BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Tuvallere yansıyan Roman yaşamları...

Macarlar Budapeşte'deki Nemzeti Múzeum'da düzenlenen sergide Romanların resme yansıyan duygularını ve coşkularını izleme olanağı buldu. Tarık Demirkan da sergiye gitti ve Roman sanatçılarla söyleşti.

Abone ol

“Sizin çok canlı dediğiniz renkler bizi rahatsız etmez. Önemli olan renkler arasındaki uyumdur. Bu uyum kaybolmasın yeter. Biz diğer ressamlara benzemeyiz. Biz resim yapmasını okulda öğrenmedik. Biz hayatı nasıl görüyorsak, resmimize de özle yansıtırız. Yani, işte böyle gökkuşağı gibi, renk renk.”

Bu cümleler Budapeşte’nin en büyük ve en yeni kültür merkezi olan Ulusal Tiyatro’da geçtiğimiz günlerde açılan “Roman ressamlar sergisi”nde resmi sergilenen bir grup ressamdan biri olan Gyönygi Kalányos’a ait.

Sergi büyük ilgi gördü. Tuna nehri kıyısında kültürü kurtaracak bir “Nuhun teknesi” gibi inşa edilen Nemzeti Múzeum’un fuayesinde açılan sergiyi Budapeşteliler merakla izliyorlar. Şimdiye kadar çoğunlukla etnik sorunlar, ayrımcılık ve benzeri sorunlarla gündeme gelen Romanların yeni bir yüzünü keşfediyorlar.

Elbette bu yüz de, diğer sorunlardan çok farklı değil.

Ön yargılar

Örneğin eserleri sergilenen ressamlardan biri olan bayan Kalányos, Cannes’da ödül alan bir Macar animasyon filminin resimlenmesinde çalıştığını, ama birkaç küçük hediyenin dışında ücret bile alamadığını söylüyor, kendisiyle yapılan ve HVG dergisinde yayınlanan bir mülakatta.

Romanlar hala hayata çok yakın.

Renkleriyle, kokularıyla, tüm canlılığıyla doğal hayatı, kendi hayatlarına taşıyabilen ender halklardan biri. Bu elbette “Beyaz Avrupalının” Romanları eleştirirken sürekli vurguladığı “düzenli hayatı sevmezler, kurallara uymazlar” eleştirisinin diğer yüzü.

Yani, belki de eleştirildikleri yönlerinin onlara tanıdığı bir olumluluk bu.

“Çingene ve ejderha atı” adını taşıyan resmi yapan sanatçı Marta Bada’nın anlattıkları da, Romanların doğayla, tüm canlılarla nasıl farklı bir ilişki içinde olduğunu kanıtlıyor.

“Çingeneler atları iyi tanır. Dişlerinden tanır. Alırken de satarken de, bu nedenle en iyisini bilir.” diyor Marta Bada.

Roman ressamların ortak ve temel şikayeti, sadece resim yaparak geçinememeleri, hayatlarını sürdürmek için bir çok başka alanda da çalışmak zorunda kalmaları.

'Çingene ressam'

Elbette maddi sıkıntılar Macaristan’da sadece Roman sanatçıların sorunları değil. Ama Romanlar bu alanda da birkaç kat daha zor durumdalar. Kalabalık ailelere sahip olmaları, çok çocuk bakmak zorunda kalmaları, onları maddi anlamda, hayatta daha kırılgan yapıyor.

“Ama biz büyük aileleri severiz. Bizde hatır gönül olmaz. Birbirimize darılmayız. Kızarsak ağzımıza galeni söyleriz, bağırırız çağırırız, ama mesela bir Paskalya bayramında bir günde evimize iki yüz misafir gelir”diyor Brigitta Milak.

Resimlerdeki canlı renkler, hayatın içinden fırlayıp geliveren figürler ya da sıradan bir Macarın hayatında pek de olmayan duygusal patlamaları içeren mimikler, yani sıra dışı tablolar ilgi çekiyor.

Ama bu tablolar, sanki egzotik bir dünyadan fırlayıp gelmiş, farklı ve uzak bir kültürün habercisi gibi. Belki de işte tam da bu nedenle, basın, ressamlardan bahsederken, isminin yanına çoğu kez “Çingene ressam” ibaresini koymadan da edemiyor.

Bu sıfat onları rahatsız ediyor mu peki?

“Hayır diyor” ressam ve sürdürüyor: “Neden etsin? Ben Çingene’yim. Çingene ise benim için dünyanın en normal insanı demek. Ben etnik kimliğimle gurur duyuyorum. Hayata bu kadar bağlı olmaktan dolayı yaşadığım tadı başkasının hissedebileceğini tahmin etmiyorum.”

Onlardan “Çingene ressam” olarak söz edilse de, “Renklerde can bulan yaşamlar” sergisinin Budapeşte’de Çingenelere olan bakışı bir nebze de olsa değiştirdiği kesin.

İşsizlik, ayrımcılık, gereksiz suçlamalar, elbette tükenmedi.

Ama onlar, yani Avrupa toplumlarında “en altta yaşayanlar”, yani Çingeneler, normal hayatlarının tuvaldeki yansımasını görmemize izin vererek, bir halkın hayatında renklerin neden bu kadar önemli olduğunu kanıtladılar.

Hayata onların penceresinden bakabilenlerin, renklerin coşku veren cümbüşünü biraz olsun hissedebilenlerin farkında bile olmadan doğaya yakınlaşıverdiği kesin.