Türkiye'ye karşı ön yargısı olan ülkelere, Ümit Boyner işte bu sözlerle seslenecek. Boyner ve arkadaşları, Türkiye'nin ÖCÜ olmadığına ilişkin kampanyası başlatıyor.
Abone ol Raadikal yazarı Funda Özkan'la konuşan Boyner, 'Türkiye'ye karşı önyargısı olan Avrupa kamuoyuna, Türkiye'nin öcü olmadığını anlatacağız' diyor. 1 Ekim'de başlayacak tanıtım kampanyası Fransa, Almanya ve Avusturya'yı kapsayacakRöportaj: Funda Özkan
Kaynak:
NEDEN ÜMİT BOYNER?
Malum, Avrupa kamuoyuna Türkiye önyargısı hâkim. Son yapılan kamuoyu araştırmalarından birinde Avrupa'nın yüzde 52'sinin Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğu sonucu çıktı. Türkiye'ye en çok tepki gösterenler ise Avusturyalılar, Almanlar ve Fransızlar. Tüm kamuyou araştırmalarında aslında üç aşağı beş yukarı hep benzer sonuç alınıyor. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) de uzun müzakere sürecinde, Türkiye'nin Avrupa komuoyunda tanıtımı için kolları sıvadı. Tanıtım çalışmalarını yürütecek komisyonun başkanlığını, TÜSİAD Yönetim Kurulu üyesi Ümit Boyner üstlendi. TÜSİAD üyelerinden toplanan 1.5 milyon avroluk bütçeyle ilk 15 ayda hedefleri Fransa, Almanya ve Avusturya'ya yönelik tanıtım kampanyası yürütmek. Tanıtım komisyonu, özellikle TÜSİAD üyeleri nezdinde rüştünü ispat edebilirse daha sonraki dönemde bütçeleri de büyüyecek.
Boyner Holding Yönetim Kurulu üyesi de olan Ümit Boyner ile bir diğer şapkaları, KAGİDER (Kadın Girişimciler Derneği) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Kadın Fonu Başkanı olarak kadın sorunlarını da konuştuk.
TÜSİAD, Avrupa kamuoyunda Türkiye'nin tanıtılması görevini niye üstlendi?
Müzakerelerin başlanmasına karar verildiği 17 Aralık zirvesi öncesinde de TÜSİAD, AB'nin çeşitli mercilerinde ve üye ülkelerdeki muhatabı olan işadamları dernekleriyle ilişkilerinde zaten ciddi şekilde bu işi yapıyordu. Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde yer alması için ciddi çalışmalar yaptık, açıkçası biz Türkiye'nin üyeliği mücadelesinde TÜSİAD'ın etkili olduğunu düşünüyoruz.
17 Aralık sonrası TÜSİAD üyelerinden şöyle bir talep geldi: Türkiye'nin Avrupa kamuoyunda tanıtımı. Çünkü bizim esas proplemimiz iş dünyası değil. Tabii ki iş dünyasında da birtakım problemler var ama asıl sorun başka. Avrupalı siyasilere de eğer ideolojik ciddi bir Türkiye karşıtlığı taşımıyorsa, kendimizi anlatmamız ve hak ettiğimizi kazanmamız kolay. Çünkü Türkiye'nin ekonomik gücünü, siyasi önemini biliyorlar. Ancak kamuoyunda özellikle Türkiye'ye hiç gelmemiş, Türkiye'yi hiç görmemiş kamuoyunda çok ciddi bir Türkiye'yi bilmemek veya Türkiye karşıtı olma durumu var. Onları kazanmak zorundayız. Hele referandumlar söz konusu olacaksa veya müzakere süreci sonunda bütün ülkelerin kabulünü almak istiyorsak kamuoylarına nüfuz etmeliyiz.
Türkiye'nin de bu konuda çok ciddi bir zaafı var. Türkiye hiçbir zaman bir marka olamamış. Türkiye kötü, yanlış, eksik tanıtılmış değil, aksine Türkiye hiç tanıtılmamış. Küresel gücünü, etnik zenginliğini, kültürel zenginliğini, coğrafyasını göz önüne alırsak, bütün bunları bir araya getirdiğimiz zaman Türkiye çok güzel bir marka olabilirmiş aslında. Tam tersine, meydan boş kaldığı için de Türkiye karşıtlarının, ideolojik olarak Türkiye'yi istemeyenlerin bizi kullanabileceği siyasi malzeme haline getirilebileceği bir ülke haline gelmişiz.
Onun için yeni yönetim kurulu görevinde komisyon oluşturulmasına karar verildi. Yönetim kurulu üyesi olduğum zaman "Böyle bir komisyon kuruluyor. Siz ilgi duyar mısınız, düşünür müsünüz" dediler. Açıkçası hiç düşünmeden kabul ettim.
Tanıtım Komisyonu'nda kimler görev aldı?
Komisyonda TÜSİAD üyelerinden çok değerli arkadaşlarım var, çok ciddi bir takım oyunu oynanıyor. Hepsi ciddi enerji, zaman ve mesleki birikimlerini aktarıyor. Bunu tamamıyla gönüllülük esasına dayanarak veriyorlar. Mesela enteresan bir isim, Guiseppe Farina, (AVEA'yı Aycell ile kuran Aria'nın genel müdürü olarak Türkiye'ye gelmişti. Halen AVEA Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Telecomİtalia Türkiye Grup Temsilcisi.) daha bir tane toplantımızı atlamadı. TÜSİAD'ın eski başkanlarından Erkut Yücaoğlu var. Yiğit Şardan çok önemli katkıda bulunuyor. Ayrıca Aldo Kaslowski, Tuncay Özilhan, Şefika Pekin Barlas, Nuri Çolakoğlu, Bülent Durlanık, Aykut Eken, Çiğdem Erkman, Mustafa Fethi Gürbüz, Bike Gürsel, Naim Koçer, Aylin Arıcan Mccarthy, Barış Öney, Esen Talu, Bülent Tosun ve Bahadır Kaleağası yer alıyor.
Bir de danışma kurulu oluşturduk. Danışma Kurulu'nun başında Tuncay Özilhan (TÜSİAD'ın eski yönetim kurulu başkanlarından) var. 30 üyemizden oluşacak bu danışma kurulunu senede iki kere toplayacağız. Projelerimizi, nakit durumumuzu, öz kaynakları nasıl kullandığımızı anlatacağız, tavsiye alacağız. Onun dışında Yüksek İstişare Kurulları'nda gelirlerimizi, yaptıklarımızı aynı şekilde açıklayacağız. Dış Tanıtım Komisyonu'nun neler yaptığını hesabını, kitabını çok şeffaf bir şekilde görme, eleştiride bulunma, katkıda bulunma fırsatına erişebilecekler.
Bugüne kadar neler yaptınız?
Dedik ki biz Türkiye tanıtımı yapacaksak ne eksende bunu yapmalıyız? Turizm var, kültür var, Türk insanı var, bir sürü şey olabilir. İlk etapta kendi üyemiz olan Türkiye'de faal yabancı şirketlerin yöneticilerini ve bizim üyemiz olmayan İtalya'dan başlayıp tüm İskandinav ülkelerine kadar hepsini teker teker masa etrafında bir araya getirerek beyin fırtınaları yaptık. 'Sizlerin kamuoyunda Türkiye'nin imajı nedir? Negatif olarak nedir? Pozitif olarak nedir? Biz de nasıl mesajlar vermeliyiz ve hangi yöntemle kime ne vermeliyiz?' sorularına aşağı yukarı on değişik toplantıda Avrupa Birliği'ne üye değişik ülkelerden bilgileri aldık.
'İmajımız nedir?' sorusuna, bizim bildiklerimizin dışında çok istisna yanıtlar geldi mi?
Aslında hayır. İki tane ana konu ortaya çıktı. Yabancı işadamlarından sonra buradaki yabancı basın temsilcileriyle de aynı toplantıları yaptık. Biliyorsunuz ciddi bir basın problemimiz de var. Türkiye ile ilgili on tane şey olsa bunlardan beş tanesi iyi olsa hiç biri yer almaz. Kötü olan beşi mutlaka yer alır. Mesela Economist dergisi Türkiye'nin ekonomik hayatıyla ilgili haber yapar, o habere de mutlaka cami ve çarşaflı kadın fotoğrafı kullanır. Türkiye'de cami de var çarşaflı kadın da. Ben bunları yok saymıyorum ama madem ki haber konusu ekonomik hayat, Türkiye'de fabrikalar da var, işçiler de, şehirler de var. Hep belli bir şeye kilitlenmiş basınla da karşı karşıyayız. Ve biz gördük ki AB'de iki tane çok önemli korku var Türkiye ile ilgili. Birincisi Türkiye'nin ekonomik olarak çok güçsüz bir ülke olduğu korkusu. Türkiye AB'ye girerse 70 milyonun koştura koştura Avrupa'ya gidip onların işlerine el koyacağı korkusu hâkim. 'Zaten ekonomik olarak sıkıntılı bir dönem yaşıyor Avrupa. Bir de Türkleri mi ekleyeceğiz?' korkusu hâkim.
İkincisi de Türkler Viyana'ya girdiden tutun da İslam'a kadar dünyadaki konjontüre de paralel, 'İslami terör' konseptinin ortaya çıkmasıyla İslam ve Müslüman olmakla demokrasinin bir araya gelmesini Avrupalılar kavrayamıyor. Bu ikisi dışında da var tabii bir sürü şeyler Kıbrıs sorunu var, Ermeni sorunu var. Bunlar da önemli ama saydığım iki konu çok önemli.
Bir de kadın konusunda Türkiye olarak maalesef kendimizi hiç anlatamadık. Türkiye bugüne kadar kadınları ile ilgili çok daha fazla şey yapmış olsaydı, mümkün olduğunca kadın politikası olsaydı inanın ki çok farklı bir yerde olurduk. Çünkü kadın da gelişmişliğin, demokrasinin simgesi.
Tanıtıma siz nereden başlayacaksınız?
Sonuçta kısık bir bütçeyle başlıyoruz. TÜSİAD Tanıtım Komisyonu olarak ilk on beş ayda yaptıklarımız çok önemli. İlk yapacağımız birkaç etkinlikle öyle bir etki yaratıp, devamındaki çalışmalar için hazırlanmalıyız ki destek devam etsin. Hem kamuoyunun başka kesimlerinden destek alabilelim, hem de biz örnek olabilelim. Onun için de kendimize ilk on beş ay için seçtiğimiz slogan, 'Türkiye bir endüstri ülkesidir.'
Bu slogan kendi içinde de çok farklı kavramları taşıyor. Bir endüstri ülkesi demek zaten modern, gelişen, işgücü yaratan, özel sektörü kuvvetli, kurumsallaşmaya yönelik, genç dinamik bir ülke imajı veriyor. Esas anlatacağımız başlığın altında, 'kadının iş dünyasındaki rolü, kadının üretime katkısı' olabilir. Kadın konusuna da böyle girmeyi düşünüyoruz.
'Türkiye bir endüstri ülkesidir' sloganıyla tanıtımı yapacağımız üç tane ülke seçtik ilk on beş ay için. Fransa, Almanya ve Avusturya. Bu üç ülkeyi seçmemizin nedeni hem referandum sonuçları, hem üyelik mücadelemizde en zor ülke olmaları hem de özellikle Almanya'nın ve Fransa'nın etrafındaki başka ülkeleri etkileyici özellikler taşıyor olmaları. Avusturya da yapı olarak, ideolojik Türk düşmanlığını taşısa da bu tamamen Türkiye'yi hiç tanımadıklarından kaynaklanıyor. Avusturya'da Türkiye ile ilgili dogmatik birtakım şeylerin olduğunu düşünüyoruz. Onun için de kolay kazanabileceğimiz bir yer.
İnsanlar için en can alıcı nokta hayat kaliteleri. Biz bu noktada kendimizi anlatırsak, "Biz sizin için tehlike değiliz"i anlatabilirsek, bizim aslında gelişmiş bir ekonomimiz var söyleyebilirsek, başarılı oluruz. Ekonomik büyüklük olarak Türkiye yeni aday olmuş ülkelerden çok daha büyük. Bütün Avrupa Birliği'nin içine baktığınız zaman yedinci sırada geliyoruz ekonomik hacim açısından.
Bu ekonomik büyüklük zaten başımıza dert oluyor mu?
Ama neticede biz kendi kendimize yetebilecek bir ülkeyiz. Müzakere sürecinde Türkiye'ye yabancı yatırım geliyor. Yatırım ortamı düzeliyor. Ve burası aslında Avrupa için bir piyasa. Avrupa işgücü için de bir piyasa, yani biz Avrupa'ya gitmeyeceğiz aksine Avrupalılar işgücü olarak buraya gelecekler. Ve bu süreç içinde zaten Türkiye, ekonomisini kendi halkı için de daha fazla istihdam yaratabilecek hale getirecek. Bunları tüm açıklığıyla ortaya koymak istiyoruz. Zaten bu buzu kırabilirsek ondan sonra daha saf konulara yönelebiliriz. Mesela İslam'ın ne olduğunu anlatabiliriz. Yani İslam ve demokrasinin nasıl bir arada olabildiği'ni anlatabiliriz veya 'Ermeni konusu nedir?' gibi daha şu anda Avrupa'da insanların duyduğu zaman tepki gösterdikleri konular olabilir. Ermeni konusu çok enteresan bir şey 'aman' dediler bu konuda konuşmayın. Akademik çalışma çok farklı olabilir ama kalkıp da bir sivil toplum örgütü, 'esasen bu konu şöyledir' dediği anda doğru bile olsa, bu bir propaganda olarak algılanıyor. Kulaklar kapanıyor. Birtakım buzları kırmak lazım. Onları kırdıktan sonra yavaş yavaş diğer konulara, ülkelere geçmeyi planlıyoruz.
Neler yapacaksınız?
Açıkçası biz tanıtım yapmak istiyoruz, propaganda değil. Olduğumuz gibi, tüm özelliklerimizle Avrupa'nın bize ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Avrupa'nın demokratik anlamda devamlılığı için, Avrupa'nın dünyanın bu kısmıyla biraz daha kucaklaşabilmesi için ve her şekilde katacağımız çok şey olduğunu düşünüyoruz.
Bütçeniz nedir?
Biz 1.5 milyon avroyla başlıyoruz. İlk on beş aydaki harcama planı bu.
Türkiye'nin en zengin kulübü olarak 1.5 milyon avro az değil mi?
Değil. Burada komisyona büyük görev düşüyor. Çünkü hiç kimse tam olarak ne yapacağını bilmediği bir şeye baştan büyük paralar vermez. Daha başında 'Bizim kafamızda böyle bir şeyler var. Bize bu kadar para çıkarın' demek bence profesyonelce değil, akıllıca da değil. O açıdan ilk 15 ay yapacaklarımız çok önemli. Biz şunları yaptık dedikten sonra destek istemek çok daha kolay olacak. Doğru çalışmayı ortaya koyabilirsek, üyelerimizden, hatta fonlardan ki bu konuda AB fonları var, destek alabileceğiz.
'Hayata nasıl baktığınız önemli'
Kadın girişimcilerin derneği KAGİDER'in de kurucularındansınız. KAGİDER'i tanımayan okuyuculara kısaca anlatalım. KAGİDER'in misyonu kadın girişimci sayısını artırmak, ekonomik hayatta daha fazla kadının yer almasını sağlamak. Sizlere "Ekonomik gücünüzle, eğitiminizle, iş hayatındaki konumunuzla toplumdaki nadir şanslı kadınlardansınız. Ne anlarsınız kadınların sorunlarından?" diyenler oluyor. Kadınların sorunlarını gerçekten biliyor musunuz?
Hayata nasıl baktığınızla ilgili. Eğer önemli olan sadece kendi yaşadığınız ev, görüştüğünüz üçbeş arkadaşınız ise kadınların sorunlarıyla da, hiçbir sorunla da ilgilenmeyebilirsiniz ama eğer yaşadığınız yer Türkiye gibi bir yer ise... Türkiye sosyal devlet değil. Bunu bilip de 'herkes kendi bacağından asılır' demek korkunç bir şey.
KAGİDER bünyesindeki, başkanı olduğunuz Kadın Fonu neler yapıyor?
Kadının sosyal, siyasal, ekonomik olarak yükselmesi için çalışan tüm sivil toplum kuruluşlarına fon sağlıyor. Proje yapmıyoruz, geliştirmiyoruz ama projelere fon buluyoruz. Çünkü çoğu kadın kuruluşunun ciddi fon sıkıntısı var. Dünyada olsun, AB'de olsun fonlar var ama bu fonlardan destek alabilmek için belli bir geliriniz olması lazım, belli düzeyde yöneticileriniz olması lazım ki o başvuru formlarını hazırlayabilirsiniz. Bize başvurmak ise çok daha kolay. Aynı lisanı konuşuyoruz. Türkiye'nin her yerinde bu tip sivil toplum kuruluşlarını destekliyoruz.
Öncelik verdiğiniz konular neler?
Kadın girişimciliğinden, kadına karşı şiddete kadar kadınların hayatını ve toplumsal dinamiğini dönüştürücü projeler. Çok geniş bir anlam taşıyor ama buna danışma kurulumuz ve seçici kurumlarımız karar veriyor. Kaç kadının hayatını etkilediği önemli bir kriter. Örneğin destek verdiğimiz kadın kuruluşlarından birinin çok önemli bir misyonu olduğunu düşündük. Kadın akademileri kuruyor, kadınları eğitiyor, bu arada da kirasını ödemek zorunda ve bağış yaratabilen yapısı da yok. Biz oraya böyle bir katkıda bulunduk.
AKP'nin kadın politikası yok
Kadınlar için fırsat eşitliği yaratılmasında AKP hükümetinin politikalarını nasıl buluyorsunuz?
Bence AKP'nin burada hiçbir politikası yok. Ben bunu görmedim, duymadım.
Esasen en çok duymak istediğimiz şeylerden biri. Bu hükümet AB istedi diye yapıyor demek istemiyorum ama AB projesine girdiysek kadın politikası olmamasının anlaşılır hiçbir yanı yok. Kadından sorumlu Devlet Bakanı var ama bu bir politika olması demek değil.
Kadından sorumlu Devlet Bakanı sizce ne kadar aktif, etkili?
Tabii yeni geldi Nimet hanım. (Nimet Çubukçu) hiç tanışmadım, bilmiyorum. Daha önceki bakan (Güldal Akşit) genelde açıktı diyaloğa, çok rahat görüşebiliyorduk. Ama hep bize sürekli kaynak sıkıntısından bahsediyordu. Kadın Sorunları Genel Müdürlüğü diye bir yapı var ama bütçesi yoktu. Aslında parlamentodaki diğer bütün kadın üyelerin de buna karşı çıkması gerekiyor. Bu bir AKP sorunu değil ki, CHP'nin de kadın politikası için destek vermesi lazım.
Hükümetin nasıl bir kadın politikası olması gerekir?
En can alıcı yerden başlayalım.
Türkiye bugüne kadar kız çocuklarının eğitimine para harcamamış. Dip nokta eğitimden, her türlü noktaya gelebiliriz, kadınların parlamentoda temsiline, kadınların sosyal haklarına kadar.