Şu ana kadar, bu kayıplardan doğan açığı, AB ve özellikle de, ihracatta ilk sırada olan Almanya ile telafi eden Türkiye açısından, şimdi tehlike çanları, Alman ekonomisinin giderek kötüleşen performansıyla çalıyor. Zülfikar Doğan'ın yorumu.
Abone olEkonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 2015-2017 Orta Vadeli Plan (OVP) hedeflerini açıklarken, kendi söylemese de, ortaya koyduğu tabloyla bir anlamda 2023 hedefleri ve Türkiye'nin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girme iddiasının rafa kalktığı kabullenmiş oldu.
2013’te, Cumhuriyetin yüzüncü yılına dönük hedefler ilan edildiğinde, muhalefet sözcüleri, yerli-yabancı kimi ekonomistler, resmi verilerle, bunların “hayali” hedefler olduğunu öne sürmüşlerdi.
Onlara göre, ekonominin kronik (cari açık, enflasyon, işsizlik, enerjide dışa bağımlılık, sanayi üretiminde gerileme, sıcak paraya muhtaçlık, özel sektörün aşırı düzeydeki döviz borçları, hane halklarının borçla yaşaması, tarımda gerileme, artan tarımsal ithalat vs.) hastalıkları görmezden geliniyordu.
Babacan, açıklamasında, “Son dönemde gelişmekte olan ekonomilerin büyüme hızında yavaşlama var. 2011'de başlayan bu trend sürüyor. Bir toparlanma olmayacak. Gelecek 10 yılda, bu ülkelerin büyüme hızları, geçmiş 10 yıllık dönemden düşük olacak. Bu ülkelerin arasında Türkiye de var” derken, 2023’ün de ötesini, 2027’ye kadar olan dönemi kastediyordu.
Büyüme hedefi düşürüldü, yüzde 3,3’e çekildi. Oysa, kimi ekonomistlere göre 2023 hedeflerinin yakalanabilmesi için, ekonominin 2014 ve gelecek 9 yıl boyunca, yüzde 7 ve üzerinde büyümesi gerekiyor. Ancak bu uzmanlara göre büyümeden vazgeçilirken, enflasyon artışı kabullenildi. Enflasyondaki beklenti, öngörülenin iki katına yükseltildi.
Bu noktaya nasıl gelindi? Küresel ekonomideki bazı gelişmeler etken olsa da, bir grup ekonomiste göre asıl Türkiye ekonomisini yönetenler, yapısal reformlar konusunda gereken adımları atmadı. 2002’de, AKP iktidarınca devralınan IMF programının, koalisyon hükümetine, Kemal Derviş’le yaptırdığı reformların, pozitif mirası tükendi. Reformlar sürdürülmeyince de, ekonominin kronik hastalıkları, derinleşerek nüksetti. IMF’nin açıkladığı son Türkiye Raporu’nda, 11 maddelik uyarı listesi yer aldı. “Büyümenin sürdürülebilmesi için yapısal reformların önemine” vurgu yapıldı. En kritik uyarı, bankalar için geldi. Türk bankalarının, döviz kredileri nedeniyle “dolaylı kur riski” taşıdıkları ifade edildi.
Ancak şimdi, kendini hissettiren yeni riskler ortaya çıkmaya başladı. Irak ve Suriye ile, bu ülkeler üzerinden, 13 ülkeye, yılda 100-120 bin TIR’lık transit ticaret ve ihracat yolları kapandı. Mısır yönetimi, “Türk ürünleri, şirketleri, işadamları için tam ekonomik ambargo çalışması başlattığını” açıkladı. Bu, Mısır pazarının ve onun üzerinden girilen Kuzey ve Orta Afrika pazarlarının da kapanması demek.
Şu ana kadar, bu kayıplardan doğan açığı, AB ve özellikle de, ihracatta ilk sırada olan Almanya ile telafi eden Türkiye açısından, şimdi tehlike çanları, Alman ekonomisinin giderek kötüleşen performansıyla çalıyor.
Babacan “Avrupa'nın performansı, bizim ihracatımız için çok belirleyici rol oynuyor” derken, bir gerçeği dile getiriyordu. Şimdi, o gerçeğin bir "kâbusa dönüşmesi" olasılığı gündemde.
Almanya’nın sanayi üretimi, 2009’dan bu yana en keskin düşüşü yaşıyor. Yüzde 1,5 olarak beklenen üretim düşüşü, yüzde 4 oldu. İhracat 5,8, ithalat 1,3 geriledi. Dünya ticaretindeki payı 9,1’den 8’e indi. Rusya’ya yaptırımlar nedeniyle, 300 bin KOBİ darboğaza girmiş durumda.
Toplam ihracatının yüzde 50’yi aşan kısmını AB ülkelerine yapan, bunun yaklaşık yüzde 30’unu da tek başına Almanya’ya gerçekleştiren Türkiye, bundan ciddi darbe alabilir.
Yaptırımlar sonrası, gıda ve tekstilde umut olan Rusya’da, Türkiye’den giden binlerce ton tavuk, süt ürünleri ve son olarak da 10 bin ton marulun “hastalıklı” bulunup geri çevrilmesi, önemli bir gösterge.
Mısır Devlet Başkanı Sisi ve Rusya lideri Putin geçen ay bir araya geldi. Mısır’ın bu toplantıda gündeme getirdiği Rusya’nın her türlü gıda ve tekstil ihtiyacını karşılama önerisi Türkiye’nin umutlarını daha baltalayabilir.