BBC Muhabiri Kevin Connolly Euro Bölgesi'nde yaşanan krize karşın, Avrupa Birliği üyeliğinin Türkiye'de neden hala çok çekici olduğunu araştırdı.
Abone olKevin Connolly
BBC, İstanbul
Euro Bölgesi'ndeki krizin pek sona erecek gibi görünmemesine karşın, Avrupa Birliği dışında kalan Türkiye'de birliğe üyelik hala çok çekici.
Üzerine yeterince kafa yorarsanız, her şey hakkında pop müzik sözleri yazabilirsiniz.
Ama hiç şüphesiz, en beklenmedik müzikal ilham kaynağı, Boğaz'ın iki yakasında uzanan ve Asya'yla Avrupa'yı birbirine bağlayan muhteşem Türk kenti İstanbul'un tarihinde yaşanan kimlik değişikliği.
1920'li yılların sonunda Amerika'nın en meşhur Caz gruplarından biri, kentin eski ismi Konstantinapoli'yi zikreden bir şarkı yaptı. Şimdi pek akıllarda kalmayan, eski moda bir şarkıydı. Şarkıyı söyleyen önce Konstaninapoli diyor, sonra da koro hızla, Konstantinapoli'deki her harfi, tek tek söylüyordu.
Şarkı, büyük ihtimalle siyasi bir amaçla yazılmadı. Ama şehrin, Müslüman Osmanlı Türkleri tarafından fethedilmesinden önce, Bizans İmparatorluğu'nun başkenti olduğu gerçeğinden bahsediyordu.
Birkaç yıl sonra, müzikal bir misilleme yapıldı ve çok daha meşhur bir şarkı haline geldi. Şarkının adı "İstanbul, Konstantinopali DEĞİL" şeklindeydi.
Şarkıda şu ölümsüz satırlar da vardı; "Neden Konstantinapoli her şeyi alıyor ki? Bu kimsenin değil, Türklerin işi" deniyordu.
Şarkı, Kuzey İrlandalı besteci Jimmy Kennedy tarafından tesadüfen yazılmıştı.
'Türk kimliğinin muğlaklığı'
Kennedy Türk kimliğindeki muğlaklığı , büyük bir beceriyle yakalamıştı: Hristiyanlık ve İslam, Asya ve Avrupa arasındaki fay hattında bir yerde, sanki hiçbir yere ait değilmiş gibi, ki aslında gerçekten de hiçbir yere ait olmayan bir kimlik.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği müzakerelerinin 52 yıldır sürmesi ve hala sonuçlanacak gibi görünmemesinin nedeni bu olabilir.
Engellerin bazıları, rahatsız edici ve boyun eğmeyen gazetecileri hapse atma temayülü gibi, Türkiye'nin kendi çözebileceği sorunlar.
Ama hiç şüphesiz sorunların temelinde, Avrupa'nın Türkiye'nin tam olarak ne ve aslında nerede olduğuyla ilgili ikircikli tutumu da var.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin internette bulabileceğiniz bir görüntüsü çok manidar.
Sarkozy'ye Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne neden karşı çıktığı soruluyor ve bir an durakladıktan sonra "Çünkü Avrupa'da değil" diyor.
Kamp muhafızı Türkiye
Çok sayıda Türk bu tür açıklamaları sinir bozucu ve aşağılayıcı buluyor. Türkiye, Soğuk Savaş sırasında Komünist Bulgaristan ve Sovyetler Birliği'yle sınır komşuluğu yaparken, bir diğer zengin demokratik uluslar kulübü NATO'ya sıkı sıkıya bağlandığında kimse böyle itirazlar dile getirmemişti.
Türkiye'nin çadırların içine girişine izin verilmeden, kampı korumasını istendiği yönünde bir hissiyat var.
52 yıl süren müzakereler sırasında Avrupa kıtasının kendisi ve çevresinde çok az şey değişti.
Türkiye o zaman çok yoksul, az gelişmiş, Avrupa Birliği'ni yardım ve ticaret kapısı olarak gören bir ülkeydi.
Ama şimdi, ekonomisi gelişiyor ve eski moda prensiplere göre çalışan sağlam bir bankacılık sistemine sahip.
Ancak Türkiye yine de, pek çok Güneydoğu Avrupa ülkesi gibi, Avrupa Birliği'ne üye olmayı çok istiyor.
Bu akla, fırtınalı sularda batan bir gemiye doğru umutsuzca ilerlemeye çalışan yüzücüleri getirebilir.
Ama Türkler için Avrupa Birliği'ne giriş hala çok anlamlı.
Kullanım kılavuzu
Avrupa Birliği kurallarının, ekonomi ve çağdaş demokratik bir devlet yönetimi için bir kullanma kılavuzu olduğunu söylüyorlar.
Elbette, bazı üyelerin kuralların bazılarını görmezden geldiğini, bunun da felaket sonuçlara yol açabileceğinin de farkındalar.
Ama yine de, kuralların hala geçerli olduğunu ve bilinen en iyi kılavuz olduğunu söylüyorlar.
Türkiye, Orta Doğu'da bölgesel bir süper güç olma, bir zamanlar emperyal güce sahip olduğu istikrarsız topraklardaki nüfuzunu yeniden canlandırma fikriyle flört ediyor.
AB arzusunun nedeni
Ama yeni Osmanlı kimliğini canlandırma fikri ne kadar çok konuşulursa konuşulsun, Avrupa Birliği'ne davet edilmek için duyulan o eski arzunun yerini alamayacak.
Türklerin bu isteğini neyin beslediğinden emin olmak zor.
Fransa ve Almanya'nın eşiti olarak tanınma arzusu, büyüyen refah ve çağdaşlığının küresel düzeyde tanınmasına duyulan açlık olabilir.
Avrupa tarihindeki bu sıkıntılı dönemde bütün bunları anlamak biraz daha zorlaşıyor. Ama şarkının yazarının yıllar önce de söylediği gibi "Bu kimsenin değil, Türklerin işi"