BIST 10.025
DOLAR 35,16
EURO 36,68
ALTIN 2.956,54
HABER /  GÜNCEL

Ufukta döner ziyafeti göründü

Çölaşan'ın Fehmi Koru'ya ettiği hakaretlerden yola çıkan Yenişafak yazarı Ahmet Kekeç, döner ziyafetinin kokularını aldı. Kekeç şimdiden sipariş vermeyi ihmal etmedi.

Abone ol

Emin Çölaşan'ın Melih Gökçek'e yazı yoluyla hakaretten dolayı ödediği tazminatlar henüz hafızalardan silinmedi. Aynı yazarın bu sefer de Yenişafak'tan Fehmi Koru'ya saldırmasını değerlendiren Ahmet Kekeç, çok yakında döner ziyafetinin gerçekleşeceğini öne sürdü diyen Kekeç, kendi siparişini vermeyi de ihmal etmedi:

- Dedikoduya bayılan bazı internet siteleri, "Emin Çölaşan'la Fehmi Koru arasındaki kavganın kızışarak devam ettiğini" yazıyor.

Ben ortada, "fikrî müsademe"ye uygun bir kavga göremiyorum. Kalem kavgası değil, başka tür asabiyyetlerin ortaya döküldüğü seviyesiz bir ağız dalaşı...

Koru için söylemiyorum elbette; onunki gayet makul bir saptamaydı. Çünkü, Çölaşan "self-plagiarism" (yani kendinden aşırma) yapıyordu ve bunu alışkanlık haline getirmişti; her yıl, noktasına virgülüne dokunmadan aynı yazıyı yayımlıyordu. Bazen, gündeme göre ufak-tefek ilaveler yapıyordu ama ("Yılanın başı aradan geçen bunca yıla karşın ezilmedi, yılan pusuda bekliyor...", "Yılan pusuda bekliyor, bazen de ülkeyi yönetiyor..." gibi), yazı temelde aynıydı...

Birazdan ben de bir "self-plagiarism" yapacağım; aslında bunu sık sık yapıyorum; ama önce Çölaşan'ın yanıtıyla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.

Koru'nun saptamasını, "Yazı benim değil mi? İstediğim gibi kullanırım!" sözleriyle geçiştirseydi, mesele kalmayacaktı. Biz de onu "kendinden aşırma" cürmünün ahlakî ve vicdanî sorumluluğuyla başbaşa bırakacaktık. Gerçekten de yazı onundu. İster muska yapıp dağıtırdı, isterse çerçeveletip duvara asardı. Kime ne? Fakat o ne yaptı? Mevcut küfürlerle birlikte, kişisel arşivinden derleştirdiği küfür ve hakaretleri sıraladı.

Hemen aklıma, Hürriyet gazetesinin Çölaşan'dan da sorumlu genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün bir yazısı geliyor. Altına hepimizin imza atacağı yazısında Özkök, Ahmed Haşim'den yola çıkarak, şu önemli saptamaları yapıyordu:

"Hakaret bizim aydın ve yazarlarımıza, eski kuşaklardan kalmış 'şerefsiz bir mirastır.' Bu geleneğin mirasyedileri halen aramızda bir külhanbeyi gibi dolaşmakta ve gelene geçene omuz atmaya devam etmektedir. / Bizim mahallemiz ne yazık ki, bu ağzı pis külhanbeylerinin istilası altındadır. Bildikleri tek dil küfür ve hakarettir. Bütün zihni melekelerini, küfür vokabülerini zenginleştirecek yeni kurumlar icat etmeye harcarlar. Bu üslubu bir zekâ kıvraklığı ve edebi tarz olarak yutturmaya çalışırlar. Ne yazık ki bazı insanlara da yuttururlar. Bu 'şerefsiz mirası' reddetme zamanı gelmiştir."

Kendimden aşırma gibi olacak ama, o sırada Özkök'e şunları söylemiştim: Tamam, bu şerefsiz mirası reddetme zamanı gelmiştir; gelmiştir de, geçiyor bile...

İyi de, nasıl olacak bu iş?

Mezkur ("şerefsiz" demiyorum; çünkü bu söz bana ait değil) mirasın sürdürücüsü olan gazetecilerden üçü kaptanlığını senin yaptığı gemide, yani Türk basınının amiral gemisinde çalışıyorlar. Hatta birini, "had bildirme" göreviyle bizzat kendin konuşlandırmıştın gazeteye. Had bildireyim derken de, madara olmuştu adamcağız; "AK Parti iktidarının temelleri 1940'lardaki CHP kurultaylarında atılmıştır" türünden yazılar yazmaya başlamıştı, sonra da kahredip işi "asparagasa" dökmüştü; hatta bir de ödül almıştı yazdığı asparagas haberden dolayı...

Şimdi de Çölaşan'ın Fehmi Koru'ya ettiği küfürlere bakalım:

Dedikodu yazarı, takkeli liboş, jurnalci, ispiyoncu, yalancı, iftiracı, utanması ve sıkılması olmayan adam, CIA ajanı, çift taraflı casus, milliyetsiz, dinsiz, imansız...

Çölaşan, "Yeni Basın Yasası"nın, şeref ve haysiyetlere uzananları hizaya getirecek ağır müeyyideleri içerdiğini mutlaka biliyordur. Bu işin, en hafifinden, "döner ziyafeti"yle sonuçlanacağını da hesap etmiştir.

Melih Gökçek'e ettiği küfürlerden dolayı Ankara'yı dönere doyurmuştu. Demek ki, sıra İstanbul'da... Benimki pilav üstü ve mümkünse az yağlı olsun usta!

Yazı: Ahmet Kekeç
Kaynak: