Tarihi bir belgenin son tanıkları, yani Kur-an'ı Kerim'i yakanlar bu dehşet olayını ilk kez Tempo'ya anlattı
Abone olTarih 21 Şubat 1925. TBMM'de Diyanet İşleri Riyaseti'nin (Teşkilatı) bütçe müzakereleri yapılır. Eskişehir mebusu Abdullah Azmi Efendi, Diyanet Teşkilatı'nın diğer kurumlarla ahenk içinde çalışması gerektiğini belirterek, sözü Kuran tercümelerine getirir. 50 mebusun imzasıyla verilen önergeyle Kuran-ı Kerim'in tercüme ve tefsiri için bütçeye 20 bin liralık tahsisat konulur. Ama tercümeyi kimin yapacağı konusu belirsizdir. Meclis'te bu tartışmalar yaşanırken, İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmed Akif Ersoy, Abbas Halim Paşa'nın davetlisi olarak Mısır'da bulunuyordu. 1923 ve 1924 kışını Mısır'da geçiren Mehmed Akif , önergenin kabulünden birkaç ay sonra İstanbul'da gelir. Diyanet İşleri Riyaseti (Teşkilatı) adına Ahmed Hamdi Aksekili tercümenin Mehmed Akif'e yaptırılması için harekete geçer. Fakat Akif her seferinde Aksekili'ye ret yanıtını verir. Tercüme için Mehmed Akif'in düşünülmesinin nedeni şudur: Kuran'ı tercüme edebilmek için çok iyi derecede Arapça ve Türkçe bilmek gerekiyordu. Akif'in her iki dile olan muvaffakiyeti dillere destandı. Ayrıca Fransızca ve Farsçayı da iyi biliyordu. Kimilerine göre Kuran tercümesi için Atatürk, Akif'e ricada bulunmuştu. Ama Atatürk'ün böyle bir ricada bulunup bulunmadığına dair bir bilgi ve belge yok. Ancak Aksekili'nin araya birçok kişi koyduğu biliniyor. Bunlardan biri de Akif'in çok yakın dostu, ünlü 'Sebilürreşad' mecmuasının sahibi Eşreb Edib Bey. Ancak Akif'i ikna etmek zordur. Akif, 'Hacı Baba' diye hitap ettiği en yakın dostu Babanzade Ahmed Naim devreye girince Elmalılı Hamdi Yazır'ın "Sen yoksan ben de yokum" sözleri üzerine ikna olur. 1925'te Mehmed Akif biraz da 'gönüllü sürgün' olarak gittiği Mısır'da tercüme çalışmalarına başlar. Mehmed Akif, Kuran tercümesini 1928 yılında bitirmesine rağmen Ankara' nın 'tercümeyi gönder' taleplerini geri çevirir. 1929 yılını tercümesini temize çekerek geçirir. Sonra ikinci kez düzeltmeler yapar. Bu düzeltmelerde Müderris Profesör İhsan Efendi'nin tefsir bilgisinden yararlanır. Bu düzeltmeler ve titizlik, yaptığı tercümenin Akif'in içine sinmediğini gösteriyor. Tercümeden duyduğu memnuniyetsizlik üzerine Akif, 1931'de Diyanet İşleri ile arasındaki mukaveleyi fesih kararı verir ve bir yıl sonra da aldığı avansı iade eder. Meali yazma işi Elmalılı Hamdi Yazır'a devir olur. Mehmed Akif, Kuran tercümesi için ara verdiği çalışmalarına geri döner. Aradan geçen altı yılın acısını çıkarmak için bütün mesaisini 'Safahat'ın 7. kitabı olan 'Gölgeler' ine verir. Bu eser 1933'te Mısır'da yayımlanır. Bu arada Türkiye'den gelen aracılara rağmen tercümeyi vermez. Akif, 1936'da İstanbul'a geldiğinde yanında Kuran'ın tercümesini getirmek yerine Mısır'da çok yakın ve güvendiği dostu, Ain Shams Üniversitesi'nde profesör olan Mehmed İhsan Efendi'ye emanet eder. Akif'in İstanbul'a gelmeden önce yakın dostu Yozgatlı İhsan Efendi'ye "Ben sağ olur da gelirsem, noksanlarını tamamlar, öyle basarız. Şayet ölür de gelemezsem bu eseri yakarsın" dediği belirtiliyor. Akif 27 Aralık 1936'da vefat edince Eşref Edip bu kez Yozgatlı İhsan Efendi'ye gider. Ancak İhsan Efendi'yi ikna edemez. Hatta Yapı Kredi Bankası'nın kurucusu Kazım Taşkent bir heyeti Mısır'a gönderir, istedikleri parayı vereceğini söyler ama heyet eli boş döner. Mehmed Akif'in yaptığı Kuran tercümesi konusu uzun yıllar boyunca muallakta kaldı. Kimilerine göre böyle bir tercüme Akif'in vasiyeti üzerine yok edildi, kimilerine göre birileri tarafından saklandı. Son derece spekülatif yaklaşımların malzemesi olan yakın tarihimizin bu çok önemli safhasına, tarihe tanıklık edenler vasıtasıyla açıklık getiriyoruz. Son birkaç yıl öncesine kadar beş kişinin arasında sır olan bu konu, iki yıl önce vefat eden Hikmet Yayınları'nın sahibi İsmail Hakkı Şengüler'in yazdığı Mehmed Akif Külliyatı'nın 10. cildinde gün ışığına çıktı.