Türk'ün göktaşla imtihanı
Her yıl dünya atmosferine giren bir kaç bin göktaşının önemli bir bölümünün yüksek hız ve sürtünme sonucu eriyerek buharlaşması nedeniyle ancak beşyüz kadarı çeşitli büyüklüklerde katı cisimler olarak yeryüzüne inebiliyor.
Bingöl Merkez Sarıçiçek köyüne düşen göktaşı parçaları
(meteoritler), bir kaç aydan bu yana kamuoyunun gündemini işgal
ediyor. Köy sakinleri ve çevre halkında zenginlik hayalleri
uyandıran ayrıca medyanın ilgi odağı haline dönüşen göktaşı
sağanağı Eylül ayından bu yana gerçekleşmesine rağmen söz konusu
nesnelerin önce ne tür şeyler oldukları anlaşılamadı. Sıradan ve
değersiz kaya parçaları oldukları sanıldı.
Her yıl dünya atmosferine giren bir kaç bin göktaşının önemli
bir bölümünün yüksek hız ve sürtünme sonucu eriyerek buharlaşması
nedeniyle ancak beşyüz kadarı çeşitli büyüklüklerde katı cisimler
olarak yeryüzüne inebiliyor. Dünyaya yabancı olan bu kütlelerin
geldikleri yer ve bileşimlerini oluşturan elementlerin yapısı bilim
adamlarına evrenin anlaşılması ve astrofizik alanındaki
araştırmalar bakımından eşsiz veriler sunuyor ve bilim çevrelerinde
büyük heyecan uyandırıyor.
Bingöl'e düşen taşların bir süre sonra birer servet
değerinde olduğu anlaşılınca köylüler ve maceracılar "altına hücum"
misali Bingöle'e akın etmeye başladı. Sonuçta fırsatları iyi
değerlendirebilenler için taştan topraktan servet kazanılması
ülkemize yabancı bir konu değil. Anlaşılıyor ki, meteor parçaları
çok değerli (gramı yüzlerce dolara kadar fiyat bulabiliyor) ve
dünyada etkin bir piyasaları var.
Meğerse Bingöl'e düşen meteor parçaları, NASA'nın uzun
süredir incelediği ve yapısını keşfetmek üzere 500 milyon Dolar
bütçe ayırdğı Vesta Astereoidi'ne aitmiş. Dolayısıyle NASA adına
harekete geçen meteor alıcıları Bingöl' akın etmekte
gecikmediler.
Uyanık ve şanslı toplayıcılar Bingöl'e gelen Amerikalı, Alman
ve Rus alıcılara sattıkları irili ufaklı göktaşlarından servet
değerinde paralar kazandılar. Borcunu ödeyenler, araba satın
alanlar, hatırı sayılı sermeye biriktirenler oldu.
Bingöl'deki Maliye Teşkilatı'nın köylülerin göktaşından büyük
paralar kazandığını duyunca kazanılan paradan vergi almak üzere
elemanlarını gönderip olayı incelemeye alması medyada ayrı bir ilgi
konusu olmasına yol açıyor. Ardından durumu komikleştiren bir
tartışma ortaya çıkıyor: Göktaşından vergi alınır mı, alınmaz mı?
Elde ettiklerinin bir bölümünü kaybetme riskiyle karşı karşıya
gelen köylülere göre alınmaz, çünkü göktaşı zirai mahsül veya maden
gibi yüzeyden ya da yer altından çıkan bir madde değil. Aksine
doğrudan doğruya gökyüzünden geliyor. Durum halk arasında ve siyasi
çevrelerde espri ve polemik konusu oluyor. Hatta vergi alınması
gerekip gerekmediği noktasında halkın yaklaşımını öğrenmek üzere
yetkililerce sosyal medyada küçük çaplı bir anket bile
yapılıyor.
Gelir mevzuatımızda bu tür emtianın satışından elde edilecek
gelirin ne şekilde ve hangi oranlarda vergiye tabi tutulacağına
ilişkin bir düzenleme bulunmadığı biliniyor. Şaka ile karışık bu
boşluğu doldurmak üzere "Gökten Düşen Bilumum Taş Vesair Mevaddın
Vergilendirilmesine Dair Kanun" başlığıyla münhasır bir kanuni
düzenleme yapılması da dikkate alınabilir.
Sıkça doğal afetlere uğrayan, sürekli topraklarındaki etnik
terörle mücadele eden ve çevresini saran siyasi kaos ve çatışma
ortamının doğurduğu mülteci krizi gibi olumsuzluklarla boğuşan
Türkiye'nin gökten taş yağması gibi hayra alamet olmayan bir olaya
maruz kalması ve bunun getirdiği tuhaf sonuçlar bir çok açıdan
incelenmeye değer.
Basit gibi gözüken olaylar ve bu olaylara yaklaşım biçimi,
kişi ya da kurumların davranış kalıpları, kültürel altyapıları ve
zihin dünyalarının anlaşılması bakımından önemli ipuçları
barındırır.
Gökten düşen meteor parçalarının zengin olmak isteyenlerce
kapışılması, medyanın tavrı, bilim çevrelerinin duyarsızlığı ve
resmi kuruluşların konuya yaklaşımı; Türkiye'deki yönetim kültürü,
ekonomik yapı, bilimsel gelişme düzeyi ve girişim modeli hakkında
çarpıcı fikirler veriyor.
Göktaşı, yüksek bilimsel ve teknolojik gelişme seviyesine
sahip ülkelerin kurumları ve insanları için kozmosun yapısının ve
sırlarının anlaşılması ve daha ileri keşifler yapılabilmesi
açısından eşsiz bir araç. Yeterli bilimsel gelişmenin olmadığı,
fırsatçılık kültürünün yaygınlaştığı, kurnazlığa ve kısa yoldan
köşe dönmeciliğe dayanan bir girişim modelinin bulunduğu ülkelerin
insanları için ise, gözlerin parlamasına yol açan, bir an önce
satılıp paraya çevrilmesi gereken sıradan maddi bir kaynak.
Birinciler göktaşının laboratuvarda incelenmesi ve analiz
edilmesiyle elde edilecek bulguların ya da yeni bir elementin
keşfinin bilim dünyasında uyandıracağı etkinin heyecanını yaşarken;
ikinciler yabancı ülkelerden gelen bazı avanaklara sattıkları bu
sıradan taşlardan elde ettikleri parayla alacakları evin ya da
altlarına çekecekleri arabanın hayalini kurarlar.
Örgütlenme güçleri zayıf, yeterli sermaye ve bilgi
birikiminden yoksun, kurtuluşlarını define bulmaya ya da bir
şekilde ayaklarına gelecek fırsatlara bağlayan maceraperest
kişilerin Bingöl'e taş bulma umuduyla gelmelerinden daha trajik
olanı, üniversitelerimizden ve bilimsel ve teknik araştırma
kurumlarımızdan daha önce Maliyenin vergi almak üzere olay
mahalline gelmiş olmasıdır.
Maliyenin ülke toprakları üzerinde elde edilen herhangi bir
kazançtan olduğu gibi göktaşı satışından da gelir vergisi alma
girişiminde bulunması son derece doğal. Ancak insan, keşke devlet
vergiyi akaryakıttan, cep telefonu ithalatından, göktaşı araklayan
köylülerden değil; chip üretiminden, makine imalatından, yazılım ve
yüksek teknoloji ürünleri ihracatından elde edebilse diye
hayıflanmadan da edemiyor. Ancak, ekonomik değer birikimi küresel
rekabete uygun ve küresel pazarlara yönelik yüksek teknoloji esaslı
üretim ve ihracatından değil de geleneksel ticaret, emlak, inşaat
gibi kısa vadeli ve dönemsel dalgalanmalara bağlı faaliyetlerden
elde edilince her türlü alım satım eyleminin vergilendirilmesi
arayışına gidilmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Demek ki ülkeler bilim ve teknoloji seviyelerine ve ekonomik
güçlerine göre ikiye ayrılıyor: Göktaşını satarak elden çıkaranlar
ve göktaşını satın alarak toplayanlar. Taşı satın alan, gramına
yüzlerce dolar ödediğine göre mahiyetinin ve bilimsel işlevinin
farkında, nasıl bir inceleme ve değerlendirme sürecinden
geçireceğini ve onu nasıl daha yüksek bir katma değere
dönüştüreceğini biliyor. Özetle, gökten yağan taşı ilk alıcısına
satmak, satan için daha düşük, alan için daha yüksek bir bilinç ve
ekonomik gelişmişlik seviyesini ifade ediyor.
Bizim ilk anda ne olduğunu anlamadığımız ve öğrenmemizin de
hayli zaman aldığı göktaşı için ABD'de çok ileri bir bilgi
birikimi, hatta son derece gelişmiş bir piyasa var. Öyle ki,
"göktaşı toplama kılavuzu,""göktaşı değerleme kriterleri"
geliştirmişler. Göktaşı müzeleri var. Hatta göktaşı toplayanlar
arasında koordinasyon ve bilgi paylaşımını sağlamak için "Göktaşı
Toplayıcıları Birliği" bile kurulmuş. Göktaşı ayrıca ülkenin bir
değeri sayılıyor ve ülke dışına çıkarılmaması ilkesine hassasiyet
gösteriliyor. Müzelerde sergilenmesinin dışında, daha çok bilimsel
ve teknik amaçlı inceleme ve araştırmalarda kullanımına önem
veriliyor. İşte gelişmişlik böyle bir şey.
Bulduğu göktaşını ilk alıcısına satarak paraya çevirmek,
insanımızın ve kurumlarımızın ülkemizin sahip olduğu değerlere
gösterdiği önem ve yaklaşımı anlatıyor. Benzer bir tutum madencilik
alanında da var. Maden cevherini zenginleştirme sürecinden geçirip
daha fazla katma değerli hale getirmeden taş ve toprak gibi
üç paraya satmakla, açık arazide bulduğu göktaşlarını çarçabuk
satıp uyanıklık yaptığını sanmak arasında temelde bir fark
yok.
Bu konuda ufak bir araştırma yapıldığında ülkelerin bilinç
düzeyleri ve yaklaşım biçimleri arasında muazzam bir gelişmişlik
farkı bulunduğunu görüyoruz. Nitekim, elmas Afrika'da çıkarılır,
Belçika'da işlenir ve piyasa değeri belirlenir. Uranyum Nijer'de,
Malawi'de çıkarılır, ABD'de, Kanada'da nükleer enerjiye
dönüştürülür. Bingöl'e düşen göktaşının üniversitelerimiz ve
araştırma kurumlarımızca umursanmayıp uyanıklarca kapışılarak
NASA'da değerlendirilmek üzere Amerikalılara veya Almanlara
satılması ne yazık ki bu örneklerle açık bir benzerlik
taşıyor.
Hüseyin Rahmi Gürpınar astronomik olaylara ilişkin kollektif
kültür ve bilgi birikimimizin hicvedildiği ünlü "Kuyruklu Yıldız
Altında Bir İzdivaç" romanını kaleme aldığı 1912 yılından bu yana
geçen bir asırlık sürede, dünyanın ulaştığı bilim ve teknoloji
düzeyi ile bizim sahip olduğumuz düzey arasındaki farkın ne kadar
kapanmış olduğunun içtenlik ve hakkaniyetle irdelenmesi
gerekiyor.
Stratejik değerdeki enerji kaynağı, hammadde, maden, meteor
ve benzeri varlıklarımızın önem ve mahiyetlerinin tam olarak
anlaşılıp layıkıyla değerlendirilmeleri konusundaki sorumluluk hiç
şüphesiz öncelikle üniversitelerimize, bilimsel ve teknik araştırma
kurumlarımıza düşüyor. Milli uydu, gemi, tank, otomobil gibi ileri
teknoloji aşamasını temsil eden endüstriyel ürün modellerini
geliştirmeye odaklandığımız bir aşamada, yabancı ülkeler göktaşı
üzerine piyasa oluşturup araştırma laboratuvarları kurarken,
ülkemize gönderdikleri alıcılara elimizdekileri yok pahasına satıp
günümüzü TV dizilerini izleyip transfer dedikodularını konuşarak
geçirdiğimiz sürece 2023 hedeflerini gerçekleştirmenin hayli
uzağında kalacağımız unutulmamalıdır.