Mayıs ayının bir gecesinde Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in dudakları hafifçe kıpırdadı: "Demek böyle ölünürmüş"
Abone olNecip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904'te, perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir konakta doğdu. Babası Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi Mediha hanımdır. (öl. 10 Haziran 1977) Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. 1916'da, "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne"ye alındı. Gözde bir öğrenci idi 17 yaşında, o günkü adıyla " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi"ne girdi. (1921) O günlerin (1928 Harf İnkılabına kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua'da yayınladı. (1922) Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaleti'nin Avrupa'ya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısıyla üniversitedeki sömestrelerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi. 1925'te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı. 1928 - 29 senelerinde "Bâbıâli" adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı "Bohem Hayatı"nı son kertesine çıkardı. 'Ağaç' başlangıç oldu Henüz 24 yaşındayken, "Kaldırımlar" isimli ikinci şiir kitabını yayınlayarak edebiyat dünyasını şaşırttı. 1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, içinde 9 yıl süreyle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankası'na Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. (5 Ağustos 1929) Askerliği bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi"nin çıkışından sonra artık şöhretinin zirvesindeydi. Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destanı "Bir Adam Yaratmak" piyesini Zonguldak'ta bitirdi. (8 Temmuz 1937) 1934'de bir akşam, nihayet bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçi'ndeki evine dönmek için bindiği "Şirket-i Hayriye" vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremeyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi ve o günden sonra bütün hayatı değişti. Hakikat peşinde 1938'de "Büyük Doğu Marşı"nı yazdı. 1939 yılında ise en sevdiği şiirini, bu tarihten 5 yıl önce yaşadığı anlatılmaz ve anlaşılmaz büyük ruh ıstırabının şiirini (Çile) verdi. 1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına "Namık Kemal" isimli bir eser kaleme aldı ve vaktiyle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkında söylemiş olduğu hakikatleri, bu eser zâviyesinden tetkiklerini derinleştirdikçe bizzat gördü. 1941 senesinde, Fatma Neslihan Hanımefendi ile evlendi. Bu evliliğinden Mehmed (1943), Ömer (1944), Ayşe (1948), Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli beş çocuğu oldu. Büyük Doğu Mecmuası'nın ilk sayısını çıkardı. (17 Eylül 1943) Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasım 1945'ten başlayarak 5 Haziran 1978'e kadar günlük, haftalık ve aylık olarak çeşitli tarih ve periyotlarda Büyük Doğu'yu cilt cilt eser faaliyetinin yanı sıra, büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu. Dergide tefrika edilmeye başlayan "Sır" isimli piyesinden dolayı "Milleti kanlı ihtilale teşvik" suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. Bütün bunlar olup biterken 1947 yılı içinde "Sabır Taşı" piyesiyle "C.H.P. Sanat Mükâfatı"nı kazandı. Ancak jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edildi. Demek böyle ölünürmüş... 1952'de, Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile yaralanması (22 Kasım) ile başlayan hâdiseler, basın tarafından büyütülünce o da azmettirici suçlamasıyla hakim karşısına çıktı. 1975 ağustosunda, kabri Van'ın Arvas köyünde bulunan, mürşidinin mürşidi Seyyid Fehim Hazretlerini, bir yıl sonra da, Hakkari'nin Şemdinli Kazasının Nehri mevkiindeki Seyyid Tâhâ Hazretlerini ziyaret etti. 1976'da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek "Rapor"ları, 1978'de de Son Devre Büyük Doğu dergisini çıkardı. 26 Mayıs 1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayınlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildi. Onun için daima sırlarla dolu Mayıs ayında bir gece, (25 Mayıs 1983) yatağında doğrulup, elâ gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa dikti. Ne gördü ki; pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdadı: "Demek böyle ölünürmüş!.." 79 yıllık hayatı ve eserleriyle her dem, "hayal kanatları kan içinde" tek başına uçar gibi yaşadı. 26 Mayıs 1983'de, Perşembe günü, Eyüp sırtlarında toprağa verildi. Vasiyetinden... 1- Bu vasiyet çoluk-çocuğumun ve şahsi yakınlarımın dar ve hususi kadrosundan ziyade, onların da içinde olduğu geniş ve umumi zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek Türk'ün ruh köküne bağlı yeni gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes...Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek sorumludurlar. Emanetim, beni seven ve İslam davasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese... ... 4- Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada, umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım: 1935 yılında, Mürşidim ve Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum. Bu yazı, kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak, zamanenin bize aykırı, meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Türkün tarih muhasebesini İslami tefekkür noktası etrafında çerçeveliyordu. Yazıyı ellerine aldılar, kalem istediler ve üstüne öz elleriyle "altın ile yazılacak yazı" buyurdular. İşte hususi zarfında duran bu kesilmiş makaleyi, bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler... 5- Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. Fakat imkan aleminde en küçük pay bulundukça, biricik dileğim Ankara'da Bağlum nahiyesindeki yalçın mezarlıkta, Şeyhimin civarına defnedilmektir. Elden gelen yapılsın... ... 10- Allah'ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız! 11- Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız! Bir gençlik... Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... "Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik... Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allah'ın, Kur'an'ında "belhümadal - hayvandan aşağı" dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü ?... Son yarım asır!.. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkumiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik... ... Tek cümleyle, Allah'ın, kâinatı yüzü suyu, hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezâyı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik... İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah'a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine oIsun... Kaynak: Türkiye gazetesi