BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

'Türkiye neden AB'ye kabul edilmeli'

17 Aralık zirvesi öncesi öncesi Avrupa medyası Türkiye'yi tartışıyor. Le Monde gazetesinin 12-13 Aralık 2004 tarihli sayısının serbest tribün köşesi bu konuya ayrıldı.

Abone ol

Le Monde gazetesinin 12-13 Aralık 2004 tarihli sayısının serbest tribün köşesinde, sosyolog Edgar Morin, soyolog Alain Tourain, yazar ve Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütünün eski başkanı jean-Christophe Rufin, deneme yazarı ve köşe yazarı Guy Sorman gibi tanınmış Fransız kanaat önderlerinin Türkiye ile ilgili makalesi: Şunu kabul edelim: Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne girmesinin olumlu etkiler yaratacağını düşünenlerin ileri sürdüğü mükemmel gerekçeler, muhalefetini coğrafya ve tarih üzerinden yapan kamoyunun direncinin yanında zayıf kalıyor. Batı Avupa’daki pek çok kişi, Osmanlı İmparatorluğu'nun XIV. yüzyıldan itibaren Avrupalı bir güç olduğunu, çöküşüne ve 1. Dünya Savaşı'nın ardından Türkiye'nin doğuşuna kadar da öyle kaldığını unutmuş olmalılar. Bugün Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişi üzerine üye ülkelerin her birinde referandum yapılacak olsa, sonuçların her yerde olumlu olmayacağı ihtimal dahilindedir. Ancak doğru olduğuna inandığımız tutuma karşı bir tutuma bizi sürüklemeye çalışan kamuoyuna bir durum hatırlatması yapmak gerekmez mi? Muhakkak ki evet. Zira Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini gerektiren asıl neden bambaşka bir çerçevede yeralmaktadır. Bu üyelik, Avrupa'nın dünya çapında rolünü bulması veya muhafaza etmesi, yani İslam dünyası ile, Amerikalıların Ortadoğu'da yarattığı ilişkiden farklı bir ilişki kurabilmesi için vazgeçilmez bir koşul oluşturmaktadır. Eğer Avrupa, üye devletler arasındaki artan çeşitliliğin getirdiği sorunlar tarafından git gide yutulacaksa o zaman neden Avrupa’yı yaratıyoruz? Avrupalı devlet başkanlarının, milletvekillerinin ve memurlarının, işlerini yapmaları ve Avrupa Birliği’nin iç işleyişini iyileştirmeleri gerekmektedir. Kamuoyları onların çalışmalarına açıkça itiraz etmiyorlar, ancak bu idari işleyişten de meemnun oldukları söylenemez. Buna karşın Avrupalılar, Avrupa Birliği’nin ekonomik gücü ile uluslararası siyasi alandaki iktidarsızlığı arasındaki hayret verici farkın da bilincindeler. Avrupalıların, giriştikleri her uluslararası meselede bizzat kendi içlerinde bölünmeler yaşadıkları da bir gerçek. Ama işte tam bu konuda bir karar almaları gerekiyor: Amerikan hegemonyasının muhafaza edilmesine öncelik verenler bunu yüksek sesle söylesinler, ancak diğerleri de korkularından ve ikiyüzlülüklerinden sıyrılarak, Avrupa -veya Batı- ile İslam dünyası arasında başka bir ilişki kurmanın mümkün olduğunu açıkça söylesinler. Tüm dünyadaki savaş ve barışın, günümüzdeki askeri saldırılara ve terörizme son verme kapasitemize bağlı olduğunun bilicine varsınlar. İslam dünyasıyla ilişkilerimizde böyle bir değişim, ancak Türkiye ile ilişkilerimiz sayesinde meydana gelebilir. Çünkü Türkiye, laiklik ve İslam arasında bizzat yaşamakta olduğu uzlaşmayla, hasımların karşılıklı imha edilmesinden başka çözüm yolları olduğunu kanıtlamaktadır. Burada sorun, önyargılı kesimlerin kamuoyuna yeterince bilgi akışı olmasını engellemesinden ve bazı kesimlerin, başka yerlerde olduğu gibi Türkiye'de de şiddet ve savaş haricinde bir seçenek olmadığını düşünmesinden kaynaklanmaktadır. Bir çözümün mümkün olduğuna inanmayı başaramadığımız takdirde, günümüz dünyasında bir rol oynama ümitlerimizi terketmemiz gerekecektir. Başka bir ifadeyle, günümüz dünyasının büyük stratejik sorunlarının çözümünde bir rolümüz olmayacaktır: İslam ile Batı'nın karşılaşması, dünya ekonomisine hakimiyet konusunda ABD ile Çin arasında yaşanacak rekabet, az gelişmişliği gittikçe artan Afrika'nın hayatta kalma mücadelesi, bunlara ilaveten, dinin kamusal yaşamdaki yeri, insan hakarına saygı veya şimdiye kadar konferans salonlarının dışına taşmayan kalıcı kalkınmanın gerçekleştirilmesi gibi coğrafyayla ifade edilemeyecek bir takım sorunlara çözüm arayışında… Türkiye'yi reddetmek, ufkumuzu daraltmak ve dünya çapında her hangi bir sorumluluk üstlenmekten vazgeçmek anlamına gelecektir. İşi sadece Avrupa'nın “içindeö alınacak bir karara bırakırsak, Türkiye'nin üyeliğine taraftar ve karşı olanlar daha uzun zaman tartışırlar. Fransa da prensipte Avrupa seviyesinde kabul edilmiş kararlara karşı çıkarak kendini lüzumsuz risklere atmaya devam etmiş olur. Tam tersine, Avrupa genelinde bu üyeliğe taraftar veya muhalif olanların ileri sürdüğü tüm gerekçeleri bir an için bir tarafa bırakarak, Avrupa'nın dünya meselelerinde ve dolayısıyla dünya barışında nihayet başrol oyunculardan biri olması gerektiğini ve Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne girişinin, Avrupa ve İslam dünyası arasında yeni ilişkilerin kurulabilmesi için kesinlikle şart olduğunu tüm gücümüzle dile getirmeliyiz.