Son günlerde medya gündemini meşgul eden Ali Kırca'lı atv Haberleri'ne bir yorum da Ali Kırca'nın eski çalışma arkadaşı Ayşenur Arslan'dan geldi.
Abone olArslan, eleştirilerini HAFTALIK'a yazdı. Haberin "son" baharı! İkitelli'deki Atv 2000 binası satılmış. Borcuna mahsuben Vakıflar Bankası almış binayı. Geçtiğimiz günlerde küçücük bir haber oldu bu satış. Haber, beni anılara götürdü. Anılar da, son zamanlarda aklımı kurcalayan bir dizi soruya. Atv 2000 binası, baştan sona televizyon için tasarlanıp inşa edilen ender binalardan biriydi. Adı yeni bir yüzyılın müjdesi gibi konulmuştu.. Bizler için de televizyon yayıncılığının / haberin "mabedi"ydi. Marmara'yı peşpeşe vuran büyük depremleri orada yaşamıştık. Seçim yayınlarını orada yapmıştık. Ali Kırca, takvimin 1999'dan 2000'e döndüğü gece canlı yayın helikopteriyle İstanbul semalarında uçarken, o benzersiz görüntüleri binanın "kalbi" rejiden izlemiş ve Türkiye'ye aktarmıştık. Üstelik daha neler neler yapacaktık! Olmadı.. İkitelli'deki o binadan, tam da "adını aldığı yıl", 2000'de ayrıldık. Haber Merkezi, o "zorunlu" ve hazin taşınmada sona bırakılmıştı. Nişantaşı'na en son biz gidecektik. O süreci nasıl anlatmalı! Bina, kapılarıyla, halılarıyla, masaları ve personeliyle parça parça boşalıyordu. Bizlerse bir yandan yayınımızı sürdürüyorduk, bir yandan kolilerimizi hazırlıyorduk. Son birkaç gün, binada bir biz haberciler kalmıştık, bir de tepemizde uçan birkaç yarasa.. Sonra.. Sıra bize geldi.. Toplandık.. Çırılçıplak kalmış karanlık binayı yarasalara emanet edip arkamızdan kapıyı çektik! O günden sonra herşey başdöndüren bir hızla gelişti. Etibank'ın batışı.. Ali Kırca ile birlikte Star'a gidişimiz.. Star'da "paramparça" oluşumuz.. İkitelli'yle birlikte güzel bir rüyayı da arkamızda bırakmıştık. Peki, biten yalnızca o rüya mıydı? Yoksa bir "dönem" mi? O günlere, 2000 yılının sonlarına bakıyorum da, sonraki süreçte taşlar nasıl da yerinden oynamış. Ne çok şey değişmiş. 2000 yılında Uğur Dündar, Star'daydı. Ve hayatında ilk kez ana haberi hem hazırlıyor, hem de sunuyordu. Reha Muhtar Show'daki haber şovlarını sürdürüyordu. Bizse, habercilikte bir marka haline gelen, "güven" sözcüğüyle özdeşleyen Atv Haber'i yaratmanın keyfini yaşıyorduk. Bütün yolların bir süre sonra Star'a çıkacağını; üç ünlü isimle Star'da bir bayrak devri yaşanacağını; Uğur Dündar'ın yerini Ali Kırca'ya, Ali Kırca'nın da Reha Muhtar'a bırakacağını aklımızın ucundan bile geçirmiyorduk. Ama ana haber bültenlerinin üç büyük ismi, bugün futbolun üç büyüğünü temsilen biraraya geliyor artık. Uğur Arena'ya döndü. Reha -tıpkı benim gibi- televizyon haberciliğiyle vedalaştı. Yalnızca Ali Kırca yine Atv Haber'de. Ama Atv Haber de artık "bambaşka" bir yerde. Doğrusunu söylemem gerekiyor: Atv Haber'in olduğu "yeri" tanımlamaya çalışırken zorlanıyordum. Çünkü eleştirilerim -özellikle bugün "dışında" olduğum için- kıskançlık olarak yorumlanabilirdi. Fazla kişisel yargılar olarak algılanabilirdi. Bu nedenle sözümü sakınıyordum. Ama, tam da ben bu yazıyı, işte o tereddütlerle inşa etmeye çalışırken, Hıncal Uluç Atv Haber'i yazdı. Benim tersime, her zamanki gibi "sözünü sakınmayan" üslubu ile, düşündüklerini köşesine aktardı: "Ülkenin TRT dahil en itibarlı haber bültenini, Televole'ye çevirdiler.. Efendim reyting alıyorlarmış. Haberde reklam da yok üstelik.. Reyting değil, itibar olsun diye kondu bu kural.. Habercilik, gazetecilik olsun diye.. Ama Ali'yi harcıyorlar.. Magazin türü haberciliğin dünya çapında ustası Reha bizdeyken üstelik.." Aynı şeylerden mi söz ediyoruz bilmiyorum ama; kışkırtıcı, hatta kimi zaman "sokak ağzı" ile atılan başlıkları.. Haberlerin seçiminden sıralanmasına, canlı yayın konuklarından "az sonra"larına, bültenin geneline hakim olan tarzı.. Hadi, Hıncal'ın deyişiyle yazayım, "Atv Haber'in Televole'ye dönmesini" ben de en hafif deyimiyle yadırgıyorum. Ve kendi adıma / adımıza üzülüyorum. Baki Şehirlioğlu, uzun bir dönem Ferhat Boratav, Ülker Pınarbaşı… Sonra, editörlerimiz, muhabirlerimiz; Murat Çelik, Oğuz Haksever, Emine Munyar, Viki İzrail, Çiğdem Anad, Gürkan Zengin, Mete Çubukçu, Yonca Sevim ve daha pekçok isim.. Yıllar boyunca deli gibi çalışıp kılı kırk yardık, gerçekten de Türkiye'nin en itibarlı ama aynı zamanda "reytingi de olan" bültenine imza attık. Bugün, işte o "emeğe" acıyorum.. Bizlerin "kişisel", Türkiye'nin de medya tarihinde benzersiz bir yere sahip "eski" Atv Haber'i hatırlayıp hayıflanıyorum. Ama bunlar, "duygular".. Oysa, işin özünde, dikkatle izlenmesi ve tartışılması gereken bir "nesnel durum" var. Yani, "haberlerin nereye gittiği" meselesi.. Meseleye, son söyleyeceğimi baştan yazarak gireceğim: Bugün, televizyon yasası olanak verse, büyük kanalların hiçbiri habere bu kadar yer ayırmazdı. Hele saat 19.00 - 20.00 arasında, hazine değerindeki dilimi kesinlikle haber bültenine vermezdi. Biliyorum, iddialı bir iddia! Ancak, adım adım yürürken ne demek istediğimi anlatabileceğimi umuyorum. Hadi, yürümeye başlayalım.. Büyük, ulusal televizyonlarda haber merkezleriyle kanal yönetimi arasında hep aynı kavga yaşanır. Haber merkezleri, ana haber bülteni önündeki programın "onlara izleyici, yani reyting aktaracak kadar güçlü" olmasını talep eder. Kanal yönetimi de bültenlerin, o reytingi azaltmadan sonraki programa taşımasını. Çünkü o saatler, insanların ekran başına toplandığı (bu yüzden "prime time" yani öncelikli zaman dilimi diye tanımlandığı) saatlerdir. Hiçbir yönetici de, reytingi yerlerde sürünen bir bülteni "kendi haline" bırakıp, izleyiciyi ve dolayısıyla reklamı kaçırmak riskini göze almaz. Alamaz. Bu yüzden aslında reyting iddiasının dışında tutulması gereken haber, reyting kavgasının da tam göbeğinde yer alır. Hem itibarlı hem de seyredilir olmaksa, (kendi adıma tevazu göstersem arkadaşlarıma ayıp olacak) öyle her babayiğidin harcı değildir! Televizyon yöneticileri, bir başka nedenle daha sevmez haber merkezlerini: Para! Çünkü, haber -tabii eğer gerçek anlamda habercilik yapacaksanız- pahalı bir operasyondur. Diyelim ki Arafat'la ilgili gelişmeleri izliyorsunuz. "Eski" Atv Haber'de, bu, Mete Çubukçu'nun ilk uçakla Filistin'e gitmesi, Paris temsilcimiz Nurdan Bernard'ın da dünyanın dört bir köşesinden meslektaşlarıyla birlikte hastanenin önünde yerini alması anlamına gelirdi. Ve tabii, her ikisinin yanına birer kameraman göndermek; canlı yayın arabaları kiralamak gerekirdi. ABD başkanlık seçimi içinse daha geniş bir ekip ve okyanus aşırı operasyon olduğu için de, canlı yayınlara "daha çok para ayırmak" söz konusu olurdu. Elbette, çekirdek örgütlenmeyi atlamamak gerek. Merkez ve Ankara'nın yanı sıra, İzmir ve Diyarbakır'da bürolarınız, yurt çapında geniş bir muhabir ağınız, yurt dışında da en az 4-5 başkentte temsilciniz olmalı. "Eski" Atv Haber'de bütün bunlar vardı. Ve birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın hepsi de "birinci sınıf" isimlerdi. Yani, hem itibar hem reyting sağlamasa, Atv Haber, harcanan para yüzünden iki günde "dağıtılırdı". Son olarak da, 1990'lı yılların Türkiyesi siyasetinden sokağına, çalkantılı / hareketli / iniş çıkışlıydı. Yani "haber borsası" değerliydi. Ve bu, milyonları her akşam ekran başına topluyordu. Ya bugün? Memleketçe üzerimize bir sükunet çöktü.. Nasıl çökmesin ki! Neredeyse tek parti iktidarı yaşanıyor. Bu nedenle Ankara haberleri artık "olmasa da olur" kategorisinde! Enflasyon bu kadar düşmüşken, ayrıca tam da Avrupa Birliği'ne giriliyorken sorunları görmek ayıp sayılıyor. Bu nedenle örneğin milyonlarca işsizden söz eden haberler "aman ha, sakın olmasın" kategorisinde! Hem zaten insanlar tatsız haberlerden sıkıldılar! Böyle bir "gündeme" herhalde bürolar, dış temsilcilikler, birinci sınıf muhabirler, olur olmaz yayınlarla pahalı operasyonlar gerekmez, değil mi! Görüntüleri allayıp pullayacak birkaç prodüktör, bol canlı yayın konuğu.. Yeter de artar bile! Hani, "hiç vermemek de olmaz" diyorsanız, Avrupa Anayasası, Filistin'in halleri, Türkiye'nin fotoğrafını değiştirecek yasalar gibi "sıkıcı konulara" birkaç dakika ayırırsınız.. Sonra Allah ne verdiyse yürür gidersiniz: İslami playboy tartışması.. Dilek Sabancı'nın aşkı ve hayalleri.. İncir çekirdeğinin faydaları.. Böyle bir "gündeme" herhalde bürolar, dış temsilcilikler, birinci sınıf muhabirler, olur olmaz yayınlarla pahalı operasyonlar gerekmez, değil mi! Görüntüleri allayıp pullayacak birkaç prodüktör, bol canlı yayın konuğu.. Yeter de artar! Üstelik şimdi, asıl işi haber vermek olan kanallar var. Her ne kadar onların habere ayırdığı süreler de giderek azalsa bile, izleyici haberi onlardan alıyor. Ulusal büyük kanallara da "bakalım bu akşam ilgimizi çekecek nasıl bir tuhaflık bulmuşlar" diye bakıyor. Kısacası, kimse kimseyi kandırmasın: Bugün, yalnızca Atv Haber değil, bütün ana haber bültenleri Televole tarzından payına düşeni alıyor. Seyredilmek, dolayısıyla "varlığını sürdürebilmek" için buna mecbur çünkü. Bence bu süreç de geçecek. Ama "eskiye dönüşten" söz ettiğim sanılmasın. Bugünkü sürecin yerini, "süreleri yarım saate, hatta 15-20 dakikaya indirilmiş bültenler" dönemi alacak. Reklam yarışının dayattığı "piyasa mantığı" ve "konjonktür" böyle söylüyor. Anchorman döneminin sona ermesi de aslında hem yeni hem de gelecek dönemin işaretini çok net biçimde veriyor. Belki, haftaya da "o işarete" bakarız. AYŞENUR ARSLAN - HAFTALIK