Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin temelini oluşturan Ankara Anlaşması tam 50 yıl önce imzalandı. Brüksel'den Güven Özalp, gelinen aşamada Türkiye'nin AB üyeliği müzakerelerindeki durgunluğun sebeplerini irdeliyor.
Abone olAvrupa Birliği'yle ilişkilerde kötü gidişi, umduğunu bulamamayı vurgulamak ve çoğu zaman durumdan Avrupa kanadını sorumlu tutmak için sıkça kullanılan "50 yıldır AB kapısında bekliyoruz" söylemi artık sadece söylem olmaktan çıktı. Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin temelini oluşturan Ankara Anlaşması'nın imzalanışından bu yana tam 50 yıl geçti.
12 Eylül 1963'ten bu yana geçen 50 yıl sonunda çok farklı bir yerde olabilecek AB-Türkiye ilişkileri yine sürüncemede.
AB Komisyonu'nun ilk Başkanı Walter Hallstein belgenin imza töreninde "Türkiye, Avrupa'nın parçası" demişti. Aradan geçen 50 yılda AB kanadı bu vurguyu sıklıkla sorguladı ve çoğu zaman da sulandırmaya çalıştı.
Gelinen aşamada Türkiye'nin Avrupa'nın bir parçası olmayı gerçekten isteyip istemediği konusunda da ciddi soru işaretleri bulunuyor.
AB kapısında bekleme rekorunu yıllardır elinde bulunduran Türkiye, imzayı atarken sürecin bu kadar uzun sürebileceğini muhtemelen tahmin etmemişti. Yolda yapılan bazı yanlış manevralar ve zamanla AB'de Türkiye'ye karşı olumsuzlaşan hava ilişkiyi bugünkü haline büründürdü.
Her iki taraf birbirine çok sıkı ekonomik ve ticari bağlarla bağlı olsa da siyasi düzeyde frekanslar 50 yıldır birbirine tam uyumlu hale getirilemedi. Çıkıştan çok inişin, teşvikten çok engellemenin, uzlaşıdan çok tartışmanın hâkim olduğu ilişkilerde her şeyden çok yeni bir ivmeye ihtiyaç var.
AB 'stratejik hedef' mi?
Stratejik hedef olarak AB üyeliğini belirlese de, zaman zaman bu tercihin sadece kağıt üstünde geçerli olduğu algısı yaratan adımlar atan Türkiye'nin, süreci tekrar öncelikli gündem maddesi haline getirmesi hayati önem taşıyor.
'AB hedefi' ön planda tutulduğunda Türkiye'nin ne tür adımlar atabildiğini ve toplumsal ilerleme açısından ne tür kazanımlar elde edebildiğini görebilmek için sadece 8-10 yıl geriye bakmak bile yeterli.
Hem yönetim kademesinde hem de sıradan vatandaşta net bir 'AB bıkkınlığı' söz konusu olsa da, bu durumu tersine çevirmek hükümetin elinde.
Ankara'nın kararlılığını koruması ve dirençli bir yaklaşımla kendi üzerine düşenleri yapması halinde AB'nin olumsuz manevra alanı daralabilir ve Brüksel'de Ankara'ya 'etkili destek' artabilir.
Gelinen aşamadaki tabloya bakıldığında ne Ankara'nın ne de Brüksel'in üzerine düşenleri yaptığı görülüyor.
Gezi olayları İlerleme Raporu'na yansıyacak
İlişkileri oldukça sıcak bir dönem bekliyor. Ekim ortasında yayımlanacak olan İlerleme Raporu yine Ankara'yı oldukça rahatsız edecek unsurlar içeriyor.
Bu rapor sonrasında, AB'nin resmen açmamasına karşın Türkiye'nin 'açılmış varsaydığı' 22 numaralı başlık için nihai değerlendirme yapılacak. Gezi olaylarının bastırılma şekli nedeniyle Almanya'nın tavır değiştirmesi bu konuda krize neden olmuştu.
22 numaralı başlık konusundaki değerlendirmenin sonunda hükümetlerarası konferansın toplanıp toplanmayacağına karar verilecek. Şu aşamada başlıkla ilgili ortamın 'sütliman' olduğunu söylemek pek mümkün değil.
Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin ilişkilere vurduğu darbelerin etkilerini sileceği düşünülen Fransa lideri François Hollande'ın beklenen ve umulandan çok daha yavaş ve isteksiz hareket etmesi de Türkiye açısından sorun yaratmayı sürdürüyor.
Kapalı kapılar ardında Paris'in serbest bırakacağı başlıklara karşılık olarak 'Ermeni soykırımı' iddialarının kaynağı olan 1915 olayları konusunda adım beklentisi içinde olduğunu hissettiren girişimlerde bulunması da 'güvenilen dağlara kar yağma olasılığını' artırıyor.
Türkiye'nin neredeyse üyelik hedefinin bile önüne geçirdiği Türk vatandaşlarına yönelik vize muafiyeti konusunda da Ankara ve Brüksel hâlâ aynı telden çalmayı beceremiyor. Bu konuda ilerleme sağlanamamasının sorumluluğu ise büyük ölçüde Türkiye'de.
2014 ilişkiler açısından riskli
2014'ün her iki taraf için de seçim yılı olması ilişkilerin geleceği açısından tabloyu daha da olumsuzlaştıran bir etki yaratma potansiyeli taşıyor.
Türkiye'deki seçimler nedeniyle Ankara'nın AB sürecini yine geri planda bırakma riski oldukça yüksek. Mayıs sonunda yapılacak Avrupa seçimleri de ilişkilerin yönünü olumsuz anlamda değiştirme potansiyeli taşıyor.
Sürecin değil bir 50 yılı daha, aynı nitelikte 10 yılı bile kaldıracak halinin kalmaması Ankara-Brüksel hattında ilişkileri kozmetik anlamda değil, gerçek anlamda rayında tutup ilerletecek karşılıklı, somut ve ivedi hamlelerin yapılmasını gerekli kılıyor.