Özal Çankaya'ya çağırdığında neden gitmedi? Erdoğan'ın uçağına biner mi? O uçaktan hangi gazeteci atılır?
Abone olMelih Aşık ile söyleşinin ikinci bölümünde daha çok medya-iktidar ilişkilerini irdeledik. İktidar deyince doğal olarak işin içine ordu da girdi. Çünkü Türkiye’de iktidar mücadelesinde
“Ordu faktörü” asla göz ardı edilemezdi. Melih Aşık, ordu konusunda eskiye oranla farklı düşünüyordu. Bu farkı sormadan geçemezdim:
ÖNCE ORDU ŞİMDİ AK PARTİ “Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı bitene kadar 12 Mart da dâhil ABD, Türkiye’de orduyla işini gördü ve ordu sayesinde solu ezdi. 1995’ten sonra bu defa ordu eliyle değil, bu sefer sağcı partilerle, 2002’den bu yana da AK Parti’nin eliyle yapıyor. Ordu ABD’nin taşeronu olmaktan çıktı, AK Parti oldu. |
-Ordu Türkiye’de şimdiki etkinliğiyle ağırlıklı olarak sol kesimi biçti diyorduk. Bir boşluk doğdu. Bu boşlukta İslamı referans alan akımlar iktidara geldi. Şimdi aynı yöntemlerle mücadele edilirse, bu sefer farklı bir sonuca ulaşılabilir mi?
Orduyu bir yere kadar kullanabilirsin. Onun milliyetçi, köklü tarihi var. Bir yerde bir takım insanlar çıkıyor. ABD’nin taşeronluğunu yapacak bir unsur olamıyor. Bunun siyaseti olması lazım. Bugüne kadar bu siyasette Özal denendi. 1990’dan sonra Ecevit, Bahçeli, Mesut Yılmaz denendi. Şimdi de AK Parti deneniyor. AK Parti bugüne kadarABD’ye en körü körüne bağlı parti. Bir de AK Parti şu izlenimi verdi. Ben hem sana bağlıyım, hem de din faktörünü iyi kullanıyorum.
-AK Parti’nin uluslararası güçler dengesi açısından pozisyonunu nasıl açıklıyorsunuz?
“AK Parti , ABD ve Avrupa Birliği ile ittifak halindedir ve askerlere de karşıdır!.. Ordu yine de milli bir unsurdur. AK Parti tamamen yabancıdır. Bir tarafı Arabistan’da bir tarafı ABD’dedir. Kendisi de koltuktan başka bir şeye inanmayan bir partidir. ABD için önemli olan Türkiye’deki liderliği çekip çevirebilmesi, oraya buraya da sürebilmesidir. Şu anda ordu, Türkiye’de milli unsurlarla aynı cephede görünüyor.
ORDU İÇİN AĞZINA GELENİ YAZAN YAZAR? “Artık ordunun sermayenin içindeki gücü zedelenmiş!.. Bundan 10 sene öncesine kadar ordu aleyhinde yazı yazmak zordu. Basın, orduya karşı gayet saygılıydı. Ordu bir tabu gibiydi. Ortada bir unsurdu. Şimdi kalemi eline alan ordu ile ilgili ağzına ne gelirse yazıyor. Başta bizim Hasan Cemal!.. Ordunun şu anda ağrılığı kalmamıştır. Ordu kendini savunan bir unsur haline geldi. Çünkü Amerikan ordusu var! AB, İMF var! “Sıcak para” diye bir şey var. Uluslararası finans merkezleri, Türkiye’den paraları bir anda çekip batırabilirler. |
Sizin savunduğunuz değerlerin karşısında olan MHP gibi katı milliyetçi siyasi organizasyonlar, şu anda sizinle aynı değerleri savunuyor. Bu sizi rahatsız ediyor mu?
“Aynı değerde değiliz. Anti-emperyalist bir milliyetçilik savunulabilir. Şoven ve ırkçı milliyetçilikten bahsetmedim. Uğur Mumcu’da MHP’yi eleştirirken, biz de milliyetçiyiz; ama bizimki ulusalcılık diyordu. Türkiye Komünist Partisi (TKP)’de yurtsever cephe altında milliyetçiliği savunuyor. Ben, o yurtsever cepheye yakınım. Öyle bir satıcılık, mandacılık var ki Türkiye’de, adam çaresiz kalıyor. Bayrağın altını dolduramazsan olmaz. Kurtuluş Savaşı’nda da böyleydi. Bir şeye sarılmak ihtiyacı duyacaksın. Ortak tarihin var, kültürün var. Milliyetçilik içermeyen demokrasi; satıcılık, mandacılık demek bugün.
MİLLİYET DAHA SOLDA OLABİLİR
-Siz bugün Milliyet’in çizgisinden hoşnut musunuz?
KİMİ UÇAKTAN ATARLAR?
|
Gazetenin çizgisinden mutlu değilim! 20 – 25 tane yazar var Milliyet’te…. Bu yazarların da oluşturduğu bir çizgi var. Ortak bir çizgi oluşuyor. Daha solda bir çizgi isterdim. Benim söylemimde milliyetçilik, ulusalcılık demek. Ben onları ayırırım. Daha kesin olmalı. Ama biz baskı altındayız. İktidar, Milliyet’e çok kızıyor. O zamanda ister istemez hedef oluyorsun. Demek ki Milliyet’in bugünkü çizgisi bile hükümeti rahatsız ediyor. Legal, illegal baskılara girişiyorlar çoğu zaman. Benim gönlümdeki gazete başka bir gazete!..
BAŞBAKAN UÇAĞINA BİNMEK İÇİN YALAKALIK LAZIM
-Siz hiç Başbakan uçağına bindiniz mi?
Hayır, ne işim var benim orada? Kuyruğa girmiş o kadar çok arkadaşımız var ki, bize sıra gelmez. Gelmesin de… Yazarların, Cumhurbaşkanı ve Başbakanla seyahat etmesi çok doğru değildir. Muhabirler seyahat eder. Yazarlar belki bir görüşme yapar. Bir binen bir daha binmek isteyecek. Oraya binmek için de yalakalık yapmak lazım! O da yazarı bozar. Bir de çağırıldığın zaman düşünürsün, ‘ben ne yalakalık yaptım?’ acaba diye… Çağırılanlar ne düşünüyor, bilmiyorum. Halk bunu yiyor, halk şuna bakıyor: Onu yiyenlere yönelik bir reklâm!
-Yazar ile muhabir arasındaki çizgi kayboldu, katılıyor musunuz?
“Gazete yazarı, iyi muhabirin aldığı bilgileri, zenginleştirir, yorumlar! Bizde ise yazarlar muhabirlerin rollerini çaldılar. Doğrudan haber yazıyorlar. Ben başbakan uçağına çağrılsaydım da gitmezdim!
Açık Pencere’nin arka bahçesi
Açık Pencere Milliyet’in en fazla okunan köşeleri arasında ön sıralarda geliyor. Bu formunu da 20 yıldır kesintisiz sürdürüyor. Gazetelerin “personel giderleri” yıllık bütçe içinde hatırı sayılır bir bölüm oluşturduğu yıllarda, Açık Pencere, habercilikte de iddialı “küçük dev” bir kadroya sahipti. Melih Aşık, Güneş’te Arka Pencere ismiyle yaptığı köşesini Milliyet’te Açık Pencere’ye çevirmişti. Köşenin “demirbaş” muhabiri Musa Ağacık, Melih Aşık’la birlikte Güneş, İstanbul Yeni Asır ve Milliyet’e intikal etmişti. Milliyet’te köşe için biçilmiş kaftan bir karikatür ustası hazır bekliyordu: Altan Erbulak! Metin Çakmak hafta içi kısa fıkralarına Pazar günleri “Papatya Devri”nin neşesini saçıyordu. Altan Erbulak 1 Mayıs 1988’de vefat edince, onun bayrağını 1970 kuşağının önde gelen çizeri Ercan Akyol aldı. Ercan, Melih Aşık’la zaten Güneş’te birlikte çalışmıştı. Ercan gelmeden bir yıl önce de sendikacılıktan “uzaklaştırma almış” halimle ben katılmıştım Açık Pencere’ye… Aynı günlerde, gazeteciliğin bir temas ve mesafe mesleği olduğunu bütün kariyeri boyunca yaşayan ve hissettiren, Ankara’nın en iyi parlamento muhabiri Fahrettin Fidan, Açık Pencere’ye politika yollarının düzenli taşlarını döşemeye başlamıştı. Melih Aşık’ın yön göstericiliğinde alternatif haber merkezi kıvamında bir ekip oluşmuştu. Açık Pencere’de yer alan altı-yedi parça yazıdan biri Milliyet’in manşet haberi olarak okuyucuya ulaşıyordu. Her gün en az iki bazen üç değişik sayfa hazırlanıyordu. Gazetenin taşra kalıplarındaki baskısıyla, şehir kalıpları arasında onlarca haber-yorum-fıkra birbirleriyle yarışıyordu. Dönemin etkili liderlerinin basın toplantılarında bütün gazeteler, Açık Pencere muhabiri Musa Ağacık’ın soracağı “öldürücü-güldürücü” soruları bekliyordu. Musa, herkesin aklında olup da sormaya cesaret edemediği soruları çekinmeden muhatabına yöneltiyor, ardından da koruma polisleri tarafından karga tulumba toplantı salonunun dışına atılıyordu. Melih Aşık, Musa’ya yönelen tepkilerin tümünü büyük bir geniş gönüllülükle göğüslüyordu. Melih Aşık’a ekibini de sordum: -Alt kadronuzu değerlendirmenizi istesem, neler söylersiniz? “Gazetecilik yetenekleri ve nitelikleri çok yüksek olan arkadaşlarım oldu. Milliyet’e geldiğimde karikatürcüm yoktu. Altan Erbulak oradaydı, Açık Pencere’ye çizgileriyle farklı bir kanat açtı. Onu çok erken kaybettik. Ne yapacağız diye düşünürken Güneş’ten Ercan Akyol bize geldi. 20 yıldır birlikte çalışıyoruz. Ercan, Açık Pencere’deki karikatürleriyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Yılın Karikatürcüsü ödülünü, Simavi Karikatür Ödülü aldı. Ercan’ın karikatürleri başlı başına bir makale değerinde… Musa Ağacık faklı bakış açısıyla bir marka idi. Ankara’da Fahrettin Fidan, TBMM kulislerini en iyi okuyan gazeteciler arasındadır. Rahmetli Metin Çakmak bizim neşe kaynağımızdı. Sonra sen vardın. Bütün işçi eylemleri, sendika toplantıları, Anadolu kasabalarındaki şenlikler özel haberlerle Açık Pencere’ye taşınıyordu. Musa ve sen, haber merkezine geçince magazin servisinden Aydın geldi. Sonra o da ayrıldı. Şimdi Fahrettin Ankara’da, Ercan da İstanbul’da ‘Çiziyorum’ adlı köşesiyle Açık Pencere’de yolumuza devam ediyoruz. |
AK Parti bir seçim daha kazanabilir mi?
“Koalisyon olabilir. Eğer MHP – CHP olmazsa, AKP – DYP kurulacak. Koalisyonla gelirlerse, programımızı yürütemiyoruz diyecekler, boşu boşuna vakit geçmiş olacak. Daha da kötü olacak. Böyle yağmacı bir iktidar geldi mi, bilmiyorum!..
YAZARLIK 1980’DEN SONRA PATLAMA YAPTI
-Sizce muhabirlik öldü mü?
“Şimdi Times’ı alıp bakabilirsin. Haber, üç dört sütun uzunluğunda. Adam haberi yazarken içine bütün bilgileri koyuyor. Bizim köşe yazılarından çok daha fazla bilgi var içinde. Bizde bu iş bambaşka bir şekle dönüştü. Yazarlık 1980’lerde ortaya çıktı. O zaman Günaydın’da iki-üç yazar vardı: Örsan Öymen, Can Pulak ve Teoman Erel… Hürriyet’te iki yazar vardı. En çok reklâmı da Sabah ve Milliyet alırdı. Buzdolabı, çamaşır makinesi reklâmları Günaydın gazetesinde yer almazdı. Çünkü Günaydın’ın okuyucusunun buzdolabı alacak parası yoktu. Milliyet’in okurunun alım gücü vardı. Daha sonra Milliyet gibi çok yazarlı gazeteler meydana çıktı. Yazar çoğalınca, muhabirleri atlayıp haber almaya başladılar… Böyle olunca haber kaynakları muhabirleri değil, yazarları aramaya yöneldiler. Haberler köşe yazılarının içine yerleşir hale geldi. Esas olaylar köşelerde yer almaya başladı. Türkiye’de her şey altüst oldu, düzen değişti.”
-Peki, demeç gazeteciliği başlamadı mı Türkiye’de?
“Bizde siyasetçiler ve işadamları gazetecilere haber pazarlamayı öğrendiler. Batı’da böyle bir şey yok. Diyelim ki sen Batı’da Devlet Su İşleri ile ilgili bir yolsuzluk haberi yaptın. Ertesi gün Devlet Su İşleri Genel Müdürü bütün gazetecileri toplar, gelir orada bilgi verir. Bizde bir takım işadamları ve siyasetçiler, bazı gazetecilere telefonla bilgi veriyorlar. Herkes kendi adamına servis yapıyor. Sen onun istediği gibi yazdığın için, haberi sana veriyor, bana vermiyor.
ERDOĞAN’IN EN TAKDİR ETTİĞİM YANI
-Her dönemde Başbakan’ın yazarı vardı. Başbakan’dan direkt bilgi alan “özel gazeteci” yok… Konut yazarı gibi kavramlar kayboldu?
“Tayip Erdoğan hakkında olumlu bir şey söylemek gerekirse, bir tanesi gazetecilere yüz vermeyen tavrıdır! Bir yığın yalaka var etrafında onlara da yüz vermiyor. Turgut Özal akşam telefon ederdi, bütün yalakalar sıraya dizilirdi. Tayip Erdoğan istese el altından çok haber sokuşturabilir; ama böyle bir şey yapmıyor. İlkeli olmasından da değil, neden bilmiyorum… Ecevit’in, Demirel’in, Mesut Yılmaz’ın da adamları vardı. İki günde bir Demirel’i yazar arkadaş. Tayyip Erdoğan bütün gazetecilere ayrım gözetmeden eşit mesafeden küfür ediyor diyebiliriz.” //