Türkiye'de "Medya" diyince insanlar ne düşünüyor? Medya, nereye gidiyor? Hepsinden önce bu organ işlevini yapıyor mu? Bu soruların cevabını Vedat Zeydanlı verdi...
Abone ol"Medya" sözcüğü günlük yaşamla bütünleşen bir sözcük. Peki bu kadar yakın olduğumuz halde "Medya"yı tam tanıyormuyuz? Vedat Zeydanlı, "MEDYA" başlıklı yazısında konuyla ilgili önemli noktalara değindi...
ÜLKEMİZDE medya sözcüğü 80'li yıllarda özel TV'lerin kurulmasıyla gündeme geldi ve gazetelerle birlikte radyolar, dergiler, internet de bu tanım kapsamına girdi.
Şikâyetler, yeni düzenlemeler, sözde otokontrol ve yasalar, ne hazindir ki yozlaşmayı önleyemedi, mesleki etik de ilkeler de anlamlarını yitiriverdi.
Kalemini satma, kır prensibini savunanların pek çoğunun da, kırdıklarının dışında yüzlerce kaleme sahip oldukları belirlendi.
Oyuncu, sporcu, manken, medyum, politikacı, antikacı, sosyete güzeli, galerici, reklamcı, aşçı, diyetisyen, kuaför, gurme, estetikçi, seviyeli birlikteliklerin kağıda dökücüleri v.s. medyada filizlendi.
Ekranlarda konuk ağırlama, gazetelerde köşeler, reyting ve tiraj sağlayacakları varsayımıyla bu özel (bazıları da gerçekten güzel) kişilere verildi.
Gelişmeler(!) tahammül sınırın zorladığında, kamu görevi yaptıkları düşünüldüğü için medya mensuplarına tanınan ayrıcalıklar birer birer kaldırıldı.
Gerçek gazetecilerin (özellikle muhabirlerin) haber kaynaklarına ulaşmasında büyük sıkıntılara yol açan uygulama, iş kolunu ikinci meslek olarak seçenlerce hiç yadırganmadı.
Öyle ki; mesleğin bir anlamda Baro'su sayılan Gazeteciler Cemiyeti üyesi olmamak, basın kartı taşımamak ve bunu ilân etmek övünç vesilesi sayıldı.
Neticede çoğunluk bu türde olduğundan, azınlığa (gerçek gazetecilere) galebe çalındı.
Çöküntü
DAĞDAN gelenler, bağdakileri kovduklarının anlamsız zaferini sürmeye hazırlanırken, bir şey elde etmediklerinin farkına vardılar.
Takke düşmüş kel görünmüştü.
Medyanın; asli üyelerinin dışlanıp silah hâline dönüştürüldüğü, bunun da kişisel çıkarlar uğruna kullanıldığını anlayan kamuoyu vekâletini çekmişti.
Böylece destek gitmekle kalmamış, güven ve sağladığı itibar da bitmiş, galiplerin (!) pembe rüyaları kâbusla sona ermişti.
Bir anlamda Galip sayılır bu yolda mağlup sözü gerçekleşmişti.
Meselenin aslına bakılırsa mesleğe sonradan duyulan bu özlem ve yoğun ilgi, öncekilerin arasında bulunan bir avuç oportünistten kaynaklanıyordu.
Bunlar, meslektaşları ay sonunu getiremez, çocukların öğrenim ve sağlık giderlerini karşılayamazken, iktidarlarla işadamlarının dümen suyunda küplerini dolduruyordu.
Sahip oldukları evler, villaların rantıyla yalılarda oturuyor, yatlarla geziyordu. Gazeteciliğin çileli bir meslek değil, bol sıfırlı banka hesaplarının kapısı olduğu imajını sergiliyordu.
İşte bu görüntü, mesleğe hücum dürtüsünü pekiştiriyordu. Özel yeteneklerini (!) kullananlar, torpili bulanlar, mesleğe girmenin, yakın gelecekte zengin olmanın erken sevincini yaşıyordu.
Tamamı değilse de, talep edilen her faturayı eksiksiz ödemeyi kabul edenler (acı ama gerçek) amaçlarına ulaşıyordu.
Nereye gelindi
BİR zamanlar medya; yasama, yürütme ve yargıdan sonra 4. Kuvvet olarak algılanıyordu. Sonraları etkileme ve yönlendirme özelliğiyle birinci güç konumuna ulaştı.
Ancak bu durum kısa sürdü, yozlaşmayla birlikte 4. Kuvvet olmaktan da çıkıp, güven duyulmayan kurumlarla aynı kaderi paylaştı.
Niteliğini yitiren tuz kokmuştu.
YAZI:Vedat ZEYDANLI