AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, katıldığı programda gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu
Abone olAK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, 'Arap Baharı Kürt Baharı'na mı?' dönüştü sorusuna "Sayın Başbakanımız Esad ile yaptığı görüşmelerde önündeki gündem ajandası içerisinde Suriye Kürtlerinin haklarına kavuşması vardı. Türkiye, Suriye ve Irak dahil olmak üzere Kürtlerin bütün kazanımlarının destekçisidir." dedi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, TGRT Haber Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar'ın hazırlayıp sunduğu Ankara Gündemi programına konuk oldu. İhlas Medya Ankara Grup Başkanı Nuri Elibol ve Habertürk Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdal Şen'in sorularını cevaplayan Çelik, programda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
KUVVETLER BİRLİĞİ VAR DEMEK LAİKLİĞE AYKIRIDIR
Kuvvetler ayrılığı tartışmalarıyla ilgili konuşan Çelik, cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'de kuvvetler ayrılığının yüksek demokratik standartlara sahip ülkelerde olması gerektiği gibi hiç uygulanmadığını belirterek, "Türkiye'de kuvvetler ayrılığı var demek laikliğe aykırı bir şeydir. Bizde her ihtilalin ardından bir kuvveti diğer kuvvetin egemenliğine sokma durumu vardır. Anayasa ile ilgili tartıştığımız konular aslında temel hak ve hürriyetler, Anayasa'nın birtakım çağdaş ilkelerle donanması değildir. Türkiye'de her Anayasa sistem içerisindeki kuvvet dengesini demokratik standartlarına ve kuvvetler ayrılığı prensibini aykırı olarak bozmuştur. Bazen yürütme lehine bozmuştur, bazen yargı lehine bozmuştur. Aslında Anayasa tartışması bir hukuk tartışması değildir. Anayasa tartışması, bir devlet içerisindeki egemenlik yapısının nasıl yeniden dizayn edileceği tartışmasıdır. Türkiye'de şimdiye kadar milletin elinde milletin yetki verdiklerinden egemenliği çalmak üzere bir Anayasa sistemi oluşturulmuştur ve bu başlı başına kuvvetler ayrılığı olarak düzenlenmiştir. Bu memleketi millet mi yönetecek, milletin içindeki birtakım gruplar mı yönetecek? 'TBMM'nin elindeki yetkiyi hangi hukuk oyunlarıyla ya da hangi Anayasa düzenlemeyle çalarız?' anlayışı, Türkiye'deki bu tartışmanın özüdür" dedi.
TÜRKİYE'DE KUVVETLER AYRILIĞI UYGULANSIN
Türkiye'de siyaset yapan birçok kesimin, muhalefetin, kanaat bildirenlerin siyasi okur yazarlık konusunda düşündüğünü ifade eden Çelik, "CHP'lilerden en çok duyduğumuz söz şuydu:
'Sonunuz Menderes gibi olur', 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ama millet bu egemenliği yetki ve organlar önünde kullanır', '60 Anayasa'sı çok özgürlükçü bir Anayasa'ydı' Evet, metin olarak öyle ama 60 Anayasa'sını yorumlayan Anayasa Mahkemesi kararlarıyla o özgürlükçü metinden öylesine faşizan uygulamalar çıkarılmıştır ki...Dolayısıyla bizim tartıştığımız mesele, Türkiye'de kuvvetler ayrılığı hiçbir zaman uygulanmamış olmasıdır. Bugün 'gelin kuvvetler ayrılığı prensibini tam olarak nasıl uygulayacağımızı tartışalım' diyoruz. 'Bütün demokratik ülkelerde kuvvetler ayrılığı vardır' deniliyor; ama İsviçre'de yoktur. İsviçre'de kuvvetler birliği uygulaması vardır. Bir devletin demokratik devlet statüsü kazanması için kuvvetler ayrılığı prensibine yaslanması gerekir. Bizim de 'Türkiye'de kuvvetler ayrılığı tam uygulansın' diyoruz" diye konuştu.
KUVVETLER AYRILIĞI, MİLLET İÇİN VARDIR
Kuvvetler ayrılığının yasama, yürütme ve yargı mensupları için değil millet için var olduğunu vurgulayan Çelik, şunları ifadeleri kullandı:
“Kuvvetler ayrılığı kuvvetler dükalığı da değildir. Yani her biri dükalık gibi örgütlenecek, kendi egemenlik sahası içerisinde kimseye hesap vermeyecek diye de bir şey yok. Millet adına görev yapıyorsanız, millet adına diğer iki kuvvet görev yaparken, diğer kuvvet onları denetleyecek. Bir kuvvetin denetlenmesi o kuvvetin doğasını bozmayacak şekilde olacak. Yürütmeyi denetlerken 'yürütme hukukun içinde kalıyor mu?' diye denetleyeceksiniz. Eğer yürütmeyi hukukun içinde kalıp kalmamanın ötesinde 'bu yürütmenin verdiği kararlar uygun kararlar mı, değil mi?' şeklinde ideolojik ya da siyasi bir değerlendirmeye girersen yani yargı, yargısal aktivizm dediğimiz faaliyet içerisine girer de yerindelik denetimine dahil olmaya başlarsa bu yürütmenin doğasını bozacak şekilde yürütmeye müdahil oluyor, yargı denetim yetkisini aşıyor demektir. Türkiye pratiği de budur.
Askeri kuvvet Türkiye'de yegane kuvvetken 3 siyasi kuvvet de onun sadece lojistiği olarak kullanılırken sesi çıkmayanlar, askeri kuvvet bir siyasi kuvvet olmaktan çıkıp da demokratik sistemdeki yerine oturmaya başlayınca 'bu kuvvet kağıttan kaplanmış, darbe yapamıyor' bile dediler. O geçildikten sonra yargıyı devreye soktular. Türkiye'nin yaşadığı bu filmi hızlandırılmış şekilde izlemek için Mısır'a bakmak yetiyor. Yasamanın ve yürütmenin doğasını bozmak ve yetkisini gasp etmek üzere yargı tarafından kuvvetler ayrılığı prensibine aykırı davranılmasının tarihidir son 20 senenin tarihi."
ORDUNUN İDEOLOJİK OLDUĞU BİR DEVLET MÜREFFEH OLAMAZ
TSK İç Hizmet Kanunu’nun görev devir teslim yeminlerini düzenleyen maddelerinde yapılacak değişikliğe ilişkin Çelik, "Devletin hiçbir kurumunun belli bir ideolojiyi savunma görevi yoktur. Yargının görevi Anayasa'yı korumaktır, Anayasa içerisinde kendisine göre bir ideoloji seçip o ideolojinin muhafızlığını yapmak değildir. Silahlı kuvvetin görevi de vatanı korumaktır. Ordunun ideolojik olduğu bir devlet, müreffeh ve zengin olamaz. Arap Baharı'nı sancısız bir şekilde geçiş sağlayan tek ülke Mısır'dır. Şu an yaşadığı sancıyla sancısız bir şekilde şu zamana gelmesi arasındaki fark; Mısır ordusu herhangi bir iç ideolojiye sahip değil ama yüksek yargısı bir ideolojiye sahiptir" dedi.
HER ÜNİVERSİTEDE PROTESTO OLUYOR
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Çelik, Başbakan Erdoğan'ın, Göktürk 2 Uydusu'nu fırlatma törenine gittiği ODTÜ'de yaşanan olaylara ilişkin, şöyle konuştu:
"Son 1 yıldır gerek iktidardan gerek muhalefetten hangi siyasetçi bir üniversiteye giderse sistematik şekilde konuşması engelleniyor, protesto ediliyor ve saldırıya uğruyor. 68 kuşağının 'Gerçekçi ol imkansızı iste' diye bir sözü vardı. Gençlerin imkansızı istemesinde, bunun peşinde koşarken protesto haklarını kullanmalarında, sivil itaatsizlik haklarını kullanmalarında bir sorun yok. ODTÜ'de veya başka bir yerde polis aşırı güç kullandı kullanmadı tartışması, Türkiye'de her zaman yapılır. Ama temel bir mesele var. Molotofkokteyle, taş dolu sırt çantasıyla ve birçoğu da ODTÜ dışından olmak üzere oraya geliyorlar.
Burada herhangi bir insanın karşı karşıya kalması durumunda kendi hayati tehlikesinin söz konusu olabileceği bir eylem ortaya koyuyorlar. Sonra ODTÜ ve iktidar çelişkisini dile oturtuyorlar. İktidarın, hükümetin ya da partinin ODTÜ ile bir tartışması yok. ODTÜ Rektörlüğü'nün son derece dengesiz bir açıklaması oldu. Olayları yatıştırması yerine son derece kışkırtıcı bir açıklama yaptı. Aslında ODTÜ Rektörlüğü'nün açıklaması ODTÜ'de bundan sonra şiddetin hakimiyetini sağlamak isteyenlere zemin sağlayan bir açıklamadır. Üniversite rektörünün görevi eğitim öğretim yapılabilmesi açısından oradaki huzuru korunmasıyla ilgilidir. Tabii ki protesto haklarının olmadığını kim söyleyebilir? Ben sivil itaatsizlik de haktır diyorum. Bunu söyleyen öğretim üyeleri, Anadolu'nun herhangi bir yerinde panele gitseler, panelin dışında grup toplansa, hiçbir şiddet eylemi içermese protesto etseler, sağcı ya da milliyetçi slogan atılsa soluğu Avrupa Parlamentosu'nda alırlar 'Türkiye faşizm geliyor' diye. Bunu söyleyenler siyasilerin yerine kendilerini koysunlar. Şiddet, kırmızı çizgidir. Şiddetin başladığı yerde bir kişi neyi savunursa savunsun onun savunduğu şey boşa çıkar."
Türkiye'de otoriterleşmenin ve faşistleşmenin göstergesi olarak Beyoğlu'nda bir pastanenin kapatılmasını bazı yazarların yazdığını dile getiren Çelik, "Türkiye'de bir pastanenin bile kapatılmasından iktidarı sorumlu tutuyorsanız o zaman zaten sizin kafanızda iktidara biçtiğiniz yer demokratik değildir. İktidara siz külli iradeye sahip bir vazifesi biçiyorsunuz. Böyle bir iradeye sahip olması gerektiğini düşünüyorsunuz. Bizim iktidarımız, eleştiriden azade değildir, eleştirilecek çok tarafımız da vardır. Ama bütün bu eleştiri konusu olan konularda da herkes iyi biliyor ki Türkiye'ye mesafe aldıran biziz" dedi.
TÜRKİYE,KÜRTLERİN BÜTÜN KAZANIMLARININ DESTEKÇİSİDİR
"Arap Baharı'nın Kürt Baharı'na dönüştü" şeklinde bazı partilerin eleştirdiğini belirten Çelik, "Arap Baharı; Arapların da baharı olsun, Kürtlerin de baharı olsun, Sünnilerin de baharı olsun, Şiilerin de baharı olsun, Türkmenlerin de baharı olsun... Biz Arap Baharı'nın bir parçasının da Kürt Baharı olmasından rahatsız değiliz. Ortadoğu'da dışlanmış, hakları gasp edilmiş, yıllardır zulüm görmüş halklardandır Kürtler. Sayın Başbakanımız Esad ile yaptığı görüşmelerde önündeki gündem ajandası içerisinde Suriye Kürtlerinin haklarına kavuşması vardı. Türkiye, Suriye ve Irak dahil olmak üzere Kürtlerin bütün kazanımlarının destekçisidir. Türkiye'den talep edildiği halinde de koruyucusudur. Ama kırmızı çizgi, şiddettir. Türkiye'deki bazı siyasi unsurlar, zaman zaman BDP, Türkiye oradaki Kürtlerin haklarına karşı tavır alıyormuş gibi gösteriyor. Bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Burada, PKK varlığıyla oradaki Kürt varlığını özdeşleştirme gibi bir manipülasyon var. Bu da doğru değildir" ifadelerini kullandı.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın, Venezüela Devlet Başkanı Hugo Chavez'e, ülkeden ayrılmak zorunda kalması durumunda, bu ülkeye sığınma talebini içeren bir mektup yazdığı iddiası ile ilgili, şunları kaydetti:
"Esad, Suriye'nin dışına çıkmak istese bile eski rejim kalıntıları buna izin vermeyebilir. Bir Rus analisti, Esad'ı ziyaret sonrası, 'Sarayı koruyan muhafızlar Esad'ı korumak için orada değildi, Esad'ın kaçmasını engellemek için oradaydı' diyor. Çünkü Esad'ın gitmesi demek oradaki rejimin çökmesi demek. Her diktatör aynı şeyi yaşıyor ama bunu yaşamayacağını zannediyor. Belki Rusya ağır bir inisiyatif koyarsa Esad'ı oradan çıkarıp başka bir ülkeye geçmesini sağlayabilir. Keşke daha önce olsaydı..."