye çıkacağım ve en tepede bir tek ben olacağım” gibi bir yönetim anlayışı yok. Aşmaya çalışıyoruz dedin. Zaman zaman kişisel şeyler oluyor. Mesela zaman zaman kızlar bana kızıyor. “Amma Hürriyetçi şapkanı giyiniyorsun Vuslat. Çıkar bu şapkayı” diye. Çünkü profesyonel olarak bu kurumda çalıştığım için zaman zaman Hürriyet şapkasını belki grubun üzerinde tutabiliyorum. Hemen ikaz alıyorum kızlardan. Aynı şeyler kızların başına da gelebiliyor. Birbirimizi ikaz ediyoruz. Burada hafif çaplı, doğal bir kıskançlık da var. Çünkü hakikaten Hürriyet hepsinin en tepesinde. Çocuklarınızı otomatikman üçüncü jenerasyon, idareci adayı olarak mı yetiştireceksiniz? Hayır, ne olmak istiyorlarsa o olur. Çok serbest yetiştireceğiz. Eminim bir ikisi, üçü, beşi girmek ister mutlaka. Mümkün değil hepsinin dışarıya gitmesi. Hiçbirinin bu kadar iyi bir işin içinde olmak istemeyeceğini zannetmiyorum. Misyonu doğal olarak alırlarsa alırlar, ama çocuklarımızı doğal yetenekleri doğrultusunda yetiştireceğiz. Hülya Avşar topluma kötü örnek oluyor Eşin Hacı Ömer Sabancı Holding’de strateji ve iş geliştirmeden sorumlu Proje Daire Başkanı. Bir iş rekabeti oluyor mu aranızda? İkiniz de hırslı, başarılı, az çok aynı tür aileden gelen iki insansınız. Başlarda oldu. Birbirimizle yarışmaya kalktık. Şu anda da hâlâ oluyor. Ama idare etmeyi öğrendik. O zaman idare etmeyi bilmiyorduk. Çok fazla konuşuyorduk, fazla paylaşıyorduk. Şu anda hiçbir şekilde konuşup paylaşmıyoruz. Çünkü o zaman rekabet etmeye de başlıyoruz. Doğan Grubu’nun girdiği birtakım işlerle, Sabancı Grubu’nun girdiği birtakım işlerin rekabet halinde olduğu durumlar oluyor. Bire bir rakip iki grup değil; ama mutlaka oluyor. Mesela Petrol Ofisi ihalesine Sabancı Grubu da girmişti. Enerji ihalesine girmişti. Nasıl etkiledi sizi? Bu tür şeylerde ben zevkten dört köşe oluyorum. Eğer biz kazanırsak, o da fevkalade üzgün bir şekilde eve geliyor. Eğer onlar kazanırsa, tam tersi. Onu da dizginledik şimdi. İlk günlerde şu çok oluyordu. O çalışıyor, o çalışırsa ben de çalışabilirim, ben çalışırsam o da çalışır diyerek, daha da tırmandırıp hırslarımızı, bir bakıyoruz ki, sadece işimiz var ve koridordan geçerken, merhaba Vuslat, merhaba Ali yapıyorduk. Onu dizginlemeyi, kendimize vakit ayırmayı öğrendik. Hatta evlendik, balayından geldiğimizin ertesi günü ben müthiş heyecanla Hürriyet’e geldim. Hürriyet’ten çıkıp eve gittiğimde saat dokuzdu. Ali’yi aramayı bile unutmuştum. Ali’nin suratı beş karış. Evliliğimizin ilk günü. Onu unutamaz, hâlâ söyler. O an o kadar savunmaya geçtim ki, yani bir dakika, evlendin Vuslat, hemen ipleri, dizginleri eline alman lazım psikolojisiyle, “Ben gazeteden asla gazeteyi almadan çıkmam, gazete sekizde dönüyor, bunu böyle bil” dedim. Evli erkeklerin çapkınlıklarına hoşgörüyle mi bakarsın, nefretle mi? Nefretle. Yani eşin seni aldatsa, Hülya Avşar gibi davranmazdın. Bence fevkalade de topluma kötü bir örnek oluyor Hülya Avşar. Bunu açık açık söylüyor: Her erkek aldatır, siz paşa paşa oturun. Kesinlikle katılmıyorum ve çok kızıyorum Hülya Avşar’a. Kadın iki ayağının üzerinde durmaya çalışmalı, eşi aldatırsa da ayrılmalı. Kendini dindar biri olarak nitelendirir misin? Allah’a inancım var, dua ederim, ara sıra oruç tutarım. Ama dindarım diyemem. Nurcan Akad ayrıldığında üzüldün mü çok? Çok üzülmedim. Çünkü Nurcan’ı çok severim. Nurcan için iyi deneme olacağını, Hürriyet için de başka fırsatlar açabileceğini düşündüm. Nitekim oldu. Enis Berberoğlu geldi, çok iyi bir değişim oldu. Neyire yazı işleri müdürü oldu. Başka arkadaşlar katıldı. Ara sıra bu tür değişikler kurum içinde yararlı. Onun yaptığı Akşam’ı nasıl buluyorsun? Çok daha iyi olmasını umut ederdim; ama olmadı. Bence cesareti, pırıltısı eksik. Beli bükük bir grubun gazetesi olduğu belli. Nurcan’ın yapabileceği pek bir şey yok.