BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

TÜSİAD Ergenekonu önemsiyor

TÜSİAD başkanı Yalçındağ, gündemin AB' ye tam üyelik olmasını istedi.Ergenekon davasını önemsediklerini de belirtti.

Abone ol

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, 2014 AB tam üyelik hedefinin kararlılıkla Türkiye'nin kalıcı gündem maddesi olması gerektiğini söyledi. Yalçındağ, Ergenekon davasını TÜSİAD olarak önemsediklerini de belirtti.

Yalçındağ, Mardin Atatürk Kültür Merkezinde düzenlenen TÜRKONFED Başkanlar Konseyinde yaptığı konuşmada, genişleyen krizin etkilerinin her geçen gün daha fazla hissedildiğini ve tüm dünyada büyüme tahminlerinin aşağı çekilmekte olduğunu belirtti.

Uluslararası kurumların, 2009 yılı için dünya ekonomisinin büyümesini sıfır düzeyinde tahmin ettiklerini bildiren Yalçındağ, aynı tablonun Türkiye için de geçerli olduğunu kaydetti.

''İÇ TALEBİ ARTTIRACAK ÖNLEMLER ÖNCELİĞİMİZ OLMALIDIR''


Yalçındağ, 2009 büyüme rakamının eksi yüzde 3,6'ya çekildiğini ve dış ticaret verilerinin de içinde olduğu tüm göstergelerin önemli değişikliklere uğradığını ifade etti.

Öncelikle, iç talebi destekleyici kontrollü para ve maliye politikalarına devamın esas olduğunu, ancak, bu tercihin, orta dönemde kamu maliyesinde kalıcı bir zafiyete veya enflasyonist bir sürece Türkiye'yi yeniden sürüklememesi gerektiğini kaydeden Yalçındağ, şöyle dedi:

''İç talebi arttıracak önlemler önceliğimiz olmalıdır. Bu kapsamda özellikle istihdam kapasitesi fazla olan seçilmiş bazı sektörler için uygulanacak destek programları, artan faaliyetle birlikte vergi gelirlerini de artıracak ve kamu gelir kayıplarını sınırlayacaktır. Keza, düşen faiz oranları ve ihracat kredilerinde sağlanan esneklikler de arz yönünde ve ticaretin finansmanında bazı kıpırdanmaları sağlayacaktır, düşüncesindeyiz. Aynı çerçevede, Kredi Garanti Fonu'nun kaynaklarının ve fonksiyonlarının geliştirilerek bir an önce devreye sokulması, finans sektörü ile reel sektör arasındaki kredi akışkanlığının arttırılmasına önemli katkı sağlayacak. Kriz sonrası firmaların finansal yapılarında oluşabilecek hasarı sınırlayacaktır.

Tabii, tüm bu talep ve arz yönlü politikalar, ancak IMF destekli bir bütüncül makro uyum programı ile anlam kazanabilecektir. Çünkü 2009 ve 2010 yılları, hem kamu mali dengesinin sürdürülebilirliği hem de sistemin ihtiyaç duyabileceği yabancı para arzı açısından kritik yıllar olacaktır.''

KRİZDEN ÇIKIŞIN YOLLARI


Yalçındağ, 2007 yılı itibariyle bütçe yapısının bozulmaya başladığını ve bugün itibariyle, sağlıklı bir harcama reformu ve sürdürülebilir bir finansman yapısına ihtiyaç duyulduğunu kaydederek, IMF destekli bütüncül bir makro uyum programının bir yandan talep artırıcı politikaların bütçe dengesine olan etkilerini normalize edeceğini, diğer yandan da artık ertelenmesi mümkün olmayan bir dizi mikro-yapısal önlemin gerçekleştirilebilmesi için anlamlı bir nefes alma dönemi yaratacağını bildirdi.

Türk ekonomisinin verimliliğini ve rekabet gücünü arttıracak mikro politikaların,enerji arz güvenliği, iş ve yatırım ortamının iyileştirilmesi, öngörülebilen orta vadeli bütçe anlayışını kurumsallaştıran mali kural düzenlemesi, özerk bir gelir idaresi, kayıt-dışı ile mücadele yüksek ve sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak gerçek unsurlar olma özelliğini sürekli koruyacağını anlatan Yalçındağ, şöyle devam etti:

''Bu yapısal önlemlerin gecikmesi durumda, kriz sonrasında da Türkiye ekonomisi vasati büyüme oranlarında kalacak veya yüksek büyüme oranları için yeni bir dış dalgayı beklemeye koyulacaktır. Yani ekonomik büyümeyi, temelde etkileyecek unsurları hiç bir zaman kriz koşullarının arkasına öteleme lüksümüz yoktur.

İçinde bulunduğumuz küresel krizden çıkışı belirleyen bir diğer temel konu, G20 ülkelerinin kararlı ve samimi tutumu ve ülkelerin koordinasyon içinde, korumacılık ve müdahalecilik gibi kolaycı tercihlerden uzak durmasıyla yakından ilgilidir.

İyimser bir senaryo ele alırsak; krizin etkileri, dünyada 2010 sonunda, Türkiye'de belli bir gecikmeyle 2011 sonunda hafifleyecektir. Ancak uzunca bir süre, yakın geçmişte tecrübe ettiğimiz yüksek büyüme oranlarını yakalayabilmek güç olacaktır.

2009 yılının ilk çeyreğinde sanayi üretimi yüzde 20'nin üzerinde daralmıştır. Bu eğilimin Mart ayında da devam ettiği bilinmektedir. 2009'un ilk çeyreğinde ekonominin yüzde 8 civarında daralmış olduğu tahmin edilmektedir. IMF ile anlaşmanın önümüzdeki haftalarda yapılacağını varsaydığımız zaman, ikinci çeyrekten itibaren ekonomideki daralmanın şiddetinin azalacağını düşünüyoruz. Ekonomi yılın son çeyreğinde büyümeye geçse de toparlanma yavaş olacak.

Yılın bütünü için baktığımızda ekonominin yüzde 4,1 oranında küçüleceğini hesaplıyoruz. Bu tahminimizin arkasında, IMF kaynağının özellikle büyüme, bütçe finansman bütünlüğü ve istihdamı destekleyecek şekilde kullanılması varsayımı önem taşımaktadır.''

Yalçındağ, işsizlikle mücadelede başarısızlığın açık bir şekilde teyit edildiğini ve bunun da revize edilen 2009-2011 verilerinden anlaşılmakta olduğunu söyledi.

''Yüksek büyüme döneminde bile aşağı çekemediğimiz işsizlik oranı, krizle birlikte artık belirgin bir yapısal boyut kazanmıştır. Bu tür bir işsizlikle, macro ekonomik önlemlerin yanı sıra, doğrudan aktif iş gücü politikaları ile de mücadele etmek zorunludur'' diyen Yalçındağ, son dönemlerde istihdam piyasasına yönelik olarak alınan bir dizi önlemin yanında, doğrudan vasıf uyumsuzluğu, bölgesel işgücü hareketliliği, istihdam vergileri, esnek işgücü piyasası mevzuatı alanlarında, tüm sosyal taraflar olarak politika geliştirmek ve uygulamak ihtiyacı olduğunu, aksi takdirde, daralan iç ve dış taleple birlikte işsizliğin daha da katılaşacağını ve her geçen gün işsizlikle mücadelenin çok daha fazla tedbir ve fedakarlık gerektireceğini bildirdi.

''AB UYUM SÜRECİ DURMA NOKTASINA GELMİŞTİR''


Yalçındağ, uzun vadeli reform ve demokratikleşme süreci açısından olduğu kadar, Türkiye'nin tüm dünyada daha istikrarlı ve güvenli bir yatırım ortamı olarak algılanmasında AB uyum sürecinin önemli olduğuna değinerek, ''Önemi büyük olan AB uyum süreci bir süredir neredeyse durma noktasına gelmiştir'' dedi.

AB ile ilişkilerin ayrı bir bakanlık koordinasyonuna verilmesinin önemli bir gelişme olduğunu, ancak, somut adımların atılması konusunda gereken hızın henüz ortada olmadığını anlatan Yalçındağ, Türkiye'nin küresel rekabet gücü yüksek bir demokrasi olarak ilerleyebilmesi için, AB üyeliğinin gerekli kıldığı, bireysel ve kolektif özgürlükler, eğitim, bilgi toplumu, kadın hakları, çevre, etkili kamu yönetimi reformu ve kayıt-dışı ekonomi gibi alanlarda köklü atılımlara gerek duyulduğunu belirtti.

Yalçındağ, şunları söyledi:

''2014 AB tam üyelik hedefi, kararlılıkla Türkiye'nin kalıcı gündem maddesi olarak belirlenmelidir. 2014 hedefi kaçırıldığı takdirde üyelik perspektifi ancak bir sonraki mali dönemin başlangıcı olan 2021 yılına ertelenebilecektir. Ne Kıbrıs problemi, ne de bazı AB liderlerinin tutarsız ve konjonktürel yaklaşımları bu yönelimi etkilememelidir. AB mevzuatına uyum demek, gelişmiş bir demokratik standart yakalamak ve etkili olarak işleyen, değer yaratan rekabetçi bir piyasa ekonomisi demektir.''

ERGENEKON DAVASI


Yalçındağ, Türkiye'nin bölgesinde ve dünyada büyük sorumluluklar almaya hazır olduğunu, itibarını ve saygınlığını sürdürebilmesi için üzerinde hassasiyetle durulması gereken önemli bir konunun daha olduğunu ve bunun da hukuk güvenliği olgusu olduğunu vurguladı.

Yalçındağ, şöyle devam etti:

''Ergenekon davası ülkemizin aydınlatılmaya muhtaç şiddet ve faili meçhul olayları ile muhtemel darbe ortamı yaratma girişimlerini yargılamak iddiası ile yola çıkan bir davadır. Ve bu haliyle TÜSİAD olarak çok önemsediğimiz bir davadır.

Ancak giderek davanın, soruşturma ve yürütülme yöntemlerine ilişkin toplumda ciddi kaygılar oluşmaya başlamıştır. Soruşturma kapsamında, demokratik hukuk devletinin temeli olan, tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ilkesinden hareketle, hukuka aykırı eylemde bulunan herkesin yargı önüne çıkarılabilmesi ve hesap vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Ancak, usul kanunlarının verdiği yetkilerin en ağır şekilde kullanılması veya bu kuralların hiçe sayılması, bireylerin adil yargılanma hakkını ve kişilik haklarını ihlal etmek anlamına gelir.

Son dalga kapsamında, başta kız öğrencilerimiz olmak üzere ekonomik olanakları kısıtlı gençlerimizin eğitimi için gönüllü olarak çok kutsal bir görev yapan sivil toplum örgütlerimizin mağdur edilmesi, üzücü ve kaygı vericidir.

Ayrıca bu süreçte, bu dernek ve vakıflara destek veren, aralarında çok sayıda TÜSİAD üyesinin de bulunduğu bağışçılar rencide olmuştur. Şimdi esas olan burs alan öğrencilerin haklarının zarar görmemesidir. Ergenekon Soruşturması gibi kamuoyuna mal olmuş bir davanın, öneminin gerektirdiği özenle yürütülmesi yönündeki beklentimizi tekrar dile getirmek istiyoruz.''