Vandalizm ve radikalizm arasında Ağaç/Orman konusu
İki uca savrulmuş bir mücadelede herkes yanlış olabilir mi?
“Eski İstanbul'da mimarînin saltanatına rekabet eden başka güzellik varsa, o da ağaçlardı. Fakat buna rekabet denebilir mi? Doğrusu istenirse, ağaç, mimarîmizin ve bütün hayatımızın en lütufkâr yardımcısıdır. Beyaz mermerle, yontulmuş taşla uyuştuğu kadar, harap çatı ile, süsleri bakımsızlıktan kaybolmuş, yalağı kırılmış çeşme ile de uyuşmasını bilir. O güneşin adına söylenmiş bir kasideye benzer...” diyor Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir adlı kitabında. Ağacın yaşanabilir şehir inşasındaki rolü üzerinde enfes bir ifade.
Evet peyzaj ve mimarinin vazgeçilmez unsurudur ağaç. Yaşam alanı ve sosyal hayat dışında ekosistem için de oldukça önemli. Özellikle orman ekosistemi doğanın çok önemli bir parçası.
Bazen son söyleneceği ilk söylemek daha kestirme bir yöntem. Çevre ve doğa konusunda çok riyakâr bir toplumuz. Evlerimiz bu kadar temiz ama sokaklarımız ve doğamız bu kadar kirli, hırpalanmış ve tahrip edilmiş olduğu için son söylemem gerekeni başta söyledim.
Bu hırpalanmışlığın ve tahribin tarihsel sebepleri de var. Anadolu coğrafyası, çok uzun süreden beridir insan yerleşimine açık ve bu yüzden çok uzun süredir doğası istismar ediliyor. Ayrıca sürekli farklı kavimlerin uğrağı olduğu için savaş ve yıkıma da maruz kalmış. Ahmet Arif Anadolu’yu konuştururken bu konuda şikayetlenir:
“Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
……,
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
…..”
Ancak toplum olarak bu tarihsel süreçten bağımsız bir şekilde halen doğa ile ilgili ciddi zihinsel ve manevi sorunlarımız var. Son zamanlarda sosyal medya üzerinden bir hassasiyet oluşsa da hala yaşadığımız topraklar ve doğası ile barışık bir yaşam şekli geliştirebilmiş değiliz. Yani hala bu toprakların ve doğanın yerlisi gibi davranmıyoruz. Doğaya karşı bu ruhsal yabancılık, doğayı sevenlerde de doğa diye bir derdi olmayanlarda da bir şekilde var.
İlkin, doğa diye bir derdi olmayanlara bakalım…
Doğa/tabiat/çevre/ekoloji diye bir derdi olmayan topluluk, hepimizin gözü önünde. Maden ocaklarından ve turizmden gelecek gelir uğruna doğal tahribatın her türlüsünü kanıksamış olmayı hatta ateşli bir şekilde savunmayı görüyoruz. Sosyal medyada gün geçmiyor ki bu konuda paylaşımlar yapılmasın. Kaz Dağları hala ulusal gündem. Uzungöl’ün durumu içler acısı. Doğu Karadeniz yaylaları işgal altında. En son dün itibari ile Ayder Yaylasının da imara yani betona açılacağını öğrendik...
Kentlerimizin etrafındaki orman sahalarının imara açılması adına tahrip edilen doğal hayat ise hepimizin gözü önünde…
Çok uzağa gitmeyelim diyorsanız, mesire alanlarına bir bakın. Tabiata evimiz gibi değil bir otobüs dinlenme tesisinin helası gibi davranıyoruz.
Restorasyon rezaletleri bir başka yara.
Restore edilen eserlerin yeni halleri ile restore edilmeden önceki hallerini karşılaştırmak bile bu durumu anlamak için yeterli. Tanpınar’ın deyimi ile mimarîmizin ve bütün hayatımızın en lütufkâr yardımcısına çekilen muamele vahim. Beton döken işçiler ve iş makinalarının çalışması uğruna yüzlerce yıllık ağaçlar göz kırpılmadan kesilmekte. Fatih Külliyesinin restorasyonu, Mevlâna müzesinin çevre düzenlemesi ve daha birçok yerde çok hoyratça ağaç kıyımı yapıldı/yapılmakta.
Bu tahribin üzerine bir de insan kaynaklı orman yangınları var. Çevreyi terörize edenlerin, yeryüzünde kurmak istedikleri cehennemleri uğruna yaktıkları ormanlar için lanet okumaktan başka diyecek bir söz yok. Çünkü söz bitiyor.
Maalesef sigara izmaritleri, söndürülmemiş piknik ateşi gibi aymazlıklar da aynı şekilde sonuçlanıyor. Toplum bu halde olunca yönetim pratiğimiz de çok farklı olmuyor.
En son İzmir’deki orman yangınlarında gördüğümüz şekliyle tabiattaki en sıradan olaya karşı bile bir eylem planımız ve hazırlığımız yok. Orman yangınlarına müdahaleyi adi bir politik mesele şeklinde ele alan bir yaklaşımımız var. En akıllısı, karşıt partinin belediyesinin kestiği ağaçların arkasına gizlenmeyi matah bir çevre söylemi zannediyor.
Oysa bazı meselelere partizanca yaklaşılmaması gerekiyor. Doğal denge ve buna dair adımlar, partiler ve hatta devletler üstü bir konu. Ayrıştırması değil birleştirmesi gereken konuların başında geliyor çevre. Bu yüzden çevre ile ilgili yapılan yanlışlardan -orman yangınlarına müdahalede sergilenen acizlik vs. konulardan- politik rant devşirmek de bu hataları, surda bir gedik açılmaması adına ölesiye savunmak da eşit derece sakil hareketeler.
Doğa, orman ve ağaç konusundaki genel cehaleti ve bu konudaki lüzumsuz çıkışları ve yanlış uygulamaları bir sonraki yazı(lar)da ele alacağım.