Avrupa'nın azınlıklar konusunda yönelttiği eleştiriler tartışılıyor. Avrupa Konseyi'nin çalışma raporunu irdeleyen yazarımız Behiç Kılıç göre tüyleriniz diken diken olacak.
Abone olDeğerli okurlar size bir çalışma raporunu sunuyorum. Bu sunumu parça parça aktaracağım. İyice hazmedilip değerlendirilmesi doğrusuna eğrisine karar verilmesi gerekiyor. Bu çalışma raporunu sunduktan sonra da üzerinde yorumlar yapıp kaynağı hakkında bilgi aktaracağım. Sanıyorum okudukca tüyleriniz diken diken olacaktır. Rapora geçelim; Türkiye' nin; AB üyelik sürecine girmesiyle birlikte, laik, sosyal, demokratik ve hukuk devleti yapısına, ulusal değerlerine ve milli kimliğine yönelik, AB destekli çok cepheli ve sistemli saldırılar giderek artmış, bunun yanı sıra; ideolojik, psikolojik yıkıcı propaganda, siyasi baskı ve bölücü terörü kullanan özel bir savaş türü ile karşı karşıya kalınmıştır. Türkiye' nin orta ve uzun vadede üniter yapısının bozulmasına yol açabilecek tehlike, Türkiye' nin l999 yılında Helsinki zirvesi' nde AB' ye resmen 'aday ülke' olarak ilan edilmesiyle başlamıştır. Bilhassa, Kopenhag kriterleri baz alınarak gerçekleştirilen topluluğa yeni kabul edilen ve sırada bekleyen diğer ülkelere yapılmayan ancak, Türkiye' ye karşı uygulanan siyasi baskıların sonuç verici olumsuz etkileri, günümüzde daha net bir şekilde algılanabilir hale gelmiştir. Bilindiği gibi 22 Haziran l993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi' nde Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği' nin genişlemesinin Merkezi Doğu Avrupa Ülkelerini kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda, adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleri de belirtmiştir. Bu kriterler; siyasi ekonomik ve topluluk mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç gurupta toplanmıştır. Kopenhag siyasi kriterlerinin içerisine; Demokrasi, Hukukun üstünlüğü, İnsan Hakları ve Azınlıklara saygı gösterilmesi ile bunların korunmasını garanti eden kurumların varlığı ön koşul olarak dahil edilmiştir. Çünkü; Azınlıklar konusu AB' ye göre, Avrupa' nın bütünleşme sürecinde de kilit rol oynayan unsurlardan birini oluşturmaktadır. Ulusçuluğun ve ulus devletlerin doğduğu Avrupa' da günümüzde inşa edilmeye çalışılan ulus üstü kimliğin en büyük engeli olarak ulusal kimlikler olarak görülmekte, bu nedenle ulusa yönelik sadakatın zayıflatılması ve en azından yumuşatılması için,ulusal etnik, dilsel ve dinsel farklılıklyardan yararlanılabileceği düşünülmekte ve bu konu, her türlü farklılılğın canlandırılmasını öngören çok kültürcü bir anlayış çerçevesinde uygulamaya sokulmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde AB' nin Türkiye' nin tarihsel gelişimini, ulusal değerlerini, vatandaşlarının yapısını tam olarak değerlendirmeden sadece kendi çıkarlarını öne çıkararak ve tarihsel intikamını almak amacıyla halen yapmakta olduğu ve muhtemelen de müzakere sürecinde de öne süreceği azınlık dayatmalarının, Türkiye' nin önüne çok önemli sorular çıkaracağı değerlendirilmektedir. Kopenhag Kriterleri, temel olarak etnik merkezli insan hakları düzenlemeleri getirmekte özellikle dinsel ve dilsel ayrıcalığı olanları etnik azınlık olarak tanımlamaktadır.Değişik AB kaynaklarında özellikle, ilerleme raporlarında, Türkiye' de yirminin üzerinde etnik grup olduğu ileri sürülerek ve bunlara kendi kültürlerini yaşatmalarının desteklenmesini ve azınlık haklarının verilmesini gündeme getirmektedir. Türkiye' nin azınlık rejimi, 1923 Lozan Barış Anlaşması ile belirlenmiş ve T.C. Anayasaları' nda ve Anayasa Mahkemesi kararlarında da yerini almıştır. Buna göre Lozan Antlaşması' nda gayrı müslüm olarak sayılan azınlıklar dışında, Türkiye' de azınlık ya da ulusal azınlık bulunmamaktadır. Söz konusu azınlıklara uluslar arası hukukta yer alan tüm hakların verildiğinin bilinmesine rağmen, AB ilerleme raporu bildirilerinde; Kürtler, Kürtlerin dışında kalan farklı etnik gruplar (Araplar, Lazlar, Çerkezler v.b), Lozan tarafından azınlık olarak tanınmayan, Süryaniler gibi çeşitli Hristiyan topluluklar, Sünni çoğunluk içinde sayılmayan Alevi vatandaşlar da azınlık olarak belirtilmektedir. Bugün için azınlık hakları ve azınlıkların korunması ile ilgili uluslar arası anlaşma ve sözleşmelerin hiç birinde, azınlık kavramının neyi ifade ettiği hususunda bir mutabakat bulunmamakta ve dünyada standart olarak kabul edilmiş bir azınlık tarifi bulunmamaktadır. Herkes kendi tarihi geleneklerine veya bugün işlerine geldiğine göre değişik tarifler vermektedirler. BM çerçevesinde temel alınan iki azınlık tanımı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi BM İnsan Hakları Komitesi ayrımcılığın önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu (l999' da İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu olarak değiştirilmiştir.) Raportörü Francesco Capotorti' nin raporunde önerdiği,' sayısal olarak bir devletin nüfusunun geri kalanına göre az olan ,egemen olmayan konumda bulunan, üyeleri etnik, dinsel ya da dilsel açıdan nüfusun geri kalanından ayrılan özellikler taşıyan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini korumak amacıyla, üstü örtülü bir dayanışma duygusu gösteren bir gruptur.' şeklinde tanımlanmıştır. Diğer tanım ise, yine Alt Komisyon Üyesi Jules Deschenes' in yaptığı tanımdır. Capotorti' nin tanımını esas alan Deschenes 'sayısal olarak aşağı' olumsuz çağrışımlarını önlemek amacıyla 'sayısal olarak azınlık' ifadesini kullanmış ve diğer tanımda üstü örtülü olarak yer aldığı kabul edilen 'fiili ve hukuksal eşitlik' amacını açıkça belirtmiştir. Avrupa Konseyi' nin Azınlıkların Korunması için Avrupa Sözleşmesi tasarısında da (l99l) Capotorti' nin tanımı esas alınmıştır. Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu(Venedik Komisyonu) tarafından hazırlanan tasarıda, Capotorti' nin tanımından farklı olarak yurttaşlık da azınlık olmanın bir şartı olarak tanımda yer almıştır. Parlamenterler Asamblesi' nin Ulusal Azınlıklara Mensup Bireyler Hakkında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Ek Protokol önerisindeki (l993) azınlık tanımları da aynı unsurları içermektedir. Bu tanımlar temelinde, azınlık olmanın ana öğelerinden BİRİNCİSİ FARKLILIKTIR Azınlık, nüfusun geri kalanından ırksal, etnik, dilsel açıdan farklı olmalıdır. İKİNCİSİ SAYI UNSURUDUR Azınlık farklı özelliklerini koruyabilecek ve devam ettirebilecek yeterli sayıya sahip olmalı, ama nüfusun geri kalanından sayısal açıdan az olmalıdır. Nüfusun coğrafi dağılımı burada önemli değildir. ÜÇÜNCÜSÜ (BAŞAT) Baskın Hakim) OLMAMA koşuludur. Bu gruplar nüfusun geri kalan kısmına egemen olmamalıdır. DÖRDÜNCÜSÜ AZINLIKLARIN YURTTAŞ OLMASI gerekir. BEŞİNCİSİ, AZINLIKLAR ÖZ BİLİNCE(Azınlıklar bilinci) sahip olmalıdırlar. Bu tip grupların azınlık olabilmek için devlet tarafından hukuksal açıdan tanınması zorunluluğu tartışmalı bir konudur. Avrupa' da ise azınlık kelimesi, sayısal anlamının yanında, aynı zamanda kavimsel veya dini anlamda da kullanılır. Avrupa Konseyi çerçevresinde uygulanan ve Türkiye' nin imzalamadığı bağlayıcı nitelikte olan Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi referans gösterilerek milli azınlık kavramı ortaya konmuş ve 'milli azınlıklardan' bahsedilirken, azınlık mensubu vatandaşlara, azınlık olmayan vatandaşların sahip olmadıkları bazı hakların verilmesi veya bu milli azınlıklara kendilerine özgü siyasi kurumsallaşmaya gitme imkanı tanımaktadır. Yani bu sözleşmeye göre milli azınlık kavramı hukuki ve siyasi içerikli olarak kabul edilmiş ve azınlıklara ait kolektif hakların sözleşme dışı bırakıldığı ifada edilmiştir. Ancak; söz konusu sözleşmenin dayandırıldığı 23 Haziran l990 AGİK, İnsani Boyut Konferansı Kopenhag Toplantı Belgesinin (Her ne kadar Türkiye tarafından imzalanmamışsa da, söz konusu toplantıya katıldığımız ve uygulama niyetimizi taahhüt ettiğimiz için hukuki anlamda olmasa bile siyasi anlamda Türkiye' yi bağlayan) yer alan 32, 33, 34 ve 36.ncı maddelerinde ulusal azınlıklara mensup kişilerin, etnik, dilsel, dinsel, kültürel kimliklerini özgürce ifade edebileceği; devletin de bu ulusal azınlık kabul edilen grupların farklı olan özelliklerini korumaları ve geliştirmeleri yönünde tedbirler alacağı, ulusal azınlık kapsamındaki kişilerin anadillerini öğrenmeleri ve bu konuda eğitilmeleri ve de dillerini kamu makamları önünde kullanmalarını sağlayacak çabayı göstereceği ve ulusal azınlıklar ile ilgili sorunların hukuk düzeni ilkelerine bağlı bir diyalog ile çözümlemelerini sağlayacakları belirtmektedir. Bundan anlaşılacağı gibi Çerçeve Sözleşmede azınlıklara ait kolektif haklar sözleşme dışı dense de, bu sözleşmenin esasını teşkil eden bu belge ile azınlıklara bir çok kolektif hak (32.nci madde(2.nci bend 'eğitim, kültür, dini kurumlarını örgütlerini,derneklerini kurma ve yönetme hakkı?; 32.nci madde (6.ncı) bend 'dernek kurma yönetme ve uluslar arası hükümet dışı örgütlere katılma hakkı' ) ve bu hakların korunması için devletlere bir çok görevler verilmiştir. Ayrıca Türkiye' nin yine esas kabul ettiği Paris Şartını kabul etmiş olması ve müteakip çalışma gruplarında yer alması (Milli Azınlık Uzman Çalışma Grubu) gibi, Türkiye' nin bu belgeleri imzalamamış olmasına rağmen sözleşme hükümlerini kabul etmiş sayılabileceğinden bu konudaki taleplerin önünde duramayacağı açıktır. Tekil bir devlet olan AB Üyesi Fransa, çeşitli milletler arası anlaşmalara 'Fransız Cumhuriyetinin kendi ülkesinde milli azınlık tanımadığını' ve dolayısı ile azınlık grupları olmadığı için grup hakkı olamayacağını belirten çekinceler koymuştur. Çünkü, FRANSIZ DEVRİMİNDEN BERİ FRANSA' DA DEVLET VE DEVLET İÇİNDE EGEMENLİĞE SAHİP OLAN HALK VEYA MİLLET TEKTİR VE BÖLÜNEMEZ. AB tarafından ; Türkiye' de azınlık olarak 'Kürtler, Aleviler, Çerkezler, Boşnaklar, Romanlar, Ermeni Ortodoks, Yahudi, Süryani Ortadoks, Rum Ortadoks, Protestan, Süryani Katolik, Ermeni Katolik, Ermeni Protestan, Keldani Katolik' olarak belirlenmiş ve azınlıklara ait rakamlar toplandığında 27 ila 40 milyon arasında bir nüfus sayısı ortaya çıkarılmıştır. BU AÇIDAN BAKILDIĞINDA TÜRKİYE' DE TÜRKLER AZINLIK KONUMUNA GELMEKTEDİR. Avrupa Birliği, Kürtleri, Alevileri ve diğer azınlık olarak kabul ettiği gruplar, egemenliğin bir parçası olarak görmeyerek, ortaya çok önemli siyasal sonuçlar çıkaracak bir yaklaşım yaratmaktadır. Çünkü, AB' ye göre azınlık kavramında en önemli husus ' egemen olmayan konumunda bulunan' ın nitelendirilmesidir. Buna göre; TÜRKLER AZINLIK OLMALARINA RAĞMEN DEVLETİ KONTROLUNDA TUTARAK HAKSIZ YERE EGEMENLİĞİ GASP ETMİŞ OLARAK GÖSTERİLMEKTEDİR. Ayrıca hangi grupların azınlık olarak tanınacağı, tamamen AGİT' in Helsinki bildirgesine göre devletlerin karar alanına bırakılmasına rağmen, AB bu hakkın da Türkiye' ye verilmesine karşıdır. Önceden Kopenhag Kriterleri' nin kabul edilmesinin grup hakları değil, bireysel haklar doğuracağını ileri süren ve Türkiye' den bunun dışında bir şey talep etmediğini belirten AB, şimdi Türkiye' den Lozan dışı olan ve yukarıda belirtilen grupların azınlık olarak kabul edilmesini öne sürmekte ve onlara daha fazla hak verilmesi hususunda dayatmalarda bulunmaktadır.Bu çerçevede BİREYSEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER ALANI AŞILARAK AZINLIKLARIN GRUP HAKLARI ALANINA GİRİLMİŞ VE AZINLIK OLARAK BELİRLENEN GRUPLARA KOLLEKTİF HAKLAR VERİLMESİ TALEP EDİLMEKTEDİR. Bilgileri sunmayı Pazartesi günü devam ettireceğiz?