BIST 9.741
DOLAR 35,22
EURO 36,77
ALTIN 2.980,18
HABER /  GÜNCEL

Türkiye’nin Batılı müttefikleriyle arasındaki çatışmalar büyüyor

Dünya, geride bıraktığımız haftalarda Türkiye ile batılı müttefikleri arasında son yılların en büyük çatışmasına tanık oldu. Aralarında ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa'nın da bulunduğu 10 ülkenin büyükelçileri, ortak bir açıklamayla, Osman Kavala'nın serbest bırakılmasını talep etti. Bu bariz içişlerine karışma Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı çok kızdırdı bunun üzerine elçilerin "istenmeyen kişi" ilan edilmesini emretti.

Abone ol

Erdoğan, birkaç açıdan öfkelenmekte haklı. Birincisi, Osman Kavala davası halen devam ediyor ve Türk anayasası, yargı bağımsızlığını sağlamak için devam eden bir dava hakkında herhangi bir tartışmayı yasaklıyor. İkincisi, Kavala 27 Kasım'da mahkeme önüne çıkacak; Avrupa Konseyi ve AİHM karar vermek için o tarihe kadar beklemek zorunda. Üçüncüsü, Kavala davasında ulusal güvenlik söz konusuydu ve bu da davayı AİHM'nin yargı yetkisine uygun olmayan hukuki bir konu haline getiriyordu. Sonuçta, ulusal güvenlik tehdit altında olduğunda, dikkate alınması gereken en önemli öncelik, insan hakları sorunları değil, ulusal güvenliktir. Dördüncü olarak, ABD elçilerin yaptığı açıklamada öncü bir rol üstlendi, oysa ABD henüz AİHM'nin tam üyesi değil. Bu da tüm sürecin anlamsızlığını ortaya koyuyor.

Zamanlamayı gözden geçirdiğimizde, bu olayın arkasındaki nedenleri anlamak kolaylaşıyor. Son dönemde Erdoğan, salgının neden olduğu ekonomik durgunluktan kaynaklanan zorluklarla karşı karşıya kaldı. Erdoğan'ın siyasi muhalifleri 2023 seçimlerinde iktidarı elinden alıp, parlamenter sistemi geri getirmeye çalışıyor. Bu nedenle Erdoğan ABD ile ilişkilerde çok dikkatli davrandı. Bunu,  ABD'nin ekonomik yardımlarını kazanıp, en azından ABD'den gelecek ek yaptırımları önlemek için yaptı. Roma'daki G20 Zirvesi, Erdoğan’ın Biden ile görüşmek için en iyi fırsatıydı. Ancak elçiler açıklamayı kamuoyuna duyurur duyurmaz olay internette yayıldı ve Erdoğan'ı şiddetli tepki vermeye zorladı. Bu da G20 Zirvesi'nde Erdoğan ile Biden arasında dostane ve verimli bir görüşme yapılmasını engelledi. Böylece Erdoğan'ın ekonomiyi kısa sürede iyileştirme çabalarının önüne geçildi.

Söylenti yapıp, şüphe uyandırıyor

ABD Erdoğan'ın iktidardan gitmesini istiyor, bu yüzden Erdoğan'ın hastalığına dair yeni söylentiler yayarak yapılacak seçimlerde aday olma kabiliyeti hakkında şüpheler uyandırıyor. Muhalefet de hiçbir şekilde Erdoğan hhükümetinden daha iyi durumda değil. Muhalefetin önde gelen iki partisi CHP ve HDP henüz uzlaşmış değil, bu da muhalefetin meşru ve etkili bir hükümet kurmasının çok zor olacağı anlamına geliyor. Kursalar bile, iktidardan çok uzun süre uzak kaldıkları için tüm ülkeyi yönetecek temel bilgi ve deneyimden yoksunlar. Zayıf ve bölünmüş bir muhalefetin ABD'nin dayatmalarına boyun eğme olasılığı yüksek. Bu da ABD'nin neden muhalefeti Erdoğan'a tercih ettiğini açıklıyor.

Erdoğan ve Türkiye'nin başına gelenler, ABD'nin başka bir ülkenin içişlerine müdahale etmek için demokrasiyi nasıl bir araç olarak kullandığının güzel bir örneği. ABD, Gülen örneğinde olduğu gibi, gelecekteki şantajlar için muhalefeti hükümetten koruyor. Görevdeki hükümet, Erdoğan'ın yaptığı gibi, ABD diktasına karşı çıkmaya cesaret ederse, ABD, hükümeti karalaması için himayesindeki muhalefeti serbest bırakıyor. Hükümet buna direnirse antidemokratik ve/veya otoriter diye etiketlenmek için ABD’ye gerekli kanıtları sunmuş oluyor.

Elbette bu politika hiç de yeni bir buluş değil; sömürgeci dönemin “böl ve yönet” politikasıyla aynı öze sahip. Ancak şimdi ABD kendi sınırları içinde demokrasinin ciddi şekilde gerilemesiyle karşı karşıya kaldığından bu politikayı tekrar kullanmayı biraz sakıncalı bulabilir. Dolayısıyla Biden yönetiminin bu müdahaleci politikayı sürdürmek için uluslararası destek toplaması gerekiyor. 

Türkiye'nin durumundan veya dünya tarihindeki vakalardan bağımsız olarak, ABD hükümetinin rejimleri devirmek için “böl ve yönet” benzeri eski modeller ve hileleri kullandığını anlayabiliriz. ABD hükümeti, “demokrasi ve özgürlük” adına muhalefet partilerini, ABD/Batı yanlısı “demokratik liberal” değerlere sahip insanları destekleyerek mevcut hükümetlere düşmanlığı körüklüyor. Bu şekilde ulusları da bölmeye çalışıyor. ABD hükümeti dünyaya barış veya gerçek demokrasi getirmiyor; sadece savaşlar, bölgesel veya uluslararası çatışmalar ve çatışma bölgelerinde milyonlarca mülteci yaratıyor.

ABD liderinin dünyayı demokrasi ve otokrasi olarak ikiye bölme ayrıcalığı veya hakkı yoktur. Çünkü ABD’nin kendisi gerçekte demokratik bir ülke değildir.
                                             * Bu makale Dr. Henry Sinclair tarafından yazıldı.