Türkiye de bir dönemler neler olduğunu ve nereden nereye gelindi? Haber Ajanda Dergisi'nden Muhteşem Tıraş, köşesindeki o cevalar.
Abone ol12 Haziran'da milletvekili seçimleri yapılacak. Sandığa gitmeden önce nelere dikkat etmemiz gerekiyor. Haber Ajanda Dergisi yazarı Muhteşem Tıraş, bu ay ki köşe yazısında, Türkiye'nin nereden nereye geldi, ülkemizde bir dönemler neler oldu ve nelere dikkat etmemiz gerektiği? sorularını cevaplarını örneklerle açıklamış.
İşte Muhteşem Tıraş'ın o yazısı:
27 MAYIS 1960 darbesiyle birlikte tesis edilen, CHP'nin de her daim gizli ortağı olduğu, İstanbul Dukalığı, bürokrasi ve güdümlü STK'lardan destekli "totaliter, meşrutî militarizm rejimi"nin 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi ara gazlarıyla perçinlenerek ilelebet süreceğine o kadar eminlerdi ki...
Altını keyiflerince doldurdukları Atatürkçülük ideolojisini, "al takke ver külâh" kıvamında istedikleri şablona sokmuş, tenis topuna çevirdikleri halkı filenin bir o yanına bir bu yanına raketleyip duruyorlardı. Özellikle resmi bayram törenlerinde, "özgüven" telkiniyle birlikte, halkın bilinçaltına hem rejimin gücü kazınıyor, hem de apoletli zevata itaat bağlamında soysal bir disiplin aşılanıyordu.
Atatürk'ün "Yurtta sulh cihanda sulh" prensibini "Yurtta baskı, Batı'da yaltaklanma" politikası olarak yutturuyor, Osmanlı'ya sövüp tebaasını horlamayı "inkılâpçılık", müptezel monşerlerin yürüttüğü "beynelminel yalakalığı" ise "diplomatik lisan" olarak sunuyorlardı.
İnsanımızın Batılı devletlerin sınır polisinden geçebilmek için kırk takla atmasının bir önemi yoktu onlar için. Nasıl olsa kendileri, ya çifte vatandaşlıkları ya da kırmızı/yeşil pasaportlarıyla imtiyazlı Türk sınıfına mensuplardı.
Muasır medeniyetler seviyesine yükselmenin şartı da belli idi: Damarlara züppelik ve pespayelik şırınga edilerek, Batı medeniyetine sadece şeklen benzemek!
Umurlarında değildi; ne sanayi, ne tarım, ne de ilim! Strateji son derece açıktı: Kültürel ve ahlâki yıkım!
Ne kadar çıplaklık, o kadar çağdaşlık!..
Senfoni dinleyen, diskoda tepişen çağdaş; milli ve manevi kimliğe sahip herkes yobaz idi! Millete ait silahları milletin kalbine doğrultarak sağladıkları zırh ve kalkanla, başları ağrımadan saltanat ve şatafatlı sefalarını sürüyorlardı.
Uzatmayalım, öykünün tarihçesi malum zaten. Kasım 2002'den sonra halkın desteği ve sivil iradenin de kelle-koltuk cesareti ile hem bu saltanatın son bulacağı, hem ilahi, hem de evrensel adaletin tecelli edeceğinin görülmesiyle birlikte, soylu zümrenin, (!) rejimi yeni bir perçinle tekrar sağlama alma çalışmaları da başladı.
Malum, silahlı bir kalkışma başarılı olursa, bu ihtilâldir ve meşrudur. Yok, eğer başarısız olursa da, darbeye teşebbüstür, suçtur.
Kahraman halaskârlarımız, işte bu sefer başarılı olamadılar ve ihtilâli (!) yapamadan darbe teşebbüsünden suçüstü derdest edildiler. Bu yazıyı kaleme almadan bir gün önce duydum ki, rejimin yılmaz bekçilerinden (!) olduğu iddia edilen 163 kişi daha tutuklanmış.
Teşbihte hata olmaz; zanlı, elinde kanlı bıçağıyla maktulün yanında yakalanmış dahi olsa, suçu ispat edilinceye kadar kanun önünde masumdur masum olmasına da, lakin vicdanlarda değil...
İşte bu kişiler kanun önünde henüz masum olsalar da halkın vicdanında çoktan mahkûm oldular bile... En azından temsil ettikleri rejimin mümessilleri olarak, bunca yıldır yaşatılan zulmün ve soygunun müsebbipleri olarak... Ne kadar inkâr ederlerse etsinler, her şey ortada, suç aleti de, cenaze de... Elbette kurunun yanında yaşlar da olabilir. Umuyor ve diliyorum ki, varsa içlerinde masum olanları bir an önce aklansınlar.
Tarih çöplüğüne karışmak üzere olan mahut rejimin kâğıttan demokrat, kartondan bürokrat, odundan akademisyen, burjuvadan emekçi, ırkçıdan sosyalist sosyetik temsilcileri hâlâ kuyruğu dik tutma çabası içinde olsalar da; "kâğıttan kaplan" olarak niteledikleri, ancak anayasaya mugayir eylemler içerisinde bulunmayan askerden de umutlarını kesmiş vaziyetteler.
Arkalarında artık Köşk yok, AYM yok, YÖK de yok! Oraya buraya çökecek garnizon baykuşlarının desteğinden yoksun İstanbul dukalığı da bir halta yaramıyor!
On yıllardır karşısında makat maymunu gibi takla attıkları ABD'den de umut yok!
Peki, bu durumda... Umutları tükendi mi? Hayır! Umudun adı, cüssesi küçük, icraatı büyük Siyonist İsrail ve emperyalist depreşimlerle kıvranan bazı AB ülkeleri!
Bu çevrelerden gelecek -kaos da dahil- aleni ya da gizli desteğin, kendilerinin son kurşunu olduğuna inanmaktalar. Maazallah, patlayacak ilk terör bombasıyla kıçlarını çiğköfte kıvamında tavana yapıştırmak için hazır beklemekteler. Destek bekledikleri güçlerin Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasıyla ilgili hesaplarının ne olduğu umurlarında bile değil. Dolayısıyla bu son kurşun en tehlikeli, en can alıcı ve en isabet edici olanı...
Son yıllarda gerek ekonomide, gerekse sosyal, siyasal ve diplomatik alanda yaşanan olumlu gelişmelerle büyüyen bir Türkiye var. Ancak bununla birlikte kucağımıza tutuşturulmuş olan ayrılıkçı bombanın beslenip büyütüldüğü gerçeği de ortada maalesef.
Endişem, AK Parti'nin devrilip Türkiye'nin hizaya çekilmesi ya da coğrafyamızda yeni "şer" projelerin hayata geçirilmesi amacıyla, seçim öncesi veya sonrasında bu bombanın kucağımızda patlatılabilme ihtimalidir.
Böylesi bir proje için ille de tek başına terör örgütünün kullanılmasına gerek de yok!
Yaklaşık bir yıldır tekrar ettiğim gibi, yine tekrar ediyorum: TBMM'ye sokulacak çok sayıdaki "Sayın Öcalancı" vekille oluşturulması planlanan bölücü bloğun, örgütün bugüne kadar başaramadığı halk tabanındaki cepheleşmeyi ve düşmanlığı tetiklemesi hiç de zor olmayacaktır. Doğu/Güneydoğu seçmeninin önemli bir kısmının kurulan tezgâhın farkında olması hasebiyle, belirlenecek kişiler sadece doğu illerimizden değil, özellikle batıdaki büyük illerimizden aday gösterilecektir. Kendisini Atatürkçü addeden, üstün zekâsı ile temayüz etmiş (!) komedyen bozuntusu bunağın ve taifesinin oylarıyla da Meclis'e taşınacaklar. Bu operasyon için görevin kimlere tevdi edildiği ise de apaçık ortadadır.
Sandıktan çıkacak sonuç ne olursa olsun, etnik kışkırtıcılık ve kaos tehlikesi her an kapıdadır.
Şunu göz ardı etmemeliyiz: Gerektiğinde "sıkıyönetim" ve "olağanüstü hâl" uygulamaları anayasal düzenin bekası ve iç nizamın korunması için kullanılması kaçınılmaz, zorunlu müesseselerdir. Bu bilinçle, bugüne kadar milli iradeye ve demokrasiye canı pahasına sahip çıkan siyasi otorite, yine aynı cesaretle; olağanüstü bir durumda, emir komuta zincirinin dışına çıkmaya ve bildiğini okumaya mütemayil personelin komuta kademesinden ayıklanması konusunda da derhal harekete geçmelidir.
Olası bir iç karışıklık, olası bir savaş halinde ordu içinde kırıntıları bile kalmış olsa, derin yapının artıkları ülke için felaket olabilir. Bu sebeple verilen emrin savsaklanması, verilen görevin istismar edilmesi ihtimalinin sıfır olması gereklidir. Ressamzâde Netekim Paşa'nın anıları ve Silivri iddianameleri bu konuda açık bir derstir. Bu milletin yeni kaos mühendislerine, yeni provakatörlere tahammülü kalmamıştır artık.
Ayrıca devletin, istihbarat sızmalarına karşı koyma, dış istihbarat ve gizli operasyon yeteneğinin azami seviyeye çıkartılarak, ilgili birimlerin şimdiye kadar olduğundan daha müteyakkız hale getirilmesi şarttır. Devletlerin en önemli caydırıcı gücünün, adı, şekli veya yöntemi ne olursa olsun, mütekabiliyet yeteneği olduğunu tekrar belirtelim.
Önümüzdeki birkaç aylık süreç, vereceğimiz en önemli tarihî sınavlardan biri olacaktır.
Haçlı güdümlü merkezlerin, üç buçukluk Siyonist İsrail'in ve içimizdeki soysuz jakoben kadronun topraklarımız ve halkımız üzerinde kanlı tezgâhlar kurmasının önüne geçmeliyiz artık.