Varlık ibresi kıbleyi göstermez!
Bizi düşmanlarımızın top ve tüfekleri değil ama kendi içimizden insanların ayağımızın altına koyduğu çakıl taşları yok edecektir.
Ülkemiz son yıllarda, özellikle de son günlerde "varlık" ve servet üzerinden büyük tartışmalara sahne oluyor. Yıllardır en zor badirelerden yüz akıyla çıkan muhafazakâr camia maalesef varlıkla olan imtihanda kıblesini (doğru yolunu) şaşırmış durumda.
Kürşat Ayvatoğlu özelinde yaşanan ve ortalığa saçılan "varlık" tartışmaları artarak devam ediyor. Bir büro elemanı olan Ayvatoğlu’nun yaşadığı hayat tarzı ve sahip olduğu varlığın savunulacak bir tarafı yok.
Ben bütün bunların dışında bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.
Aslında bu konuda daha önce defaatle birçok üstat ve yazar tarafından yazıların kaleme alınmış olması ve uyarı mahiyetinde çaba sarf edilmesine rağmen “varlık” tuzağına düşülmüş olması beni derinden etkiliyor.
Aliya İzzetbegoviç’in çok vecizane bir şekilde ifade ettiği “Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür.” sözünün “refah içinde ölme” kısmına acı bir şeklide tanıklık ediyoruz maalesef.
Ne mutlu bana ki “acılar” kısmına da şahitlik ettim. Özellikle gençler tarafından yazılan destanları görme bahtiyarlığına erişti bu gözler. Müşahede ettiğim medeniyet inşa edebilecek potansiyele sahip gençler oldu.
O zamanlar o acıları çeken insanların yakın bir gelecekte kıblelerini şaşıracaklarını söyleseler asla inanmazdım. Ama çürüme ve kokuşma çok çabuk başladı maalesef.
Peki bunun önüne geçilebilir mi?
Tekrar o eski şuurlu gençlerin mücadelesi verilebilir mi?
Kıbleyi şaşırtan varlık şatafatı tuzağından kurtulunabilir mi?
Elbette ki evet…
Yeter ki yaşananların farkına varabilelim.
Yaşanan kokuşmuşluğu görebilelim.
İnsanların kıblesini şaşırdığını, kendine yeni putlar edindiğini anlayabilelim.
Yok eğer bunları yapmak yerine tozları halının altına saklamayı tercih edersek;
“Bizim mahallenin hırsızı iyidir” körlüğüne kapılırsak;
“Bizim çocuklar yanlış yapmaz” gafletine kapılırsak;
İşte o zaman vay halimize…
Koskoca Osmanlı Devlet-i Aliyyesi’ni yutan tarihin o karadeliği bizi de yutacaktır.
Bundan asla şüpheniz olmasın.
Bizi düşmanlarımızın top ve tüfekleri değil ama kendi içimizden insanların ayağımızın altına koyduğu çakıl taşları yok edecektir.
Düşman ne yaparsa yapsın, kimle iş birliği yaparsa yapsın zerre kadar bize zarar veremez ama bizim kendi etrafımızda olan bitenlere karşı olan körlüğümüz, nemelazımcılığımız bizi tarihin darağacında sallandıracaktır.
Maalesef bugün siyasetçimiz de alimlerimiz de hocalarımız da ailelerimiz de topyekûn üç maymunu oynamaktayız: Görmüyoruz, duymuyoruz, konuşmuyoruz…
Eğer Kürşat Ayvatoğlu ile birlikte ortalığa saçılan pisliklere karşı da aynı tavrı sürdürmeye devam edeceksek gelin hep birlikte acılar içinde doğan davamızın ruhuna birer el-Fatiha okuyalım.
Lütfen ama lütfen,
Ey siyasetçiler,
Ey alimler,
Ey hocalar,
Ey anne-babalar,
Yalvarıyorum size…
Ne olur bu sefer bari sessiz kalmayın.
“Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı kurtaramaz hiçbirimizi…
Yarın “ben demiştim” demek de fayda etmeyecek.
Eğer hep birlikte kıblesini şaşıran bu haddini bilmezlere biz bir çeki düzen vermezsek yarın başkaları bizi nizama sokmak için sıraya girecektir.
Köprüden önce son çıkış olan bu vahim durumu da es geçersek eğer, önümüzdeki uçurumdan aşağı yuvarlanırken atacağımız çığlıkların bir faydası olmayacak…