İngiliz edebiyatının en büyük yazarlarından Virginia Woolf bundan 74 yıl önce bugün öldü. Virginia Woolf 1937'de BBC'de yayımlanan konuşmasında 'sözcüklerin zanaatkarlığa neden yaramadığını' anlatıyor.
Abone olİngiliz edebiyatının en büyük yazarlarından Virginia Woolf bundan 74 yıl önce bugün öldü.
Romanları, kısa öyküleri yanında geriye mektupları, günlükleri ve elbette edebiyat üzerine yazdıkları kaldı.
Aşağıdaki metin ise Woolf’un 29 Nisan 1937 yılında BBC radyosunda “Words Fail Me” başlığı altında yaptığı konuşmalardan birinin uzunca bir kısmı. Bu program kaydı Woolf’un sesiyle tanışmamızı sağlayan, bugüne kalan tek kayıt. Bu konuşmasının başlığı ise “Craftsmanship”.
Woolf bu program için 3 Nisan 1937 yılında bir Cumartesi gününde günlüğüne şöyle yazmıştı: “Radyo programım 29’unda. Konu: sözcükler zanaatkarlığa yaramaz. Başlığa boş verip sözcüklerden bahsedeceğim; neden zanaatkarlığa yaramadıklarından. Sözcükler gerçeği söyler: kullanılmaya gelmezler. İlk dil olması gerektiğini söyleyeceğim: kurgu ve olgu. Sözcükler insanlık dışıdır... para kazandırmazlar- kendi başlarına olmak isterler. Neden. Kucaklaşabilmek, sürdürmek için, soyu.”
Woolf birkaç satırla daha devam ediyor günlüğüne bu program için notlar düşmeye. Fakat şimdi sözü günlükten alıp bundan 78 yıl öncesinden günümüze gelen ve söylediklerine bırakıyoruz. Woolf, kendisinden yüzyıllarca önce yaşamış William Shakespeare’in Macbeth oyununda kullandığı kelimelere atıfla başlıyor kelimelerle ilgili konuşmaya:
"Yeni kelimeleri, eski kelimelerle birleştirmek..."
cümlenin yaradılışı için ölümcüldür.""… Kelimeler, İngilizce kelimeler, yankılarla, anılarla, çağrışımlarla dolu, doğal olarak. Çok uzun yüzyıllardır insanların dudaklarında, evlerinde, sokaklarında, tarlalarında dolaşıyorlar. Ve bu da bugün onları yazmanın en büyük zorluklarından biri- başka anlamlar, başka anılar yüklüler ve geçmişte pek çok ünlü evliliğe imza attılar."
"Şu muhteşem “kızıla boyamak” sözcüğünü örneğin, “sonsuz denizleri” hatırlamadan kim kullanabilir? Eski günlerde, tabii ki İngilizce yeni bir dilken yazarlar yeni kelimeler icat edip onları kullanabiliyorlardı. Bugünlerde de yeni kelimeler icat etmek kolay, ne zaman yeni bir manzara görsek veya yeni duygular hissetsek dudaklarımızdan dökülüveriyorlar, ancak onları kullanamıyoruz, çünkü İngiliz dili eski."
"Yepyeni bir kelimeyi, aslında çok açık ama aynı zamanda esrarlı bir nedenle; bir kelime tek ve ayrı bir varlık olmadığı, diğer kelimelerin bir parçası olduğu için eski bir dilin içinde kullanamazsınız. Aslında, bir cümlenin parçası olana kadar o bir kelime değildir. Kelimeler birbirine aittir, ancak tabii ki, sadece muhteşem bir şair “kızıla boyamak” kelimesinin “sonsuz denizlere” ait olduğunu bilir. Yeni kelimeleri, eski kelimelerle birleştirmek cümlenin yaradılışı için ölümcüldür."
"Yeni kelimeleri uygun bir biçimde kullanmak için başlı başına yeni bir dil icat etmek zorundasınız, ve bu da, elbette buna da geleceğiz ancak, en azından şu an bizim işimiz değil. Bizim işimiz eski İngiliz dilinin şu anki haliyle ne yapabileceğimizi anlamak. Eski kelimeleri yeni dizilimler için nasıl yerleştireceğiz ki, hayatta kalsınlar, güzellik yaratsınlar ve gerçeği söylesinler? Soru budur."
"Ve bu soruya yanıt verebilen kişi dünyanın sunduğu şan tacı ne ise onu almayı hak etmiştir. Bir düşünün, yazma sanatını öğretebiliyor veya öğrenebiliyor olsaydınız bu ne anlama gelirdi. Elinize aldığınız her kitap, her gazete gerçeği söylese veya bir güzellik yaratsa. Ama görünen o ki, sözcükleri öğretmenin önünde bazı engeller var."
"Çünkü şu anda en azından yüz profesör geçmiş edebiyat üzerine dersler verirken, en az bin eleştirmen bugünün edebiyatını eleştirirken ve yüzlerce genç erkek ve kadın İngiliz edebiyatı sınavlarını en yüksek notlarla geçiyor olmasına rağmen, ders görmediğimiz, eleştirilmediğimiz, öğretilmediğimiz dört yüz yıl öncesinden daha iyi yazıp, o zamandan daha iyi okuyor muyuz? Bizim modern George dönemi edebiyatımız Elizabeth dönemi edebiyatına bir yama mı?"
"Peki, o zaman suçu kimin üstüne atacağız? Profesörlerimizin üzerine değil; eleştirmenlerin üzerine değil; yazarlarımızın üzerine değil; kelimelerin üstüne. Suçlanacak olan kelimelerdir. Onlar en vahşi, en özgür, en sorumsuz ve en öğretilemez olanlardır. Elbette onları yakalayabilir, ayırabilir ve sözlüklerde alfabetik bir sıraya koyabilirsiniz. Ancak kelimeler sözlüklerde yaşamazlar; onlar zihinde yaşarlar."
'Kelimeler sözlüklerde değil, zihinlerde yaşar'
"Eğer buna bir kanıt isterseniz, güçlü bir duygu anında kelimelere en çok ihtiyaç duyduğunuz o anda onları nasıl bulamadığımızı düşünün. Fakat sözlük orada işte; orada emrimizde hepsi alfabetik olarak sıralanmış bir yarım milyon kadar kelime var. Ama onları kullanabilir miyiz? Hayır, çünkü kelimeler sözlüklerde yaşamazlar, onlar zihinde yaşarlar. Sözlüğe bir kere daha bakın. Orada şüphesiz ki, Anthony ve Cleopatra’dan daha muhteşem oyunlar; Bülbüle Gazel’den güzel şiirler; Gurur ve Önyargı veya David Copperfield’ın, yanlarında amatörlerin ham beceriksizlikleri olarak kalacak romanlar vardır."
"Bu, sadece doğru kelimeleri bulmak ve onları doğru bir sıraya koymak meselesidir. Ama bunu yapamayız çünkü onlar sözlüklerde yaşamazlar; onlar zihinde yaşarlar. Ve zihinde nasıl yaşarlar? Farklı ve tuhaf bir biçimde, insanların yaşadığı gibi sağa sola yayılarak, aşık olarak ve eşleşerek yaşarlar."
"Merasim ve adetlerle bizim kadar ilgili olmadıkları doğrudur. Asil kelimeler, avam kelimelerle çiftleşir. İngilizce kelimeler canları isterse, Fransızca kelimelerle, Almanca kelimelerle, Hintçe kelimelerle, Siyah [Negro] kelimelerle evlenirler. Aslında, sevgili İngilizce annemizin geçmişini ne kadar az kurcalarsak, bu hanımefendinin itibarı için o kadar iyi olur. Zira kendisi başı boş dolaşan alımlı bir genç kızdır.
"Dolayısıyla böyle ıslah olmaz bir çapkın için kurallar koymak beyhudedir. Birkaç önemsiz gramer ve yazım bilgisi kuralı dışında hiçbir şeyle onları sınırlayamayız. Onlarla ilgili söyleyebileceğimiz tek şey; yaşadıkları derin, karanlık ve sadece gelişigüzel bir biçimde aydınlatılmış mağaranın –zihnin- kıyısında durup onlara dikkatle baktığımızda onlarla ilgili söyleyebileceğimiz tek şey, insanların onları kullanmadan önce düşünmelerinden ve hissetmelerinden hoşlandıklarıdır, ancak onları düşünmek ve hissetmek onlarla ilgili değil, farklı bir şeyle ilgilidir."
"Oldukça hassastırlar, kolayca içe kapanabilirler. Saflıklarının veya katışık hallerinin tartışılmasından hoşlanmazlar. Eğer Saf İngilizce Topluluğu oluşturursanız, hemen katışık İngilizce topluluğu kurarak size kırgınlıklarını, bunun sonucu olarak da çok modern bir dilin yapay hiddetini göstereceklerdir; bu püritenlere karşı bir protestodur. Aynı zamanda oldukça demokratlardır; bir sözcüğün diğeri kadar; eğitimsiz kelimelerin eğitimliler kadar; işlenmemiş kelimelerin işlenmiş olanlar kadar güzel olduğuna inanırlar, onların toplumunda rütbe ve unvanlar yoktur. Ne bir kalemin ucunda bağlamından koparılmayı ne de ayrı ayrı incelenmeyi severler."
'Değişim doğalarında var'
"Cümlelerde, paragraflarda, bazen sayfalar boyunca birlikte yaşarlar. Kullanışlı olmaktan nefret ederler; para kazanmaktan nefret ederler; herkesin önünde onlarla ilgili dersler verilmesinden nefret ederler. Kısaca, onları sadece bir anlamla ile damgalayan veya onları tek bir yaklaşıma hapseden her şeyden nefret ederler, çünkü değişim onların doğasıdır."
"Belki de bu; değişikliğe olan ihtiyaçları onların en çarpıcı özellikleridir. Çünkü yakalamaya çalıştıkları gerçek çok yönlüdür ve onlar bunu ancak çok yönlü var olarak iletebilirler, önce şurayı, sonra burayı aydınlatırlar. Böylece bir kişiye bir şey ifade ederler, ötekine başka bir şey; bir nesil için anlaşılamazlardır, bir sonraki nesil içinse gün gibi ortadadırlar. Ve işte bu çetrefilli halleri, farklı insanlara farklı şeyler ifade etme güçleri nedeniyle hayatta kalırlar. Belki de bugün büyük bir şair, roman yazarı veya eleştirmene sahip olmamamızın nedeni kelimelere özgürlüklerini vermeyi reddetmemiz olabilir. Onları bir anlama sıkıştırıyoruz, kullanışlı anlamlarıyla, treni yakalamamızı sağlayan anlamlarıyla, sınavları geçmemizi sağlayan anlamlarıyla..."