Aydın Menderes'in ölmeden önce kaydettiği anıları kitap haline getirildi. Menders'in babasıyla anılarını paylaştığı kitap yakında okurla buluşacak.
Abone olBugün gazetesi yazarı Seda Şimşek, Aydın Menderes'in 'Babam ve Ben' kitabından 27 Mayıs'la ilgili gün yüzüne çıkmamış hatıraları köşesine taşıdı.
İşte o yazı:
Aydın Menderes, rahatsızlanmadan önce anılarını kaydetmeye başlamıştı. Özellikle 27 Mayıs’a, öncesine, sonrasına, ailesine, babasına dair hiç anlatmadığı olaylar, duyguları bu ses kayıtlarındaydı. Eşi Ümran Menderes, Aydın Bey’in vefatının ardından onun bir isteğini daha gerçekleştirdi. Aydın Bey artık hayatta değil ama babası ve idamlara dair gün yüzüne çıkmamış anılarının yer aldığı “Babam ve Ben” isimli kitabı okurla buluşacak.
EN DEĞERLİ HAZİNESİ
Aydın Menderes, Ufuk Yayınları’ndan çıkacak bu kitabı ile tarihe not düşüyor, gelecek nesillere önemli bir eser bırakıyor. Ümran Menderes, kitabın satışından elde edilecek gelirin de kurulmakta olan Adnan Menderes Demokrasi Vakfı’na bağışlanacağını söylüyor.
Kitabı okurken sanki Aydın Bey hemen yanı başımda konuşuyordu. Florya’da, baba-oğul birlikte yüzdükleri günleri anlatıyor. Hiç bilmeden nelere şahitlik etmişiz. İdamların yıldönümü dolayısıyla 17 Eylül 2010’da şimdi kendisinin de bahçesinde ebedi istirahata çekildiği Anıt Mezar’da törene katıldıktan sonra Aydın Bey Florya’ya gitmek istemişti. Son kez o gün görmüştü Florya’yı. Florya’nın mavi sularında onlarca yıllık bir hasretin öyküsü gizliymiş ve dakikalarca süren sessizliğinde aslında hatıralarıyla vedalaşıyormuş.
“Konyalı”da babasının tandır, kendisinin kuru fasülye yediği gün, hafızasına kaydettiği en değerli hazine. Yıllar sonra, Ümran Hanım, Aydın Bey’in vefatının ardından okutulan mevlitlerde meğer sevenlerine Konyalı’dan getirttiği tandırlarla onun en kıymetli hazinesinden bir parça sunmuş.
16-17 Eylül’de, 27 Mayıs darbesinin kurduğu darağaçlarında ipleri çekilen “demokrasi şehitleri” Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan dualarla yâdedilecek.
Oğul Menderes’in tamamlayamadığı yarım kalmış hatıralarında işte babası Adnan Menderes:
BABAMA BAKIP MİLLETİ SEVDİM
Menderes’i tanımakta, onu anlamakta ve adeta onu kendi içinde yaşayıp yaşatmakta çok çok büyük bir istisna vardı. O da doğrudan doğruya milletin kendisiydi. Büyük bir çoğunluk onun nasıl bir insan olduğunu, neler yapmak istediğini çok iyi anlamıştı. Bunun için millet onu çok seviyordu. Adnan Menderes’i en net gösteren ayna doğrudan doğruya milletin zihni, gönlü ve hafızasıydı. Onun içindir ki yıllardır babama baktım bu milleti tanıdım, sevdim. Bu millete baktım, babamı tanıdım, sevdim. Aynısı İstanbul için de oldu. Babama bakıp İstanbul’u, İstanbul’a bakıp da babamı sevmiştim.
27 MAYIS GECESİ
26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan akşam annemle yemek yedik. 22.45 haberlerini radyodan dinledik ve yattık. Saat kaç olduğunu bilmiyorum.Ama her yer karanlıktı. Annemin beni sarsarak uyandırdığını hatırlıyorum. “Oğlum kalk, ihtilal oluyormuş” dedi. Kalktım ve hızla giyindim. Annem bazı telefon konuşmaları yapıyordu. Bu arada da bana “askerler devlet dairelerine el koymaya başlamışlar, telefonlar geldi Aydın” dedi.
Darbe ne demekti, askeri müdahale ne demekti, ihtilal ne demekti? Bunlarla ilgili hafızamı yoklamaya çalıştım. Daha Güvenevler’deki evimizdeyken 1952’de Mısır’da bir askeri darbe olmuş Kral Faruk tahttan indirilmiş, General Necip devlet başkanı olmuş, bir süre sonra da onun yardımcısı Nâsır, Necip’i uzaklaştırarak iş başına gelmişti. Kral Faruk’u da bütün ailesiyle birlikte Avrupa’ya sürgüne göndermişlerdi. Bu arada Suriye’de zaten sık sık hükümet darbeleri oluyordu.
Bir de 1958 Temmuz’unda Irak’ta bir askeri darbe yapılmıştı. General Kasım’ın yaptığı bu darbe sonucunda Veliaht Kral Faysal, onun amcası Abdullah ve Başbakan Nuri Said Paşa kurşuna dizilmişlerdi.
BİZDE BÖYLE ŞEYLER OLMAZ
O vakit Ankara’da gerilimli saatler günler geçmiş, hükümet toplanmış ve işittiğimize göre Türkiye Irak’a bir askeri müdahalede bulunmayı arzulamıştı. Bunu haber alan Amerika Türkiye’yi caydırmaya çalışmıştı. Yapamazsınız, edemezsiniz gibi kesinlikle bir ters tavır ortaya koymamıştı Amerika, Türkiye’ye hak veriyor, durumu olumsuz buluyor, vahim olarak niteliyordu, ama Türkiye’nin kendi başına yapacağı böyle bir hareket sonucunda devreye Rusya’nın da gireceği ve bir anda olayların kontrol edilemeyeceği belirtiyordu.
Türkiye’den böyle bir girişimde bulunmamasını rica ediyordu. Bu arada Irak’ta geriye kimselerin kalmadığının da öğrenilmiş olması Amerika’nın bu tutumu, birkaç gün içerisinde Türkiye’yi veya hükümeti, iktidarın başbakanı Adnan Menderes’i böyle bir müdahale düşüncesinden ve kararından vazgeçirmişti.
Ortadoğu ülkelerinde,Suriye’de ve diğerlerinde bir askeri müdahale olduğu vakit, bizde herkes gururla “bizde böyle şeyler olmaz” derdi. O ülkelerin geriliğine hamledilirdi, o gün toplumun çok büyük bir ekseriyetinin kanaatine göre, Türkiye Batılılaşmış, Avrupai bir ülke olmuştu. Bu tür darbeler nasıl Batı dünyasında söz konusu olmuyorsa, adı bile geçmiyorsa Türkiye’de de olmazdı.
Bu tür olaylar ancak Ortadoğu ülkelerinde olabilirdi. Bir bakıma 27 Mayıs darbesi, bu kanaatin de tamamen ortadan kalkmasına sebep olacaktı.
ANNEM “BABANIZI HAYATTA BIRAKMAZLAR” DİYORDU
Annemin zihninde pek iyimser senaryolara yer yoktu. O 27 Mayıs sabahından 17 Eylül 1961 günü saat 19.00 haberlerinde babamın idamını işitinceye kadar hep “oğlum, babanızı kolay kolay hayatta bırakmazlar bu gidişi de ayrıca hiç iyi görmüyorum” diyordu.
USTURA İLE FOTOĞRAF
Babamların Yassıada’da çekilmiş fotoğrafları ilk defa neşredildi...Basılan resimlerden hiçbirisi iç açıcı değildi, hele bir tanesi çok manidardı. Yüzü sabunlu Adnan Menderes’i bir berber traş ederken çekilmişti bu fotoğraf, ustura da tam Adnan Menderes’in boğazının hizasındaydı. Çeşitli çağrışımlara yol açacak manidar bir fotoğraftı. Sabah görmüş, üzülmüştük, içimiz parçalanmıştı. Annem de hemen yorumunu yapmıştı. “Oğlum” demişti, “işte böyle böyle mukadder bir akıbet için milleti alıştırıyorlar.”
'GÖREME' SOKAK
Babamın zaman zaman mektuplarında anneme yazdığı oturduğunuz evden taşının arzusunun sebebini de öğrenmiştik. Babam, oturduğumuz evin sokağının adını beğenmemişti. Göreme Sokak’tı. Malum olduğu gibi Göreme bir yerin adı olduğu gibi Türkçe dilbilgisine göre bir inkisar yani bir daha görme, görememe anlamını da taşır. Babamın aklı buraya takılmıştı.
SON GÖRÜŞME
Gözüm babamın yüzüne ve boynuna ilişti. O son derecede nazik, alçakgönüllü, en yumuşak bir ipekten kadifeden daha yumuşak bu veli mizaçlı, bu güzel yüzlü insanın, bu güzel başına acaba hangi ananın doğurduğu insan evladının eli yağlı ilmeği takabilir diye düşündüm. Dehşete düştüm. İçimde tuttum. Uzun yıllar kimseye bir şey diyemedim. Vakit doldu ayrılmak vakti geldi. Ayrılmak mı, adı öyle. Aslında rahmetli babamın da bizlerin de ciğerlerimiz canlı canlı sökülseydi bu kadar acı vereceğini zannetmem. Tekrar tekrar döndü babam. Bize sarıldı, biz ona sarıldık. Onu kapıdan çıkardılar. Büyük bir boşluk, büyük bir karanlık ortalığı kapladı.
BABAMIN İNFAZI
Akşam vakti yaklaşıyordu. Kulağımız radyodaki haberlerdeydi. Ev bir hayli kalabalıktı. 19.00 haberlerinde Adnan Menderes hakkındaki idam cezası da İmralı’da infaz edilmiştir haberi verildi. Ev kalabalıktı, belki 60-70 kişi var. Belki bir saniye belki beş saniye idrakler dondu herkes birbirinin yüzüne boş gözlerle baktı. Sonra herkesten büyük bir feryat ve hıçkırıklar yükselmeye başladı... Milli Birlik Komitesi’nden ve idamla ilgili olabilecek diğer mercilerden rahmetli Adnan Menderes’in cenazesinin bize tevdi edilmesi için bir telgraf yazıldı. Bu telgraf saat 19.40 civarında çekilmiştir.
İLK HATMİ BABAMA İNDİRDİM
1957 yılının Aralık ayında bir akşam babam beni çağırdı. Bana “Aydın senin din dersleri almanı uygun gördüm. Bunun için de bir hoca buldum, din dersleri almaya başlayacaksın” dedi... Aldığım bu din derslerini babamdan bana ulaşmış “dinini belle, Müslümanlığı öğren” şeklinde bir mesaj olarak kabul etmiştim. Onun ölümünden sonraysa bu benim için bir vasiyete dönüştü. İlk hatmi de kendim babam için indirdim.
İDAM VAKTİ YAŞANANLAR
Hayatımın bu dönemini kapatırken babamın idamı esnasında İmralı’da birer hücreye atılmış vaziyette beklemekte olanların anlattıklarını özetleyeyim: Tam öğle vaktiydi. Birdenbire ortada bir hareketlilik başladı. Koşuşmalar, seslenmeler. Korktuk. “Demek ki sıra Adnan Bey’e geldi” dedik. Liderimizi, başvekilimizi, sevgilimizi kaybedeceğimiz vakit geldi. Bursa milletvekili, Meclis Reis Vekili Agah Erozan’ın sesi güzeldir ve hafızdır da, ona seslendik, “Kuran oku” dedik. Gayet yanık bir sesle Yasin okumaya başladı. Ortalık günlük güneşlikti. Bir anda hava karardı. Kuşlar havalandı, uçuşmaya başladılar. Birden bir fırtına tozu dumanı birbirine kattı ve arkasından şiddetli bir yağmur geldi. O sırada bize kadar çok gür bir Allah sesi ulaştı. Arkasından birtakım megafonlarla “operasyon bitti” diyorlardı.
1990’da naaşların nakli devlet töreniyle gerçekleşince bana niye 29 yıl sonra diye sordular. Ben de “demek ki darağaçları 29 yılda sökülebiliyormuş” diye cevap verdim.