Mevsim yaz olunca büyük gazeteler magazin haberlerini ön plana çıkarıyor. Bu haberle konu olan ailelerle ilgili bir büyük gazetenin sahibi ilginç bir tespitte bulundu.
Abone olAmerikalı meslektaşların yaz aylarında yapılan gazeteciliğin zorluğuna işaret etmek için, 'aptal mevsim' deyimini kullandığını yazan Yeni Şafak yazarı Taha Kıvanç, yazısından yola çıkarak bu aileler ile Türkiye'yi karşılaştırarak ilginç bir noktaya işaret etti.
Yazı: Taha Kıvanç
Haber:
-İçinizde günde üç-beş gazete okuyan 'profesyonel okur' varsa, onlar şu sıralar hayli şaşkın olmalılar... Alışmadıkları türden haberlerle karşılarına çıkıyor gazeteler, ince eleyip sık dokuyan yazarlar hata yapıyorlar... Bazılarımızın ne yazdığı belli değil; yazının şişirdiğini fark ediyorsunuz...
Bunun sebebini kulağınıza ben fısıldayayım: 'Aptal mevsim' geldi...
Siyasetin tatile girdiği, 'sert haber' sıkıntısı çekilen, kaynaklara ulaşmanın güçleştiği aylardayız ve gazeteciler haber bulmak, yazarlar olayları yorumlamak zorunda... Haber gibi haber yoksa, yorum yapılamıyorsa ne olacak? Bu yüzden, Amerikalı meslektaşlar, yaz aylarında yapılan gazeteciliğin zorluğuna işaret etmek için, 'aptal mevsim' deyimini kullanıyor...
Şu haberi beraberce okuyalım (gereksiz gördüğüm için, olayın kahramanlarının soyadlarını ben sansürledim. TK): İstanbul'da iki suşi lokantasının sahibi olan Emre, işortağı Ari ile üç yıldır ilişkisi olduğu iddiasıyla eşi İrem'den boşandı. (..) Olay gün yüzüne çıkınca ortaklık bitti, Ari'nin evliliği de sona yaklaştı."
Tahmin edebileceğiniz gibi, çok satan bir gazetenin magazin ekine ait bir haber bu (Hürriyet, 12 Temmuz). Ancak, yukarıdaki alıntı, gazetenin birinci sayfasında, Ari, Emre ve İrem'in sırıtan fotoğraflarıyla yer aldı. Hem de gazetenin ilk bakılan sağ üst köşesinde... Haberin başlığı, "Sosyete bu boşanmayı konuşuyor..."
Eh, tarafları dışında kimseyi ilgilendirmeyen bir haber, ama herhalde sosyete için önemlidir. O gazeteyi sosyete mensupları da okuyor ya, onları içlerinde olan-bitenden haberdar etmişler işte... Diyelim.
İyi de, ertesi gün, aynı üç kişinin fotoğrafları eşliğinde, aynı haberi, bu defa, "Aldatılan sevgili yakalattı" başlığı altında aynı gazetede bir daha okuyoruz: "İstanbul sosyetesinin konuştuğu boşanma olayının perde arkası ortaya çıktı. Suşi lokantası sahibi Ari ile aşk yaşayan halkla ilişkiler sorumlusu, terk edilince kıskançlıktan onu tâkip etti. Genç kız öbür patronu Emre'ye karısı İrem'in ortağıyla aşk yaşadığını anlattı." (Hürriyet, 13 Temmuz 2005).
Yine gazetenin en değerli sağ üst köşesinde. Fotoğrafta 'aldatan eş' fotoğrafı bu kez değişik. İkisi kucağında, biri önündeki pusette mini mini üçüz çocuklarıyla poz vermiş 'aldatan eş'... Bu haberin bir altında da, okur olarak hepimizin çok merak ettiğimizi düşündükleri için koydukları hissini veren bir başka fotoğraflı haber var. "O çıplak pozu niçin verdim?" Sinema sanatıyla ilgilenirim ve Vanity Fair dergisinin okuruyum, benim adını hatırlamadığım, fotoğrafını gördüğümü sanmadığım Monica Belucci diye bir 'star' ile ilgili haber...
Hadi, buna o gazetenin 'yer bolluğu' diyelim; iki gün üstüste işlenen 'aldatan eş ile biri diğerinin karısını baştan çıkartmış iki ortak' haberi, bu kez bir başka çok satan gazeteden sırıtmasın mı? Sabah, bir gün önce Hürriyet'in 'ihbarcı halkla ilişkilerci' diye tanıttığı kadının fotoğrafını eklediği haberi, gazetenin en değerli yerine (sağ üst köşeye) yerleştirmiş... "1 Erkek 3 Kadın" başlıklı haberin spotunu okuyalım: "Ari, ortağının karısıyla beraber oldu... Eski sevgilisi yakaladı... Karısı da affetti..." Haberden, çapkın koca Ari'nin eşi Stella'nın ağzından şu cümleyi de okuyun: "Bu ne ilk ne de son. Ancak, Ari çocuklarımın babası, affettim..." (Sabah, 14 Temmuz 2005).
Artık gazetelere bu gözle bakıyorum ya, dün, bir başkasının yine birinci sayfada işlediği benzer bir haberle daha karşılaştım. Belli ki, Hürriyet'in iki gün üst üste verdiği haberden etkilenmişler, Sabah gibi aynı haberi tekrarlamak yerine, "Yok mu bizde benzer bir haber?" arayışına çıkıp bulmuşlar...
Vatan'ın haberinin başlığı şu: "Karımı otel müdürüyle yakaladım." İzmir'de bir film şirketinin ortağı Mustafa üç yıllık eşi Ebru'ya (gazete kadının kızlık soyadını da vermiş) boşanma dâvâsı açmış. Boşanma dilekçesinde, eşini Çeşme'deki bir otelin eski genel müdürüyle uygunsuz vaziyette yakaladığını iddia ediyormuş... Aldatılan kocanın eşinden 500 milyar lira tazminat istediğini de bildiriyor aynı haber...
Gözünüzün önüne şöyle bir manzara getirin: Her gazetenin öğle saatlerine doğru yaptığı haber değerlendirme toplantısındayız... Masanın etrafında servis şefleri oturuyor, en başta da yayın yönetmeni... Şefler, ellerindeki haberleri okuyup onay almak için gözlerini başa çeviriyorlar... Oradan tek bir ses çıkıyor: "Çıh..." Sonunda ağzını açtığında, "Bana sosyetede neler olduğuna dair acele bir haber... Üçüz çocuk sahibi bir kadının haberi yapıldığına göre, bulacağınız haberde en az dördüz çocuk söz konusu olmalı... 500 milyar tazminat istendi, çıtayı 1 trilyona çıkartıyorum... Haydi yallah..."
Bu gazetelerden birinin sahibi, kendisini ziyaret eden bir dostuna, masada siyaset yoğun bir sohbeti sürdürdükten sonra, Boğaz'ın iki yakasında yer alan yalıları göstererek şöyle demişti: "Sen Türkiye'yi Ankara yönetiyor sanıyorsun, ama yanılıyorsun, Türkiye'yi şu yalılarda oturan üçbin aile yönetiyor." Emre'ler, Ari'ler, İrem'ler, Berrak'ların da mensubu olduğu üçbin aile... İyi de bu hayatı yaşayanlara aile denir mi? Türkiye'yi de aileleri gibi yönetiyorlarsa ne olacak halimiz?
Bu yazımı bağışlayın lütfen; özrümü en başta söyledim, 'aptal mevsim'deyiz...