BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,75
ALTIN 2.968,40
HABER /  GÜNCEL

Umut davasının gerekçeli kararı

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay'ın bozma kararından sonra, 1 sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldığı yargılamanın gerekçesini açıkladı.

Abone ol

Umut Davası'nın gerekçeli kararında, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına çarptırılan sanık Ferhan Özmen'in İran'da silah, patlayıcı madde ve bomba yapımı konusunda eğitim aldığı belirtildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Umut Davası'nın Yargıtay'ın bozma kararından sonra yapılan yargılamasının gerekçeli kararında, ''İran'ın dış politikasında araç olan terörizm, mevcut potansiyelden yararlanılarak, bölgede kendine karşı en büyük rakip olarak gördüğü Türkiye'ye karşı da sık sık kullanılmıştır'' denildi. AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, gazeteci-yazar Uğur Mumcu, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. Muammer Aksoy ve Doç. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi olaylarının da aralarında bulunduğu, çok sayıda olayı kapsayan ''Umut Operasyonu''na ilişkin davada, Ferhan Özmen'in ağırlaştırılmış müebbet, diğer sanıkların çeşitli hapis cezasına çarptırılmalarına ilişkin kararının gerekçesini açıkladı. Gerekçeli kararda, sanıklara yönelik suçlamalar ve savunmalar özetlendikten sonra, İslami teröre ilişkin değerlendirmelere yer verildi. -''İSLAM DEVLETİ İÇİN TERÖR MÜBAH''- Cihat anlayışında, İslam'dan kaynaklanmayan her türlü düşünce, akım, felsefe ve doktrinin düşman ilan edildiği belirtilen kararda, bu görüşün teorisyenleri olarak kabul edilen Hasan El Benna, Seyit Kutub, İranlı Dr. Ali Şeriati'nin görüşlerine değinildi. İslami terör eylemcilerinin, İslami düşünceyi bütün dünyaya yayma ve evrensel bir İslam devleti kurmaya yönelik her türlü terörü mübah saydıkları ifade edilen kararda, 1970'li yıllarda kendini göstermeye başlayan Ortadoğu kaynaklı terörün, batı kamuoyunda ''İslam terörizmi'' kavramının ortaya atılmasına neden olduğu belirtildi. Bu terörizmin diğerlerinden en önemli farkının, bütün eylemlerinin, ''amaç, aracı mübah kılar'' ilkesine dayanması olduğu anlatılan kararda, ''1979 yılına gelinceye kadar İslam dünyasına atfedilen terör eylemleri, çoğunlukla Filistin ve Libya eksenindeyken, devrimden sonra bu yöndeki iddiaların ve eylemlerin merkez üssü İran olmuştur'' denildi. -''ŞARABIN GÜCÜ ŞİŞEYİ KIRACAK''- Kararda, şöyle devam edildi: ''Ayetullah Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen İslam devrimi ardından İran, devrim ideolojisini ülke içinde tamamen hakim kılabilmek ve dışarıda da kendisini devrimci hareketlerin doğal lideri ve hamisi kabul ederek, küresel bir önderlik misyonu yüklenmiştir. Ancak İran, hedefleriyle sahip olduğu araçlar arasındaki oranı tutturamadığından en ucuz ve en çok ses getiren dış politika araçlarından olan terörizmi tercih etmiş, bu hareketlere gerekli desteği sağlayabilmek için devletin siyasi idare ve yapısını yeniden düzenlemiştir. Şişe İslam dışı eski rejime, şarap ise toplumsal dokuyu zorlayan şeriatçı ihtilale benzetilerek, 'şarabın gücü şişeyi kıracak' özdeyişi, slogan olarak kullanılmıştır.'' İran'ın 1981'den sonra devrimi diğer Müslüman halkların yaşadığı ülkelere yaymak için bakanlık kurduğu, bu ülkelerden İran'a 15'er günlük ücretsiz seyahatler düzenlendiği ve İran'a gidenlerin devrim muhafızları komutanlarından askeri ve siyasi eğitim aldıkları ifade edildi. -''İRAN, TERÖRÜ KULLANDI''- Türkiye'nin cumhuriyeti benimsemesinden sonra dinin siyasallaştırılması yönündeki politik tavrın, cumhuriyet düşmanı gerici çevreleri harekete geçirdiği anlatılan kararda, şöyle denildi: ''1979 yılında İran'da yapılan devrim, tüm Müslüman ülkeler üzerinde büyük bir heyecan yaratmış, merak uyandırmıştı. Bu süreç içinde devrimin etkileri yavaş yavaş ülkemizde belli bir kesim üzerinde yankı bulmaya başlamıştır. İran'ın dış politikasında bir araç olan terörizm, mevcut potansiyelden yararlanılarak, bu ülke tarafından bölgede kendine karşı en büyük rakip olarak gördüğü Türkiye'ye karşı da sık sık kullanılmıştır. Küçük ve kitlesiz örgütler, İslam adına İran'ın stratejik hedef olarak gördüğü hedeflere saldırırken, bölücü terör çetesinden de azami ölçüde yararlanılmıştır.'' -EYLEMLER- İran'da İslam devriminden sonra kurulan Kudüs Ordusu ile Tevhid Selam Örgütü'nün İran benzeri bir rejim kurmayı amaçladıkları kaydedilen kararda, bu örgütlerin Türkiye'de gerçekleştirdiği başlıca faaliyetler şöyle sıralandı: -Gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun aracına konulan bombanın patlaması sonucu 24 Ocak 1993'te öldürülmesi, -Prof. Dr. Muammer Aksoy'un Bahçelievler'deki evinin girişinde 31 Ocak 1990'da öldürülmesi, -Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın aracına konulan bombanın patlaması sonucu 21 Ekim 1999'da öldürülmesi, -Doç. Dr. Bahriye Üçok'un, 6 Ekim 1990'da gönderilen bombalı paketle öldürülmesi, -ABD Büyükelçiliği'nde bilgisayar uzmanı olarak görev yapan çavuş Victor Marwick'in 28 Ekim 1991'de aracına konulan bombanın patlaması sonucu öldürülmesi ve eşinin yaralanması, -Suudi Arabistan Büyükelçiliği'nde görevli Abdulgani Bedevi'nin 25 Ekim 1988'de tabancayla öldürülmesi, -İşadamı Jack Kamhi'ye saldırı planı hazırlanması, -Ankara Musevi Cemaati Başkanı Yuda Yürüm'ün aracına 7 Haziran 1995'te bomba konulması, -Ankara Türk-İngiliz Kültür Derneği garajının önüne 2 Nisan 1989'da bomba konulması, -Suudi Arabistan Büyükelçiliği'nde görevli Abdurrezzak Keşmiri'nin aracına 14 Ocak 1990'da bomba konulması, -Ankara Necatibey Caddesi'ndeki Türkiye Diyanet Vakfı kitap satış mağazasına 18 Haziran 1990'da bomba konulması, -Hürriyet Gazetesi'nin Ankara irtibat bürosunun önündeki çöp bidonuna 30 Aralık 1991'de bomba konulması, -İsrail'in Ankara Büyükelçiliği'nde görevli Ehud Sadan'a ait araca 7 Mart 1992'de bomba konulması. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin gerekçeli kararında, Tevhid Selam örgütüyle Kudüs Ordusu'nun, nihai amaçları göz önüne alındığında aynı örgüt oldukları belirtildi. Tevhid Selam'ın kültürel faaliyetleri organize etmenin yanında askeri faaliyetler için zemin hazırladığı anlatılan kararda, askeri faaliyet gösteren kişilerin ise doğrudan Kudüs ordusu içinde yer aldıkları ifade edildi. Tüm sanıkların örgüt ile organik bağ içinde bulundukları ve aynı statüde değerlendirilmeleri gerektiği kanaatine varıldığı belirtilen kararda, Sincan'ın Çimşit Köyü'nde ele geçirilen çok sayıda silah ve patlayıcı madde, örgütün eylemleri ve eylemlerdeki amaç nedeniyle yapılanmanın ''silahlı terör örgütü'' olarak kabul edildiği kaydedildi. Kararda sanık, Ferhan Özmen'in 1988 yılında İran'a gittiği ve Kudüs Ordusu'na katıldığı, El Burz dağının eteklerinde bulunan bir kampa götürülerek 15 gün süreyle 2 İranlı tarafından silahlar, patlayıcı maddeler ve bomba yapımı konularında teorik ve pratik eğitim aldığı anlatıldı. Özmen'in, Ankara'daki yabancı misyonda görevli kişilere yönelik eylemlerinin yanı sıra Prof. Dr. Muammer Aksoy'u evine girerken, silahla 3 el ateş ederek öldürdüğü, Uğur Mumcu ile Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı'nın araçlarına konulan bombaları hazırladığı ve Bahriye Üçok'un ölümüne neden olan bombalı paketi gönderdiği belirtildi. Kararda Hasan Kılıç, Mehmet Ali Tekin, Yusuf Karakuş, Abdülhamit Çelik, Muzaffer Dağdeviren, Fatih Aydın ve Mehmet Şahin'in de İran'a gittikleri ifade edildi. İranlı Abbas Gulamzade'nin kaçırılması olayıyla ilgili olarak İstanbul DGM'de yargılanırken, dosyası Umut Davası ile birleştirilen sanık Ekrem Baytap'ın ise İslami Hareket örgütünün yöneticisi olduğu kaydedildi. -HÜKÜM- Ferhan Özmen'in ''anayasal düzeni silah zoruyla yıkarak, yerine din kurallarına dayalı devlet kurmak için oluşturulan silahlı çeteye üye olup, Anayasal düzeni değiştirmeye cebren teşebbüs etme'' suçundan lehine olan eski Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 146/1. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasına ve eylem yoğunluğu ve sürekliliği nedeniyle cezasında indirim yapılmamasına karar verildiği belirtildi. Hasan Kılıç ve Mehmet Ali Tekin'in yeni TCK'nın ''örgüt yöneticisi olmak'' suçunu tanımlayan 314/1. maddesi uyarınca 10'ar yıl hapislerine ve cezalarının Terörle Mücadele Kanunu uyarınca yarı oranında artırılmasına karar verildi. Kılıç ve Tekin cezaları ''iyi hal'' indirimi ve Topluma Kazandırma Yasası'ndan yararlanma başvurularının kabul edilmesiyle sonuç olarak 6 yıl 3'er ay olarak belirlendi. Sanıklar, tutuklu kaldıkları süre dikkate alınarak, tahliye edildiler. Mehmet Şahin, Fatih Aydın, Muzaffer Dağdeviren ve Abdülhamit Çelik, ''örgüt üyeliği'' suçundan 3 yıl 1 ay 15'er gün hapisle cezalandırılırken, Yusuf Karakuş aynı suçtan 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum oldu. Ekrem Baytap, ''silahlı örgütün yöneticisi olmak'' suçunu düzenleyen yeni TCK'nın 314/1 ve Terörle Mücadele Kanunu'nun ceza artırımını öngören 5. maddesi uyarınca 15 yıl hapse mahkum oldu. Ceza miktarı ve 20 Ekim 1993 tarihinde tutuklanmış olması nedeniyle tutuklu kaldığı süre göz önüne alınarak, tahliyesine karar verildi. Sanık Oğuz Demir'in yakalanamadığı ve savunması alınamadığı için hakkındaki dosyanın ayrılmasına, hakkındaki gıyabi tutuklama kararının da yakalama emrine dönüştürülmesine karar verildi. -UMUT OPERASYONU VE DAVA SÜRECİNDEN NOTLAR- ''Umut Operasyonu'', İstanbul'da terör örgütü Hizbullah'ın İlim Grubu'na yönelik 17 Ocak 2000 tarihinde düzenlenen operasyonda elde edilen CD ve disketlerdeki bilgiler üzerine, Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu suikastının faillerini yakalamak amacıyla 21 Şubat 2000 tarihinde başladı. CD ve disket çözümlerinden yasadışı Tevhid-Selam ve Kudüs Ordusu örgütleri ortaya çıkarılırken, operasyonda ilk gözaltılar, İstanbul'da 6 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleşti. Türkiye geneline yayılan operasyonlarda, 100'ün üzerinde şüpheli gözaltına alınırken, 13 Mayıs 2000 tarihinde, Sincan'ın Çimşit köyünde, bomba ve plastik patlayıcılarla çok sayıda silah ele geçirildi. Prof. Dr. Kışlalı suikastının faili olarak 14 Mayıs 2000'de Ankara'da gözaltına alınan Necdet Yüksel'in de yer göstermesi sonucu, Sincan'da çok sayıda patlayıcı, silah ve mühimmat bulundu. ''Umut Operasyonu''na ilişkin soruşturmayı yürüten Savcı Hamza Keleş, 11 Temmuz 2000 tarihinde, 9'u idam istemiyle 17 sanık hakkında dava açtı, 111 kişi hakkında takipsizlik kararı verdi. -DAVA SÜRECİ- Umut Davası, Ankara 2 No'lu DGM'de 14 Ağustos 2000 Pazartesi günü başladı. Kapatılan Ankara 2 No'lu DGM'nin 7 Ocak 2002 tarihinde verdiği ilk kararda, sanıklar Musa Koca, İsmail Koçhan, Şeref Dursun ve Adnan Yükdağ beraat etti. Abdullah Argun Çetin, ''Uğur Mumcu'nun taammüden öldürülmesi olayına fer'i fail olarak iştirak etmek suçunu işlemediği'' gerekçesiyle, bu suçtan beraat etti. Çetin'in, ''cürüm işlemek için oluşturulan teşekküle üye olma'' suçundan dosyası ayrıldı. Arif Tarı hakkındaki davanın kesin hükme bağlanması, 4616 Sayılı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun uyarınca ertelendi. Derviş Polat ile Yüksel Pekdemir, 3 yıl 9'ar ay ağır hapis cezasına mahkum edildi. Mehmet Ali Tekin, Abdulhamit Çelik, Muzaffer Dağdeviren, Fatih Aydın, Mehmet Şahin, Talip Özçelik, Hakkı Selçuk Şanlı, Mehmet Kassap, Mehmet Gürova, Adil Aydın ve Murat Nazlı, ''Türkiye'de mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkıp, yerine din kurallarına dayalı devlet kurmayı amaçlayan silahlı çetenin sair efradı oldukları'' gerekçesiyle, 12 yıl 6'şar ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Yusuf Karakuş, 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Sanık Hasan Kılıç, ''mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkıp, yerine din kurallarına dayalı devlet kurmayı amaçlayan silahlı çetenin özel görevli yöneticilerinden olduğu'' gerekçesiyle 18 yıl 9 ay ağır hapis cezasına mahkum edildi. Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan ise ''mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkıp, yerine din kurallarına dayalı devlet kurmak için oluşturulan silahlı çeteye üye olup, anayasal düzeni değiştirmeye cebren teşebbüs ettikleri'' gerekçesiyle TCK'nın 146/1. maddesine göre ölüm cezasına çarptırıldı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Ferhan Özmen, Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç, Yusuf Karakuş, Muzaffer Dağdeviren, Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın ve Mehmet Şahin hakkındaki hükmün bozulmasına, diğer sanıklar yönünden beraat ve mahkumiyet kararlarının onanmasına karar verdi. Yargıtay'ın bozma kararının ardından Ankara 2 No'lu DGM'de yeniden görülmeye başlanan dava, DGM'lerin kapatılması üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam etti. Bozmadan sonraki yargılamada İranlı Abbas Gulamzade'nin kaçırılması olayıyla ilgili olarak İstanbul'da yargılanan Ekrem Baytap'ın dosyası da Umut Davası ile birleştirildi.