BIST 9.610
DOLAR 34,65
EURO 36,43
ALTIN 2.928,66
HABER /  GÜNCEL

Türkiye işkenceleri unutmadı!

Mahkumların ağızlarına pisleyip, joplarla penislerine vurdular. Tuvalet yaptıkları taslarla su içtiler. İşte utandıran anlar;

Abone ol

Ergenekon sanıkları, terör örgütü kurarak “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” etmekten yargılanıyor. Emekli paşaların da aralarında bulunduğu sanıklarda darbe girişiminde bulunduklarına dair çok sayıda belge ve hazırlık planları ele geçirilmişti.

Ergenekon zanlıları, bugünkü cezaevi koşullarının yaşam için elverişli olmadığını iddia ederek şikayetçi oluyor. Hatta, sağlık durumunun bozulma “ihtimalini” gerekçe göstererek tahliye talebinde bulunanlar bile oldu. 13 bin 500 kişilik hain listesi hazırlayan ve iktidarı ele geçirdiklerinde bu kişileri idam etme planları yapan isimlerin de aralarında bulunduğu zanlılar en ufak bir şikayette soluğu tam teşekküllü hastanelerde alıyor. Bu tutum, “Ergenekoncular hedeflerine ulaşsaydı nasıl bir tablo ortaya çıkacaktı?” sorusunu akla getiriyor.

Ergenekon sanıklarının amacına ulaşması durumda Türkiye’yi nasıl bir sonucun beklediğini, gözaltında veya hapishanelerde neler yaşanabileceğini önceki darbe dönemlerinin tanıklarına sorduk. Onlardan biri, 300 kişinin kuşkulu bir şekilde, 171 kişinin ise işkenceden öldüğünün belgelendiği 12 Eylül 1980 darbesinden sonra cezaevi doktoru olarak görev yapmış Dr. Levent Burak Yıldız. 12 Eylül döneminde mahkumlara insan muamelesi yapmak bir yana işkence gören mahkumlara bile rapor hazırlanmadığını söyleyen Dr. Yıldız şunları anlatıyor: “İşkencede tendonu kopan mahkuma bile sağlam raporu verin deniyordu. Bir sistem yoktu. Sağlık açısından aksaklıklar yaşanıyordu. Darp edilen mahkumu normal görmemiz isteniyordu. İstediklerini yapmayınca, bir doktor gibi davranmaya çalıştığım için de başıma gelmeyen kalmadı.”

Levent Burak Yıldız’ın görev yaptığı yerlerden birisi de Antakya Cezaevi. Dr. Yıldız, yaklaşık bin 200 tutuklunun bulunduğu cezaevinde işkence görüp yaralanan hükümlüleri tedavi etmek istediğinde siyasi tutuklulara kuryelik yapmakla suçlanmış. Devletin görevli bir memuru olmasına rağmen cezaevi müdürünün emriyle gardiyanlar tarafından çırılçıplak soyulup hücreye kapatılır. Hapishanelerde mahkumlara kötü muamele dışında yolsuzluk yapıldığını da söyleyen Dr. Yıldız, “Mahkumlar için ayrılan ilaç parası ile gece Harbiye’de yemek yeniliyordu.” diyor.

O yıllarda cezaevlerinin anlamsızca tutuklanan, hiçbir suçu yokken aylarca, yıllarca cezaevlerinde yatan insanlarla dolu olduğunu kaydeden Dr. Yıldız şunları dile getiriyor: “Mahkumlar hücre blokunun sözde avlusunda, çıplak ayakla yan yana dizilerek ve elleri ile gözleri bağlandıktan sonra arkalarından sopalarla vurularak zorla yürütülüyordu. Mahkumlar yürüyemiyordu. Dursalar sırtlarına, bacaklarına vuruluyordu. Sonuç mu; parça parça olmuş ayak tabanlarıyla bana getiriliyorlardı.”

“Tuvalet yaptığımız kapları temizleyip su içmek zorundaydık”
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan sanıkların neredeyse tamamı gözaltındayken gördükleri güzel ve medeni muameleden dolayı polise ve adli personele teşekkür etme ihtiyacı duydu. Ancak buna rağmen bazı çevreler yaşananları 12 Mart’ın meşhur işkencehanesi “Ziverbey Köşkü” ile bile kıyasladı. Oysaki darbe dönemlerinin gerçek tanıklarına göre yaşananlar çok farklıydı.

17 yaşında işkence gördü: 12 Eylül ihtilalindeki tutukluların yaşadıkları korku filmlerine bile ağır gelecek türdendi. 1980 darbesinden sonra tutuklandığında henüz 17 yaşında olan Salih Sezgin, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadıklarını bakın nasıl anlatıyor: “Okumam yazmam yoktu. Daha 17 yaşındaydım. Bir sabah dediler darbe olmuş. Darbenin ne olduğunu tam bilmiyordum. Hapse atıldım. Yaşım küçük olmasına rağmen yargılandım. Gördüğümüz işkence anlatılır gibi değil.

İnsanın midesini kaldıran anlar: 40 kişi çırılçıplak küçücük bir hücreye sokuluyorduk. Avluda lağıma batırılıp saatlerce bekletiliyorduk. Üzerimizdeki koku günlerce gitmezdi. Bizi çırılçıplak koğuşun önünde toplarlardı. Erkeklik organlarına coplarla vururlardı. Cop yemeyen kalmamıştır. Tuvaletimizi yaptığımız kapları temizleyip içinden su içmek zorunda kalıyorduk. Bir gün çürük dişim çok ağrımıştı. Çektirmek için doktora gittim. Sağlam dişi çekti, çürüğü bıraktı. Sonra gelip ‘Demek dişini çektirmek istiyorsun ha’ deyip dövdüler. Birbirine zorla tecavüz ettiriliyordu mahkumlar, herkesin gözü önünde. Mahkumlara zorla birbirlerinin ağzına işetiliyordu. Ya da görevli askerler yapıyordu bu işi.”

Melik Duvaklı/ Zaman-Pazar