BIST 9.916
DOLAR 35,29
EURO 36,78
ALTIN 2.978,14
HABER /  GÜNCEL

Ünlüler neden eylemdeydi?

Gezi Parkı Eylemi büyük bir katılımla 7 gündür devam ediyor. Eylemin en dikkat çekenleri hiç şüphesiz ünlü isimler oldu.

Abone ol

NESRİN YILMAZ/İNTERNETHABER-ANKARA- Hiç şüphe yok ki eylem ünlü simalarıyla da dikkat çekti.  Dizileri reyting rekorları kıran ünlü dizi oyuncuları, kitapları "en çok satanlar" listesinde başı çeken yazarlar, yönetmenler, tanınmış akademisyenler eylemdeydi.

unlu.jpg

Peki ünlü yüzlerin bu eylede olmalarını sosyolojik açıdan nasıl değerlendirebiliriz, toplumun yüksek katılımıyla gerçekleşen, tanınmış birçok ismi ortasına alan bu kalabalığı bu dayanışmaya iten sebepler ne?

Gazi üniversitesi Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Himmet Hülür İnternethaber'e bu soruların cevaplarını verdi.

KÜLTÜREL BİR AYRIŞMA VAR

Gezi Parkı eylemine sanat ve bilim dünyasından önemli isimlerin destek vermesi şaşırtıcı değildir. Çünkü son yıllarda ülkemizde sadece siyasal değil kültürel bir ayrışmaların da belirginleştiği açıktır. Bu kutuplaşmanın oluşumuna damgasını vuran başlıca ironi, sürecin ürünü olan siyasal aktörün sürecin kendisine karşı direnç göstermesidir. Böylece Gezi Parkı protestolarının Arap ülkelerindeki toplumsal hareketlerle birçok benzerliği görülebilir. Türkiye’deki bu güncel gelişmelerin Arap Baharı’yla ilişkisini anlamak için bu gelişmeleri tarihsel-sosyolojik bir çerçeve içine yerleştirmemiz gerekir.

TOPLUMSAL YAŞAMDA ÇELİŞKİ

Bugünkü hoşnutsuzlukların arkasında, iktidarın son dönemlerde dünyadaki ve Türkiye’deki tekno-kültürel gelişmeleri okuma biçimi yatmaktadır. Bu anlamda, Gezi Parkı Direnişi olarak adlandırılan gelişmelerin çok daha kapsamlı bir içeriğinin olduğu söylenebilir. Son çeyrek yüzyılda tüm dünyada tekno-kültürel gelişmeler toplumların ve değerlerin yapısını olduğu gibi, yönetme biçimlerini de radikal bir biçimde değiştirmiştir. Birey ile toplum ve devlet arasındaki ilişkiler artık bu postendüstriyel çerçevede belirlenmeye başlamış, eski dikey, hiyerarşik ilişkiler yerini yatay ve etkileşimsel olanlara bırakmıştır.

Eşzamanlı olarak, küreselleşme süreci toplumlar arasındaki eski sınırları fiziksel olarak olmasa bile kültürel olarak ortadan kaldırmıştır. Bu sürecin bir sonucu olarak Türkiye’de endüstriyel dönemin siyaseti ancak kısmen, yarım-yamalak bir dönüşüme uğramıştır/uğramaktadır. Böylece toplumsal yaşamda birçok çelişkinin ortaya çıktığını görmekteyiz. En bariz çelişki şudur; iktidar kendi ortaya çıkma ve güç kazanma imkanını bu yeni toplum tipine borçlu olmasına karşın bu toplumun gereği olan kültürel ve toplumsal politikaların çoğunu uygulamak istememektedir.

YASAYI AL RUHUNU ALMA

İktidarın bu yaklaşımını daha geniş bir tarihsel açıdan incelediğimizde, tarihimize damgasını vuran temel bir çelişki karşımıza çıkmaktadır. Bu çelişki, Batının tekniğini alalım, kültürünü almayalım şeklinde bizim geleneğimizde ağırlıklı olan bir tutumda ifadesini bulmaktadır. Bu tutumun bugünden geriye baktığımızda temelde patolojik sonuçlar yarattığı söylenebilir. Bugün, teknikle ahlakın birbirinden ayrılamayacağı yeterince kavranamamış olabileceği halde ikisini ayırma girişimleri, toplumsal yaşamda başedilemez veya sarsıcı sonuçları daha fazla ortaya çıkmıştır. Bu türden sonuçların en bariz görülebileceği alanlardan biri yasal değişikliklerdir. Bugünkü iktidar, örneğin insan haklar ve özgürlükler doğrultusunda, biraz da AB uyum süreci gibi konjonktürel nedenlerle, diğer muhafazakar iktidarlardan daha fazla yasal değişiklikler yaparken yasaların ruhunu Avrupa’da bırakmaya çabalamış yasaları, kendisine veya daha iyimser bir ifadeyle bizim toplumumuza yontmaya çabalamıştır. Buna karşın yasayı al ruhunu alma anlayışının özellikle gümümüzün küreselleşen dünyasında geçerliliğini yitirdiği söylenebilir.

YETKECİ MEKANİZMA YÜRÜRLÜKTE TUTULDU

Bu çelişkili tutumun bir parçası olarak iktidar, Batıda yeni toplumu yaratan gelişmeleri özellikle mutlakçılık karşıtlığını kendi yetkeci siyasetini destekleyecek bir sınırlılıkta kullandı. Örneğin seçim barajı ve siyasal partiler yasası gibi mevcut yasalar, askeri vesayetin yerine siyasal vesayeti sürdürdüğü halde bunlara hiç dokunulmadı. Daha spesifik olarak örneğin üniversitelerde rektör ve diğer yöneticilerin belirlenmesinde tümüyle yetkeci olan mekanizma yürürlükte tutuldu. Üstelik bireyleri, grupları, kimlikleri ilgilendiren konularda hak ve özgürlüklerin garantiye alınması açısından pek yol alınmadı. Ana akımın dışında kalanların bireysel, kimliksel ve cinsel hakları ve özgürlükleri alanında yetkeci muhafazakârlığın karşısında adımlar atmamaya özen gösterildi.

HESAPLAŞMA YAPILDI

Son dönemde Batıda, tek-doğruculuğu, her türlü tekçiliği reddeden bir anlayış egemen oldu. Bu anlayış, ülkemizde Kemalist ve nasyonalist savların çürütülmesinde ve onlarla hesaplaşmak için araçsallaştırıldı. Zaten endüstri sonrası gelişmeler, küreselleşme, tekno-ekonomik süreçler, bilişim teknolojilerindeki gelişmeler, bu hesaplaşmaya başarıyı garanti ediyordu. Ancak İktidar orada kalarak daha fazla yol almadı. Tekçilik karşıtı yeni anlayışın kendi siyasal tabanında yapması gereken erozyonu siyaseten görmezden geldi veya bu erozyonun meydana gelmesini istemedi. Bu sürecin kendisinin temsil ettiğini düşündüğü değerler açısından sonuçlarından kendi ideolojik angajmanı dolayısıyla kaçmaya çalıştı.

KÜLTÜR VE YAŞAM BİÇİMİNE KARIŞILMASINA TEPKİ

Endüstri sonrası dönemin gereği olan çoğulcu, dünyacı ve tekçilik ve merkeziyetçilik karşıtı kültürel politikalar uygulanmadı. Hatta yeni teknolojinin gücüyle merkez daha da güçlendirildi. Bu nedenle bu politikalardan rahatsız olan kesimler, öncelikle kültür ve yaşam biçimiyle ilgili olarak iktidarın politikalarına karşı tepki duymaya başladılar.

Özetle iktidar, ekonomi politikaları açısından endüstri sonrası toplumun gereklerini yerine getirdiği halde kültürel politikaları açısından hala endüstri toplumunun anlam ve değer kalıplarını sürdürmeye çabalamaktadır. Bu uygulamalar karşısında ise muhafazakar yaşam biçimine rıza göstermeyen birbirinden farklı kesimlerin tepkisi ortaya çıkmaktadır. Bu süreç içinde endüstri sonrası toplumun belirleyici medyası haline gelen sosyal medya, hoşnutsuzluğun ifade edilmesine ve örgütlenmesine güç kazandırmaktadır.