Türkiye için tehlike çanı! (Ateizm)
Düzeni kuranların bir elçisi olarak bilinen Albert Pike’in 1871’de kendisi gibi mason üstadı olan Giuseppe Mazzini’ye yazdığı mektubu hatırlayalım hep beraber.
Okuyan bilir, mektupta yapılması planlanan Dünya Savaşlarının derin bilgileri yer almaktaydı. 1. Dünya savaşı ile başlayacak katliam zinciri, 3. Dünya savaşı ile bitecekti. Albert Pike, henüz gerçekleşmeyen savaşlarla ilgili bilgiler veriyor ve savaşların gayesini de Mazzini’ye bildiriyordu. İlk iki savaşın söylendiği hedeflerde gerçekleştiği ortaya çıkınca popüler olan bu mektupta Pike, 3. Dünya savaşı ile İslâm alemini tamamula parçalayarak deccaliyet düzenini kurmak istediklerini söylüyordu. Bu savaşla, Müslüman Arap dünyası ve İsrail Devleti’nin birbirlerini yok edecekleri şekilde dizayn edilerek, islam milletini ahlaki, ruhsal, fiziksel, ve ekonomik çöküntülere itilmesi gerektiğini de ekliyordu. Ama en can alıcı nokta ise “Ateizm” üzerine olan kısmıydı. Ateizm’in önünün açılması ve İslam Ülkeleri içine bu düşüncenin aşılanması için tüm uğraşların içine girilmesini söyleyen Pike, dini inançlarıyla hareket eden toplumların dinden bağımsız kalmalarını sağlayacak planlarının varlığından haber veriyordu. Böylelikle dinine bağlı olan bireyleri, belirli vasıtalarla Ateistliğe iterek sosyal çöküş sağlayarak toplumdan dibi tamamıyla kaldırmak hedeflenmişti. Üçüncü dünya savaşı ile İnsanoğluna son darbeyi dinleri ortadan kaldırarak yapmak isteniliyordu. Çünkü inancı olmayan bir toplum hüküm edilmeye en münasip haldedir. Dünyayı yönetenlerin “Tek devlet” düzeni için dinlerin ortadan kalkması gerekiyordu ve buda inançsızlık yani “Ateizm” ile mümkündü.
Nitekim istenilen bu hedeflerinde gerçekleştiği günleri yaşıyoruz. Özellikle 1970’lerin sonuna doğru Türkiye’ye tam anlamıyla giren “Ateizm” akımı, son on yıl da yüzde üç yüz büyüyerek çok feci rakamlara ulaşmış bulunmaktaydı.
2020 yılında, Türkiye'nin 12 ilinden 1062 katılımcı sayısıyla yüzyüze gerçekleştirilen Gezici Araştırma anketinde, 20 yaş altı Z Kuşağı mensubu bireylerin %28.5'inin inançsız olduğu sonucuna ulaşıldı. Optimar Araştırma Şirketi tarafından ise 7-14 Mayıs 2019 tarihleri arasında, 26 şehirde, 3 bin 500 kişi üzerinde yapılmış geniş bir araştırmasına göre, Türkiye’nin yaklaşık % 8’i bir yaratıcının veya dinin kendisine inanmıyor, şüphe ediyor. Sonuç olarak Türkiye’nin neredeyse %15’i İnançsız.
Peki nedir bu ateizm? Neden fazlalaştı?
Ateizmin kökeni ilk dinlerin ve onların ortaya koyduğu tanrı düşüncesinin ortaya çıkışına kadar uzanır. Orta çağa gelindiğinde kiliselerin baskısından ötürü kapalı kutu olmuştur. 18.yüzyılda dinlere karşı tepki koyan kimseler çoğalsa bile en parlak dönemi 19. Ve 20.yüzyıldır.
Dünya'da ki ateist akımın liderleri (Marksizm) felsefik akımlarla tanrının yada tanrıların yokluğu hakkında tezler öne sürse de ülkemizde bu durum komik hale gelmiş ve eğer “Tanrı var ise şimşek çaksın, yağmur yağdırsın” gibi basit ve iddiasız bir hale gelmiştir.
Bu kadar hızlı yayılmasının altında yatan en büyük sebep ise çoğu guruhun ibadet etme zafiyeti göstermesi, Dünyadaki zülmün artması ve maalesef ateist kimselerin toplum içinde farklı olduğunu zannetmesiydi. Öyle bir haldeyiz ki, gençlerimiz sosyal medya hesaplarında ateist olduğunu belirtmek için türlü uğraşların içine giriyor. Ateizm’e davacı değil de, alet olarak kullanıp bazı nefsani emellere ulaşmak için kullanan Türk gençliği, her geçen gün bu aleti benimseyerek kimliğine geçiriyor.
Peki ateizm illeti ne sunuyor?
Gerçek ateizme karşı neler söylenebilinir?
Burada kısaca bir kaç ana konuda ateizmin sahte delillerini çürütmeye çalışacağım ki ülkemizde bu sapkınlığa bağlanmış kişiler, bağlandıkları şeyin ne kadar saçma ve boş bir uğraş olduğunu görsünler.
Elbette Dünya'da ki ateizmin felsefik tezlerine verebilecek bir çok güçlü cevabımız var.
Ama önce şunu çok iyi anlamalıyız ki bir şeyin yokluğunu ispat etmek için yoğun bir araştırma yapılmalı ve varlığına dair en ufak bir delil bile ona yok dememizi engeller.
Şu örneği inceleyelim;
Uzun ve geniş bir masanın üzerindeki telefonun olmadığını ispatlamak için bütün masayı incelemek gerekir. Masanın en ucunda bile olsa telefonu bulmamız telefonun yokluğunu ortadan kaldırır. Aynı bu örnekte olduğu gibi, Tanrı’nın yokluğuna dair en ufak bir delil yokken varlığına dair milyonlarca delil vardır. Elbette ki Yokluğu ispatlanamaz.
Bu felsefik akımın sahipleri, evrenin tesadüfen olduğunu ve maddenin, ezeli olduğunu ileri sürerler. Albert Einstein'ın görelilik kavramına göre evrende entropi vardır ve Entropi evrendeki enerjinin yani maddenin değişmesi, azalması olarak bilinir. Değişen ve azalan her şey yok olmaya mahkumdur. Yani evrendeki her şeyin bir sonu vardır. Sonu olan her şeyin ise bir başlangıcı vardır. O halde madde de bir enerjidir ve azalıp yok olmaya mahkumdur. Yok olan ve her geçen gün azalan bir şey, evrenin sahibi değildir. Madem madde ezeli değildir ve başlangıcı vardır o halde onu da var eden bir güç olmak zorundadır. Galaksilerden ,yerin en alt tabakasına kadar, her şey maddenin yapı taşı olan atomdan oluşmuştur. Yani kainata atom tarlası diyebiliriz. Bir ağacın büyüyüp yeşermesi bir doğa olayının oluşması hatta her zerre atomların var olması, yada yok olması ile doğrudan bağlantılıdır.
Peki bu işlerin faili kimdir. Atom mu yoksa başlangıcı ve sonu olmayan bir yaratıcı mı?
Bunu seçebilmek için yaratıcının vasıflarını kafamızda tasarlamamız gerekiyor
Yaratıcının özelliklerini kısaca 2 madde de inceleyelim;
Birinci madde İLİM
Herhangi bir şeyi var etmek için öncelikle var edilen şeyi bilmemiz gerekiyordur. Yani yaratıcının birinci vasfı ilimdir. Bilinmeden, bilgizice bir bina dahi oluşamıyor ve hatta onun oluşması için derin hesaplamalar yapılıyor ise bu kainat elbette bilgi olmadan oluşmaz, oluşamaz.
İkinci madde KUDRET
Ortada bir iş varsa o işi yapanın, yaptığı işe gücü yetmesi gerekiyor. Bu Newton'un bulduğu ve günümüze kadar devam eden en temel fizik kuralıdır. İş formülünü, güç formülünün içinde açarsak “kuvvet×yol/zaman”(W, F, S) denklemini elde ederiz. Örneğin ortada bir kutu var ise o kutunun yerini değiştirmek için bir kuvvet uygulanmalı ve o kuvvet o cismin kuvvetinden fazla olmalı ki cisim hareket edebilsin. Bu örnek ışığında kainatı oluşturanın da bu işi yapmaya gücü yetmelidir.
Bilimin ileri sürdüğü verilere göre Atom da bilgi ve kudret yoktur. O halde atomun ardında atoma bu işleri yaptıran, Atomun cüzi gücünü kontrol eden, İlim sahibi ve bu işleri yapmaya gücü yeten bir zat olmak zorundadır. Zorunludur çünkü, hiçbir sanat, sanaatkarsız, Hiçbir yazı katipsiz değildir. Nasıl olur ki şu muntazam derecede olan kainat sahipsiz olur?
Ülkemizde ise Ateizim Felsefik akımdan biraz farklıdır. Dünyada kötülüğün olması ateizme değil İslama delildir. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki kainatta var olan her şey zıtlıklarla bilinir.
Kötü olmadan iyi, güzel olmadan çirkinlik ve kusur olmadan kusursuzluk anlaşılmaz.
Böylelikle kusur dahi kusursuzluğa hizmet ediyorsa o halde o da kusursuzdur.
İnsanın bir inancı olmalıdır, varlığın sahibine inanmayan varlığa da inanmaz. Varlığın nezaketleri olan Sevgiye, saygıya,hoş görüye, zerafete, güzelliğe inanmayanlar, insani kavramın çok uzağında yaşayan canlılardır. Evvela insan olarak bizlerin bir şeye inancı bizi ayakta tutan direklerdir. Unutulmamalı ki İslam dini inancın hakkı ve esasıdır.
İster cahilliğin vermiş olduğu bir akım olsun ülkemizde ki artan ateizm, isterse de planlanmış bir proje. Bir gün hatırlayacakları tek şey yaptıkları hatadır. Gün gelip de “Bu günün mülkü kimdedir?” Diye sorulduğunda “Kahredici ve tek olan Allah'ındır!” Cevabına karşın pişmanlığın hiç bir faydası olmayacaktır.
Din gününe kadar şu cihanda, cihanın sahibine (c.c) karşı gelenler, inanmayanlar ve küfre düşenler hep olacaktır. Önemli olan Müslümanların onlara karşı nasıl tebligat yapacaklarıdır. İnançsızlığa karşı, patavatsızca hararetli boş kelamlar sarf etmektense Peygamberimiz (A.S) gibi nezaketlik çerçevesinde ve ilmin ışığında haraket etmeliyiz. Bizler inanan ve inandığıyla amel eden bir milletiz. Osman’ın, Fatih’in, Selim’in, Abdulhamit’in mirasında ve tarihimiz de ki zaferlerin arkasında aziz İslâmın olduğunu bilecek konumdayız.
Gel gör ki dönemimizin gençleri bu gerçeğin uzağında içinde ki cevherin farkındalığında değil. Gönüllerimizde kalan bu cevherin üzerini tozlandırmayalım dostlarım. Bir gün olurda bu cevheri kaybedersek, Hakkın huzuruna sönük çıkmayalım ki Ecdadımız bizden mahcup olmasın. İslâm’ın birlikteliğiyle kuşanalım ki küffarın son hedefe ulaşmasını engelleyelim hep beraber. İçimize atılan kirli tohumları yok edelim ki fırsat vermeyelim. İnançsızlık fitnesini içimize koyarak, ismi “Ahmed, Mehmed, Zeynep” olan gençlerimizden hakikati alan şer odaklarına karşı gençlerimizi ihya ederek savaşalım. Adlarına yakışır olmaları gereken kardeşlerimizi bu fitneden koruyalım.
Haydan gelip huya gideceğimiz bu yolculukta, nefsine ve aklına yenik düşmüşlerin elinden tutmaktır vazifemiz. Şuurlanalım ve şuurlandıralım inşallah.
“Ey insan! Seni (şekilsizlikten çıkararak en güzel bir şekilde) yaratıp düzgün ve dengeli kılan, seni dilediği bir sûrette birleştiren, keremi ve ihsânı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?”
(İnfitâr 6-8)
Selametle..