Türkleri yerin dibine sokan film
Türkiye'nin başını "Geceyarısı Ekspresi'nden" daha fazla ağrıtacak bir film geliyor. Türklerin tecavüz ve cinayet sahneleriyle dolu olan filmi çok ünlü iki yönetmen çekiyor.
Abone olTaviani Kardeşler'den yediğimiz acı gol
Kırk yıl düşünsem, günün birinde içinde Taviani Kardeşler'in adları geçen böyle bir yazı yazacağım aklıma gelmezdi. Ama demek ki insan hayatta her şeyi görüyormuş. Sinema, çağımızda gitgide "sanat" kimliğinden uzaklaşıp (daha doğrusu uzaklaştırılıp) onun propaganda alanındaki benzersiz gücünün farkına varmış çeşitli cepheler tarafından alabildiğine siyasallaştırıldıkça, böyle manzaralarla daha pek çok defa karşılaşacağımız kesin...
1950'lerden 2000'lere uzanan yarım yüzyıllık pırıltılı sinema kariyerlerinde, başta "Babam ve Ustam" olmak üzere bizlere beyazperdeyi sevdiren nice filmler armağan etmiş olan dünyaca ünlü bu İtalyan yönetmen biraderler, (Büyük olanı Vittorio 77, küçüğü Paolo ise 75 yaşında) yakın zamanda Avrupa Sinema Birliği Eurimages'in destek fonuna başvurarak yeni bir proje için maddî destek istediler. Yetkililerin önüne koydukları senaryo ise Ermeni asıllı İtalyan yazar Antonia Arslan'ın "Aynı" adlı kitabından uyarlanmış. "Tarla Kuşlu Ev" adını taşıyan öykü, beklendiği üzere başından sonuna kadar Türklere yönelik inanılmaz aşağılamalarla dolu. Öyle ki Eurimages Türkiye temsilcisi dostum İhsan Kabil sayesinde göz atma imkânı bulduğum sinopsisinde bir Türk subayına "eşek" isminin verildiğini hayretler içinde gördüm. Bir Türk'ün isminin "eşek" olması görülmüş şey midir? Eğer senaryoyu yazan Türklere karşı nefret dolu bir Ermeni militanı ise her türlü saçmalık da bal gibi mümkün olur. Ermeni diasporası için esas olan tarihsel, bilimsel ya da kültürel gerçeklere sadâkat değil, mümkün olan her yolla propaganda yapabilmektir çünkü...
Eurimages'daki iki temsilcimiz İhsan Kabil ve Ahmet Boyacıoğlu, bu sevimsiz gelişmeyi haber alır almaz geçtiğimiz haftalarda derhal Strasbourg'a hareket ettiler ve filme yönelik maddî desteğin önünü kesebilmek için ellerinden gelen en son noktaya kadar mücadele ettiler. Ancak, dürüst olmak gerekirse, Eurimages gibi bir kurumun dünya çapında ün yapmış bu iki yönetmene, bütün o "Avrupalı sanatçı" kimliklerine karşın sırf Türkiye'yi üzmemek adına destek vermeyi reddetmemesi çok zor, hattâ imkânsızdı. Nitekim, Kabil ve Boyacıoğlu'nun saatler süren gerilimli toplantılarda yaptıkları bütün o itirazlar gayet pişkin tavırlarla reddedildi. Bu görüşmelerde Eurimages yetkililerinin sergiledikleri "Olay bizim açımızdan bitmiştir. Hiç boşuna çırpınmayın, bu film çekilecek" tavrını Strasbourg'dan son derece moralsiz bir şekilde dönen Kabil'den bizzat dinledim. Evet, parayı isteyen Taviani Kardeşler olunca bizim iki temsilcimizin hem yazılı hem de sözlü olarak yaptıkları bütün o mücadele, komisyondaki adamların kulağına can sıkıcı bir parazit ses gibi gelmişti.
İtalyan sinema ustaları da Eurimages'a böyle bir başvuru yaptıklarında reddedil(e)meyeceklerinin o kadar farkındalar ki daha geçtiğimiz yılın Temmuz ayında İtalya'da "yaşam boyu başarı ödülü" aldıkları bir törende, "bir sonraki filmlerinin Ermeni soykırımıyla ilgili olacağını" alenen açıklamışlardı. Yani, bu iş daha geçen yıl pişmiş de geriye bir tek servislenmesi kalmış.
Sonuçta Taviani'ler 600 bin Euro yardımı tereyağından kıl çeker gibi aldı almasına ama, eylemlerinde devamlılığı esas alan ciddi bir devlet için bu noktadan sonra da yapılabilecek daha yığınla şey var. Nitekim, bunun bilincindeki temsilcilerimiz Strasbourg'dan döner dönmez konuyla ilgili ayrıntılı bir rapor hazırlayarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sundular. Ayrıca şu sıralarda önlerine çıkan bütün yetkilileri de yaklaşan tehlikenin büyüklüğü karşısında uyarmakla meşgûller.
Gerçekten de konusu bütünüyle Türklerin Ermenileri "çatır çatır kesmesi" üzerine kurulmuş ve altında yönetmen olarak Taviani Kardeşler'in imzası bulunan bir filmin gerek Avrupa'da gerekse dünya ölçeğinde yapacağı etkiyi düşünmek bile istemiyorum. Resmen ikinci bir "Geceyarısı Ekspresi" vak'ası yaşayacağız. Hattâ, bu sonuncusunun yönetmenlerinin saygınlık düzeyleri öncekilerle kıyaslanacak olursa, çok daha büyük bir "karşı propaganda felaketi" olacak böyle bir film. Ondan sonra da ayıkla pirincin taşını; belki 2050 yılına kadar dünyaya "eli kanlı katiller olmadığımızı, vatan hainleri karşısında yurdumuzu savunduğumuzu" anlatmak için beyhude yere çırpınıp duracağız.
İşin en dehşetengiz yönüyse Eurimages'ın önde gelen üyeleri arasında yer alan Türkiye'nin bu fonu 1990'ların başlarından beri her yıl ortalama 1 milyon Euro aidat ödemek suretiyle destekliyor oluşu. Yani, böyle bir film aslında yine Türkiye'nin öz kaynaklarıyla finanse edilmiş olacak!
Her ne olursa olsun, şu dakikadan sonra konuyla ilgili herkes yazarıyla çizeriyle tetikte olmak durumunda. Çünkü pek yakında ikinci bir "Geceyarısı Ekspresi", ya da daha doğru bir örneklemeyle ikinci bir "Ararat" rezaleti yaşayacağız. Biri 1978'de diğeri ise 2002'de çekilen Türkiye aleyhtarı bu iki film öylesine abartılı bir ırkçı tutum izliyordu ki bereket versin dünyada belli bir entelektüel kesim Alan Parker'ın da Atom Egoyan'ın da hezeyanlarını tam olarak benisemedi. Bu filmleri peşinen beğenenler olduğu gibi ırkçı tavırlarını kıyasıya eleştiren batılı ve doğulu sağduyu sahibi düşünce insanları da çıktı. Ancak, tecrübeli Taviani'ler bu alandaki öncülleri gibi yaş tahtaya basmayacaklardır. Karşımıza muhtemelen 1915'de yaşananları büyük bir ustalıkla tersyüz etmiş, son derece trajik, "tarihin tartışılmaz gerçeklerini" anlatan edâda bir "nefret başyapıtı" çıkacak ve bu film de sırf yönetmenlerinin imzası nedeniyle önümüzdeki bir kaç yıl boyunca ardarda uluslar arası ödüllere boğulacak. Şimdiden garanti veriyorum ki jeneriğinde Taviani Kardeşler yazan böyle bir filmin "en iyi yabancı film Oscar'ı" çantada kekliktir.
Bu noktadan sonra siyasî iradeye büyük bir sorumluluk düşüyor. Olay artık Eurimages'ı ya da Türkiye ile İtalya arasındaki bir kaç alt düzeyli bürokratın karşılıklı yazışmasını çoktan aşmış durumda. İtalya'da Taviani Kardeşler'e böylesine nefret dolu bir filmi çekmeye kalkıştıkları için posta koyabilecek adam sayısı bir kaç düzineyi geçmez. Belki de yapılacak en doğru iş, Başbakan Erdoğan'ın kişisel dostluklarını da kullanarak olayı İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'ye kadar götürmesi, Türkiye'nin, İtalyan sinemasının bu iki saygın ustasının eliyle böylesine ölümcül bir yara almasının ülkeler arasındaki ilişkilerde yol açacağı tahribatı üslûbunca aktarması...