BIST 9.420
DOLAR 34,51
EURO 36,37
ALTIN 2.843,85
HABER /  GÜNCEL

Vali Güler'den Ankara'ya sitem

İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul’un en büyük sıkıntısının Ankara olduğunu savundu.

Abone ol

Türkiye’nin en büyük şehrine bir yıl önce mülki amir olarak atanan Muammer Güler, İstanbul valisinin ikinci başbakan gibi geniş yetkilerle donatılması gerektiğini söyledi. Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman’a konuşan Vali Muammer Güler, “İstanbul’un en büyük sıkıntısı Ankara’dır. İşler Ankara’dan daha ağır, daha pahalı, daha isabetsiz yürüyor. İstanbul, Türkiye’nin yarısına yakın kaynaklarını üretip kullanıyor. Diğer yarısında çok büyük sıkıntılar olduğu zaman bu yarıyı çok fazla etkilemiyor. Ama burada meydana gelebilecek sıkıntılar, öbür tarafı perişan ediyor.” şeklinde konuştu. Güler’e göre geniş yetkilerle donatılacak İstanbul valisi de halk tarafından seçilmeli. Muammer Güler, tam bir işkolik. Vali olarak bir gün bile izin kullanmamış. Görevi gereği sürekli resmi kıyafetle dolaşmak gerektiğini söylüyor. Halkın içine sivil kıyafetlerle giren ve her türlü aktiviteye katılmaya özen gösteren merhum Recep Yazıcıoğlu için, “Onun fikirlerine en yakın valilerden biri benim. Acaba Yazıcıoğlu, İstanbul valisi olsaydı bütün bunlara vakit bulur muydu? Zorlanabilirdi burada.” yorumunu yapıyor. Cumhuriyet döneminin 21’inci İstanbul valisisiniz. Cumhuriyetten önce de iki vali var. Bu benim beşinci valiliğim. Mesleğimin olgun bir döneminde buraya atandım. İstanbul valiliğinin diğer valilikler gibi projelere çok ayıracak zamanı yok. Ama genel koordine açısından bir noktayı yakaladım ben. Otorite boşluğu var dediler. Hayır kardeşim tam tersine, otorite bolluğu var. Mesela İstanbul’daki trafiğin 17 ayrı sahibi var. İşte o bolluğun önü kesilecek. Ne zaman? Kamu Yönetimi Temel Kanunu çalışması yapılıyor. Tasarının hazırlayıcı ekibinde yer alıyorum. Kamu yönetimi, bu sistemi taşıyamaz hale geldi. Kamu hizmetlerinin yüzde seksen beşi, merkezi idare tarafından yönetiliyor. Merkezi idare de üzerine aldığı görevlerin tamamına yakınını Ankara’dan görüyor. İstanbul’un en büyük sıkıntısı Ankara’dır. İşler Ankara’dan daha ağır, daha pahalı, daha isabetsiz yürüyor. Yeni kanun, hangi hizmetlerin merkezi idare, hangilerinin yerel yönetimler tarafından yürütülmesi gerektiğini ve bunların arasındaki koordinasyonu belirleyecek. Yaza kadar kesin çıkar kanun. Tasarıya göre, güvenlik, din, dış politika, istihbarat hizmetleri ve milli eğitimin sadece müfredat belirleme çalışmalarını Ankara alıyor. Kalan hizmetlerin tümü taşraya aktarılıyor. Milli eğitim, sağlık ve bayındırlık hizmetlerini il idaresi, kalan hizmetleri belediyeler üstlenecek. Belediye sınırları dışında da yine il idaresi üstlenecek. Böylece Ankara’nın taşra kuruluşu kalmıyor. Yani öğretmen atamalarına Milli Eğitim Bakanlığı karışmayacak mı? Evet. Bakanlık sadece eğitim programlarını düzenleyecek.. Ben elimdeki kaynakla, nereye okul yapacağımı, öğretmen dağılımını nasıl yapacağımı saptayacak, gerektiğinde sözleşmeli personel çalıştırarak performans denetimi uygulamasına geçeceğim. Devlete bugün kapağı atana, 61 yaşına kadar, hiçbir kuvvet dokunamıyor. Ama vali dahil bütün memurlara sözleşmeli statü getirirseniz, performans denetimiyle beraber işlediğinde o özel sektörde çalışırken nasıl büyük gayret gösteriyor, işinden olmamak için her türlü fedakarlığı yapıyorsa, devlette de aynı şeyi yapacaktır. Bu yasa çıkarsa İstanbul valileri Türkiye’nin ikinci başbakanları olacak galiba. Olmasında da fayda var. İstanbul Türkiye’nin yarısına yakın kaynaklarını üretip kullanıyor. Diğer yarısında çok büyük sıkıntılar olduğu zaman bu yarıyı çok fazla etkilemiyor. Ama İstanbul’da meydana gelebilecek sıkıntılar, öbür tarafı perişan ediyor. Bu yasa çıktıktan sonra, sıra valilerin halk tarafından seçilmesine mi gelecek? Zaten olay oraya doğru gidiyor. Madem bu kadar yetkili, bu kadar güçlü bir valiyi atamayla tutamazsınız. Türkiye eğer buna hazırsa, ben valilerin daha şimdiden seçimle gelmesini istiyorum. 32 ilçenin 27’si metropolün içinde olan İstanbul valiliği her bakımdan zor. Buna rağmen en büyük hayaliniz İstanbul valisi olmaktı. Zorluğunu biliyorum ama İstanbul valisi olmak, her idareci için son derece önemli bir beklentidir. İddialıydım. İdealime kavuştum. Hedefinizi yüksek koyacaksınız. Bu kadar büyük bir hedefe ulaşabilmek için, ne tür taktikler uyguladınız? Bu toplumun değerleriyle bütünleşmişim. Kendimi, bu milletin evladı gibi görürüm. Sekiz çocuklu mütevazı bir PTT memuru Mahmut Güler’in oğlu şu anda İstanbul valiliğine gelebilmişse, bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin büyüklüğünü gösterir. Hiç mi siyasi taktiğiniz olmadı yani? Siyasi taktik yok. 1982’de İçişleri Bakanlığı Personel Şube Müdürü olarak atandım. Akabinde gelen bütün hükümetler benimle çalıştılar. 1991’de genel müdür oldum. Personel Genel Müdürlüğü’ne atanmış olan bir kimse, kesinlikle vali olur. Beni bir iktidar personel genel müdürü yaptı, tam tersi bir iktidar geldi, vali yaptı. Niğde, Kayseri, Gaziantep, Samsun valiliklerinde olumlu izler bıraktım. Vatandaş münasebetlerinin iyi tutulması benim özel taktiğimdir. Çok çabuk düşünen, çok çabuk karar veren, yerine göre bürokrasiyi by–pass etmeyi çok iyi bilen bir insanım. Sekiz kardeşin içinde siz kaç numarasınız? Ben iki numarayım ama fiilen bir numarayım, karakterim dolayısıyla. Şu anda evin babası benim. Bizde hâlâ ataerkil aile yapısı devam eder. Kardeşlerimin hepsi bana baba gözüyle bakar. Evin yöneticisi annemin vekil harcı, kardeşlerimle ilgili sorunların takipçisi, koordinatörü, yönlendiricisi, emredicisi benim. Siz başınızı nereye dayıyorsunuz dinlenmek için? Birçok şeyi eşimle paylaşırım, annemle paylaşırım. Annemle önemli bir ikiliyiz. Annem beni evin direği gibi kabul eder. Babam 65 yaşında rahmetli oldu. Mardin kültürü mü bu? Mardin kültürü sayılabilir. Yetişme kültürümüz de böyledir. Ben Mardin’den 54’te ayrıldım. Babam 1985’te emekli oldu. Yani 31 senedir memleketine gitmiyordu. Emekli ikramiyesini oraya çıkardı, oraya gittiği gün rahmetli oldu. Ben de gittim, cenazeyi aldım geldim. Benim bütün Mardin’i görüşüm, bu yarım gündür. Annem Bayar ailesindendir. Anneannem Ensari’dir. Çok köklü ailelerdeniz. Sayın Vali, eşofmanlarımızı giyip Yıldız Parkı’na gitsek sizinle, orada konuşsak. Benim için gerçekçi olmaz. Benim öyle yaşadığım bir hayat yok ki. Eşim bile beni pek takım elbisesiz görmedi. Hiç ceketsiz gezmem. İdarecilik ruhuma girmiş. Ruhunuz da bu kadar kravatlı mı? Kravatlı olmak istemiyor aslında. Ama ben daha evimin bahçesini tam olarak görmedim. İşimi çok abartırım, ailemin önüne almışımdır. Bir tane hayatı var insanın. Tümünü işe adamaya değer mi? Bilemiyorum ama İstanbul valiliğine gelirken ödediğim çok bedeller var. En büyük borcum ailemedir. 33 yaşımda girdim İçişleri Bakanlığı’na. 43 yaşımda ayrıldım, vali olarak. Bir gün izin kullanmadım. Bende sorumluluk duygusu çok gelişmiştir. İşim varsa eve gitsem de istirahat edemem. Davetlere gitmek istemem. Geldiğimden beri hiçbir cumartesi pazarım boş geçmedi. Benim uyku haline geçişim bile çok zordur. Daha önceki valilik döneminizde de bir tane şarkı söylerken fotoğrafınız yok. Mesleğin çerçevelediği önemli sınırlamalar var, onları göz ardı edemezsiniz. Rahmetli Yazıcıoğlu nasıl bir modeldi peki, her ikisini birden başarıyordu? Onun fikirlerine en yakın valilerden biri benim. Acaba Recep Yazıcıoğlu İstanbul valisi olsaydı bütün bunlara vakit bulur muydu? Zorlanabilirdi burada. Zamanınızın büyük bir kısmını aslında yapmak istemediğiniz şeylere ayırdığınızda ne hissediyorsunuz? Değişik topluluklara girip çıkıyor, bir gün içinde düğünden cenazeye kadar her bir gruba uygun yüz ifadesi geliştirmek zorundasınız. Bu, sizde ne yaratıyor? Kafada karışıklık yaratıyor, stres yaratıyor, yorgunluk yaratıyor. Hangisi benim, gülen mi, ağlayan mı, kızan mı, emreden mi; şaşırmıyor musunuz? Hepsini aynı sorumluluk duygusu içinde yapmanız gerekiyor. Ben ona alıştım artık. Bir düğünden bir cenazeye çok rahat adapte olabiliyorum. Kendinizi sürekli kontrol altında tutmak, patlama ihtiyacını büyütmüyor mu? Patlayacaksan kardeşim o zaman bu işi yapma. Başka iş yap. Patlamamak için, gazınızı ufak ufak nerede bırakıyorsunuz? İşte orada sabır unsuru devreye giriyor. Bu artık sizde bir alışkanlık haline gelmiş. Herkesin bir işi var. İyi bir idareci adam doktorudur, ben adam doktoruyum. İlk geldiğinizde “Protokol valisi olmayacağım.” demiştiniz. Bunu ne ölçüde başarabildiniz? Başardığımı düşünüyorum. İstanbul valisinin ertelemeyeceği temsil görevleri Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın gelişleridir. Bu üçünün dışındaki protokol görevlerini icra etmiyorum. İşin görünmeyen bir yönü var. Bütün kral, cumhurbaşkanı, devlet ve hükümet başkanı seviyesindeki yabancı konuklar İstanbul’a geliyorlar. İstanbul’da devletin temsilcisi benim. Bu nedenle de o konukların karşılanması, uğurlanması ve ağırlanması da benim görevim. Onun dışında hiçbir özel davete kesinlikle gitmiyorum, nefret ediyorum. Evimde kendi başıma yiyeceğim bir yemeği her şeye tercih ediyorum. En azından pijamamı giymeliyim, önüme güzel bir önlük koymalıyım. İstediğim yemekten istediğim tabak yiyebilmeliyim. Fotoğraf makineleri yüzüme patlamamış olmalı. Asgari nezaket kuralları sizi yoruyor. Ben orada diğerleri gibi kendimi koyuveremem. Beş kadeh içip sarhoş olamam, sanatçının karşısına geçip göbek atamam. Bir maç seyrederken havalara fırlayamam. En kötüsü de bu galiba. Hakemin bir yanlış kararını yuhalayabilmeli insan. Ben yuhalayamam efendim, ayıp olur. Ama içimde kalıyor tabii ki. Herkes maç seyrediyor, ben orada, bu insanlar buradan nasıl çıkacak, başlarına bir şey gelir mi, ihtimal hesaplarını yaparak, tedbirleri düşünüyorum. İçinizde kaldı o negatif enerji, heyecanlandınız, bağıramadınız. Gelip burada insanları mı haşlıyorsunuz? Hayır. Kontrol edeceksin kendini. Melaike falan da değilim. Kızdığım zaman da uf yakar, yıkarım. Tatlı sert bir adamım. Adamın hatasını gördüğüm an yüzüne de vururum, rezil de ederim. Ama onurunu kırmayarak. Haşlarım adamı valla, hiç bakmam gözünün yaşına. Etrafımda tembel, ebleh adam olmasından hoşlanamam. En rahat eden memur hiç çalışmayan, salak, geri zekalı memurdur, çünkü benim yanıma yanaşamaz. Ben zeki, pratik adamla çalışırım. Leb demeden, leblebiyi anlayacak. Ben şöyle baktığımda ne istediğimi bilecek. İlk geldiğinizde hatırlıyorum, “Uyuşuklarla çalışmam, ayak uyduramayan gider.” diye meydan okudunuz. Kaç kişi döküldü? Valla onlar dökülmese bile ben, onları döktüm. Ebleh adama iş tarif edemem, tez canlıyımdır. Birçok şeyi de kendim yaparım. Telefonlarımın çoğunu kendim çeviririm. Birçok telefon numarası aklımdadır. Konuşma stilinizden belli, sanki aceleniz var. Evet, her şeyin acele yapılmasından yanayım. İstanbul’da birçok şeyi uyuşuk şekilde yaparsanız görevinizi eksik yaparsınız. Hâlâ sigara kullanıyor musunuz? Bu sene sigara ile tanışıklığımın 41’inci yılını kutluyorum. 13 yaşında başladım. Sigaraya bağımlıyım. Aramızda bir vefa borcu mu var acaba, onu bırakamıyorum. Bir ara akupunktur yaptırıyordunuz... Ondan da vazgeçtim. Çünkü benim akupunkturları kafama yapmak lazım. Beyne yapılan akupunktur olmadığı için, hiç faydası olmadı bana. Boşalmak için tek çıkış sigara bana. Sigara endorfin üretiyor çünkü. Son yirmi yıldan beri de saat 16.00’ya kadar sigara içmemeye programlıyorum kendimi. Cumartesi pazar oldu mu bunu 12.00’de başlatıyorum. Daha sonra da beş tane içmeye çalışıyorum. İçkiyle aranız nasıl? Yok içmiyorum. Ama Hukuk Fakültesi yıllığında adınız “Şarapçı Muammer” diye geçiyor. Böyle öğrenciler arasında oturduk, kim ne kadar içecek gibisinden. Delikanlılık döneminde içiyordum tabii. Şöyle bir espriydi: Arkadaşlar toplandığımızda, çokça şarap içilen bir toplantı vardı. Oturdular, şu kadar kişi, şu kadar şarap içtiler gibisine yazılmış bir yazı... Çocuklarınız genelde ortalıkta pek görünmüyor. Göstermemeye çalışıyorum. Çocuklarımın o anlamda pek fazla talepleri de yok zaten. Oğlum, artık kişiliği oluşmuş, 25 yaşında bir çocuk. Kızım üniversite öğrencisi. Laiklik anlayışınızın çerçevesi ne? Laiklik bana göre bütün inanışların, bütün özgürlüklerin şemsiyesi. Laikliği, insanların inançlarını hoşgörüyle karşılama, birbirine tahammül edebilme olarak değerlendiriyorum. İlla fikri birbirine dayatma, şu doğrudur, bu yanlıştır demek değil. Zaten AB konsepti de bunu gerektiriyor. Siz zengin bir adam mısınız? Değilim. Batıkent’te kardeşimin oturduğu bir kooperatif evim var. Ankara’da çocuklarımla beraber oturacağım Dikmen’de bir ev aldım. Annemin oturması için kardeşlerimizle beraber aldığımız bir evimiz var. Bankada mütevazı bir param var. Onunla İstanbul’un normal bir yerinde bir daire alınamaz. Gaziantep ve Samsun’daki valilik döneminizden bazı anekdotlar toplamaya çalıştım. Bunların içerisinde çok olumlular da var, dedikodu niteliğinde olanlar da. Açıkça sorabilir miyim? Çok memnun olurum. Önce iyi olanlardan başlayayım. Sizin için ‘Turgut Özal’ın başka bir versiyonu’ deyimi kullanılıyor. “Özal kadar vizyonu geniş, halkla sıcak temas kurdu, bürokrasiye Özal’dan daha yakındır” diyorlar. Ben tabii Özal’ı, iş yapmak isteyen insanları harekete geçiren, bürokrasinin dar ve hantal kalıplarına sığmadan Türkiye’yi kalkındırmayı başaran bir adam olarak görüyorum. Ama Özal döneminde, sistemin kara delikleri de oluştu. Kara deliklerin üzerine biraz daha denetim anlamında gidilebilirdi. Özal, ‘yüzde 90 bunları yaparsak, yüzde 10 kaçak bir şey değildir. Kamu kendi içinde bunların emniyet supaplarını iyi ayarlarsa zaman içinde gidebilir’ demişti; ama emniyet supapları maalesef iyi ayarlanamadı. O anlamda bazı eksiklikler oldu. Olumsuzlara gelelim, Gaziantep’te en fazla silah ruhsatı, sizin zamanınızda verilmiş. Altı yılda 8 bin adet silah bulundurma ve taşıma ruhsatı. Bunların bazıları da PKK’dan yargılanan insanlarmış. Hatta sizden sonra vali olan Erhan Tanju gelince o ruhsatları geri almış. Nedir bunun aslı? Benden sonra Gaziantep valiliği görevini yürüten Sayın Tanju, maalesef, bize yönelik büyük sevginin etkisinde kaldı. Yaptığımız bütün işlemleri maalesef böyle denetletmek gibi bir eğilime girdi. Hiçbirinden de sonuç çıkmadı. Valilerin verdiği ruhsatlar içerisinde, ‘can güvenliğinden verilen ruhsat’ diye sert bir bölüm vardır. Valileri en çok rahatsız eden konu budur. Herkes bu anlamda silah ruhsatı almak istiyor. Söyledikleri rakamlar kesinlikle doğru değildir. Can güvenliği ruhsatlarının verilişinde takdir hakkımı geniş kullanmış olabilirim. Belli unvan ve makam sahipleri konusundaki takdir hakkımı çok rijit kullanmadım. Takdir hakkını çok rijit kullanan valiler de vardır. Bu, valilerin tarzıdır. Çok dar kullandığın zaman da başka sorunlara sebep oluyor. Bir iddia da Karkamış sınır kapısı ile ilgili. Sizin zamanınızda sadece Mardin ve Cizre illerinde mazot ve fuel–oil taşımasında kullanılıyormuş. Güya bütün kaçakçılara göz yummuşsunuz. Daha sonra MİT ve JİTEM, PKK bu kapıyı kullanıyor diye rapor verince kapatılmış. Bu olay ne? Kesinlikle öyle bir şey yok. Karkamış kapısı benim dönemimden önce sınır ticaretine konan bir kapıdır. Oradaki sınır ticareti belli kurallara göre yürüdü. Şu anda kapalı değil; ama sınır ticaretine son verildi. Ben sınır ticaretinin devamından yana tavır takındım ve şu andaki hükümetin konseptinde de bu var. Gaziantep’te altı buçuk yıl kaldım. Çok önemli hizmetlere imza attım. Her yerinde adımız var. Güya paraşüt operasyonu sırasında birtakım olaylar olmuş. Evinizi aramak istemişler... Yasin Altınbaş’tan rüşvet almışsınız... Orada bir kum ocağı varmış. O usulsüz bir şekilde bu adama verilmiş. Sizden sonra gelen vali o ocağı kapatmış. Makine parkına el koymuş. Sevcan Oteli’nin açılışını yapmışsınız. Bu otel fuhuştan kapatılmış. Sahibi Hikmet Sevcan aranan biriymiş, bir sürü dedikodu... Hiç biri doğru değil. Ben tabii tek kaynağını biliyorum onları söyleyenlerin; ama size söylemem. Sevcan Oteli’nin sahibi, annesi ve babası adına bir okul yapmak üzere bize başvurduğu için otelin açılışına katıldım. Otelin açılını yaptığımda aranmıyordu. Sonradan arandığına dair olan belgeyi saklayanlar hakkında soruşturma yaptık. Paraşüt operasyonu sırasında Gaziantep valisi olarak benim ismim karıştırılmaya çalışıldı. Kendisi hakkında müfettiş gelmesini isteyen tek valiyim. Ama müfettişe gerek duyulmadı. Buna da isyan ettim. Ve gelen müfettiş bütün her şeye baktı. Hakkımda yapılmış tek bir soruşturma emri yok. Niye sizi bulaştırmak istediler? Hangi arı kovanına parmağınızı sokmuştunuz? Fincancı katırlarını ürkütmektir bütün mesele. Paraşüt operasyonu ile uzaktan yakından ilgilimizin olmadığı anlaşıldı. Kum ocağı benim zamanımda verilmedi. Daha sonraki vali döneminde maliyeyle olan sorunları, şu anda da mahkemededir. Gaziantep, iş yapılmasından dolayı son derece takdir duyguları belirtilen bir il; ama belli bir kesim çıkar kapılarının bozulmasına alışmamış. Gaziantep geçmişi itibarıyla birçok illegal işin, birçok sıkıntılı işin cereyan ettiği bir il. Oralarda belli kesimlerin kaynaklarını keserseniz, birtakım sıkıntılar yaratabiliyor. Gaziantep’te arkamda çok büyük bir desteğin olduğunu biliyorum; ama bizi kullanmak isteyip de bizim sırtımızdan nemalanmak isteyen çok insanlar olmuştur. Onlara da prim vermemişizdir. Hizbullah operasyonunu başlatan ilk Gaziantep değil mi? Evet, Hizbullah’ın bir orduyu donatacak en büyük cephaneliği Gaziantep’te çıkartıldı. Bizzat benim başında bulunduğum operasyonda. Devlet bu kadar mezarı ortaya çıkarmada neden geç kaldı? Müsaade edilmeseydi bu kadar azgınlık yapabilirler miydi? Tabii Hizbullah operasyonu Türkiye için tespitte çok gecikilmiş bir durumdur. Tespitte mi, üstüne gitmede mi gecikildi? Üstüne gitmek konusunda bir şey diyemem, bilmiyorum çünkü. Bunların PKK’ya karşı olan yapılanması içinde kendi iç şeyleri gözden kaçmış olabilir. Hani kapkaç terörünü bitirecektiniz? Bitireceğiz demedik, en az seviyeye indireceğiz dedik. Kapkaçın organize bir suç olduğunu bileceğiz önce. İkincisi cezalar caydırıcı değil. İnfaz sisteminin ıslah ediciliği yok. Son yapılan düzenlemeler de buna tuz biber ekti. AB’ye uyumla ilgili olarak 18 yaşının altındakileri çocuk sayıyorsunuz, Çocuk Mahkemeleri Kanunu’na göre yargılıyorsunuz, asgari haddi üç yıldan az olan suçlarda da tutuklama yapmıyorsunuz. 10 yaşından itibaren çıkar amaçlı suç şebekeleri yönlendiriyor, sokakta yaşayan çocuklara bunlar işletiliyor. Buna rağmen nasıl asgariye düştüğünü hesaplıyorsunuz? Bu çetelerin üzerine gitmeye başladık. Sinekleri tek tek avlamak yerine, bataklığı kurutmanın yollarını arıyoruz. 4422 sayılı kanuna uygun şekilde DGM kapsamındaki bir suç gibi değerlendiriyoruz. Mobil elektronik sistem entegrasyonunu uygulamaya koyacağız. Madem ki cezalarımız caydırıcı, infaz sistemimiz ıslah edici değil, polisi delilden suçluya gidecek bir teknik kapasiteye, fiziki kapasiteye her an, her yerdeymiş gibi bir konuma getirmek zorundasınız. Başarmak için süreciniz ne? Üç ayaklı bir süreç. Birinci ayağı 8 milyon dolarlık bir proje. İstanbul’un dijital haritası var elimizde. Büyükşehir Belediyesi yaptı bunu, bize verdi. Şu anda Vatan Caddesi’nin altlarındaki yemekhaneyi kaldırıyoruz. Oraya uydudan çekilmiş, İstanbul’un bütün taşını, toprağını, sokağını, caddesini, apartmanını, gecekondusunu gösteren bir harita koyuyoruz. O haritanın üzerine bütün ekiplerimize GPS dediğimiz, coğrafi konumlarını belirleyecek aparatlar dağıtacağız. Hangi ekibin nerede olduğunu o yolda göreceksiniz. Onları istediğiniz yere bir anda yönlendirebileceksiniz. İkinci aşamada, ekiplerinizin en az yüzde ellisinde laptop olacak. Bütün bilgi sorgulamasını bir tek araç yapabilecek. Plaka okuma yeteneğini haiz olacak. Her bir araç, sanki seyyar bir karakolmuş gibi çalışacak. Bütün bilgiler orada olacak. Üçüncü ayağında da bu GPS’lerin içine bir alarm sistemi koyuyorsunuz. O alarm sistemi GSM şebekeleri üzerinden, emniyet komuta kontrol merkezi ile bağlantılı, evlerde, işyerlerinde, kuyumcu dükkanlarında, araçlarda. Bu söylediğimiz GPS’ler bulunduğu zaman en ufak ihbarı, en yakın polis laptoplarına coğrafi koordinat olarak düşüyor. Anında oraya ekipleri sevk etme imkanınız doğuyor. Görüntüleme imkanınız doğuyor. Bölgesel görüntü, kameralar koyuyoruz. Bugün Londra’yı 20 bine yakın kameranın kontrol ettiğini biliyor musunuz? Ama biz burada henüz hiçbir şeyi koymadık. Şimdi suçlunun yakalanma riskini artıracağız. Her üç ayağının takvimi bir senedir. Kaynak nereden bulunacak? 8 milyon doların yarısını ben İl Özel İdaresi olarak karşılıyorum. Ben işte bu anlamda bürokrasiyi aşan valiyim. İkinci kısmı da İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul Borsası’nın oluşturduğu bir konsorsiyum. Formülleri üretmek benim görevim. Ben kanunları iş yapma yönünde yorumlarım. İstanbul Özel İdaresi’nin böyle bir görevi yok ama biz kanunları yorumlayarak, bu konudaki kanuni değişikliklerin yapılmasında hükümeti zorlayarak bunu sağladık. İki tür idareci vardır. Bir şahin tipli, benim gibi by–pass yapan idareci. İkincisi de müfettiş kafalı, yani iş yaptırmayan idareci. Sizin bir dizi kahramanı olmanız yolunda şu anda kafamda bir fikir belirdi. Siz televizyonda İstanbul’u anlatan bir dizinin harikulade bir kahramanı olarak işlenebilirsiniz. Buradan senaristlere, televizyon yapımcılarına duyuruyorum. Gaziantepliler Zeugma’yı söylememişler size. Zeugma’nın gerçek kahramanı benim. Gaziantep genç işadamlarının onuncu kuruluş yıldönümünde en büyük ödülü bana verdiler. Ben o by–passı Zeugma’da, Gaziantep’teki köy altyapı yatırımlarında, Samsun sahil yolunun yapımında yaşadım. Eğer içinde bir suiistimal yoksa, derhal kuralları by–pass etmeyi bilirim, iş yönünden. Ben hep şu problemi aşmalıyım şeklinde bakarım. Bazıları da hep bahane üretmek anlamında bakarlar. Boğazımdan geçmez, geçirtmem de. İyi niyetle iş yapıldığı zaman hep şikayet olur. Hiç karışmayan, kaçmayan, çalışmayan, müfettiş kafalı, sürekli denetleyen adamı hiç kimse şikayet etmez; ama o adamın da yaptığı hiçbir şey yoktur arkasında. İstanbul ne zaman huzura kavuşur? İstanbul aynı büyüklükteki Amerika, Avrupa kentlerine göre huzurlu bir kenttir. Ama kendi içinde huzurlu değil. Olması da mümkün değildir. Bu kadar çok ilkesizliğin yaşandığı bir kentte siz ne bekliyorsunuz? İpek kumaştan ipek elbise, keten kumaştan da keten elbise olur. Bu kadar gelir uçurumunun yaşandığı, göçün bu kadar yoğun olduğu, sosyal adaletsizliğin, yolsuzlukların maalesef sistemden kaynaklanan bir şekilde had safhada olduğu bir yerde eğitilmeyen, umudunu birtakım şeylere bağlayıp da bulamayan, kültür seviyesi bu kadar geride olan insanlar ve böylesine bir çarpıklık içerisinde psikolojik bunalım yaşayan, iş bulamayan, aile sorunu çeken insanlar, bu kadar altyapı eksikliği varken, siz ne bekliyorsunuz? İstanbul’un sakinleri böyle sakin sakin oturdukça, başlarına daha çok şeyler gelecektir. Ne istiyorsunuz vatandaştan? Vatandaş İstanbul’u dikensiz gül bahçesi zannediyor. Bu kadar çarpıklık olacak, onlar rahat yaşayacaklar! Var mı böyle bolluk! Herkes kentliliğin bedelini ödeyecek kardeşim. Yeni yerel yönetimler yasası, kentlilik bilinci gibi bir şey getirecek. Katılımcılık var mı bizim toplumumuzda? Toplumumuz apartman yönetimine katılmıyor ya! Beldesi ile ilgili hiçbir soruna sahip değil. Adam yerde yatıyor, arabasının döşemesi kan olacak diye onu alıp götürmüyor. Bir apartmanda siz imdat diye bağırın, bakın kaç kişi çıkacak. Böyle bir toplum var mı efendim? Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın! Böyle anlayışlarla toplum bir yere varamaz. Katıldığım bir yemekte, çok saygın bir işadamının eşi, biraz da olayı küçümser tarzda, “Vali bey ne olacak bu hırsızlık, kapkaç konusu?” diye sorunca, “Hanımefendi evinizin, iş yerinizin, aracınızın sigortası var mı? Oturduğunuz sitenin özel güvenlik teşkilatı kuruldu mu?” diye sordum, “hayır” cevabını aldım. Kendisine dedim ki: “Hanımefendi, lütfen bunları bir an önce yapın. Bir de sizinle uğraşmayalım.” Siz daha sigorta ile tanışmamışsınız, böyle bir toplum olur mu? Senin kapını gelip polis mi bekleyecek? Polis hangi birine yetişecek kardeşim ya. Alacaksın tedbirini kardeşim. Önce eşeğini sağlam kazığa bağla. Gücün varsa sigortanı yaptır kardeşim. Fakir çocuklar özel okullarda okumalıydı Siz bu şehirde milli eğitimin de başısınız. Fakir öğrencilerin özel okullarda okutulması ile ilgili yasayı Cumhurbaşkanı’mız veto etti. Çocukların penceresinden baktığınız zaman acaba iyi mi oldu, kötü mü oldu? Sayın Cumhurbaşkanı’mız elbette son karar merciidir. Benim o konuyu tartışmaya hakkım yoktur. Ama ben bu projenin doğru olduğuna inanıyorum. Fakir çocuklarımızı oradaki kapasite boşluğundan yararlandırarak okutmak lazım. İnsanları eşitlik adı altında yoksulluğa doğru yönlendiren bir anlayış var. Bu eski anlayıştır. Bu kafa Türkiye’de iş yapmayan, iş yaptırtmayan kafadır. Seksen yıllık cumhuriyet tarihi, sağın veya solun mücadelesi olarak değil, iş yapmak isteyenlerle, istemeyenlerin mücadelesi şeklinde geçmiştir. Açıkça söylüyorum, zenginler, hali vakti iyi olanlar, milli eğitim masrafları konusunda devlete yük olmamalıdırlar. Devlet o yükünü fakir çocuklara doğru yönlendirebilmelidir. Yarın bir gün bizim çocuklarımız iyi yetişmezse, AB’nin aynı platformunda bizim çocuklarımızın sırtından onlar geçinecekler demektir. Bu özel okullarla ilgili kaygılar varsa işin ilgili kurumları vardır, onlar görevlerini yapar. Her öküzün altında bir buzağı arama paranoyasından nasıl kurtulunur? Yıllardan beri belli tabuların arkasından koşturmaya alıştık. Demek ki toplumdaki pek çok kesim, bunu bir beslenme kaynağı olarak görüyor. O gerginlik olmazsa, o öcü olmazsa, o düşman olmazsa, kendine bir şey kalmayacak. Sen hem AB’ye gireceğim diyorsun, hem de kendi fikrinin karşısındaki insana dayatmacı oluyorsun. Hem hukukun üstünlüğü diyorsun, hem bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi diyorsun, hem de bir yandan gelip insanları, sen şu musun, sen bu musun diye sorguluyorsun. Yok öyle şey!