Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalar sürerken Akil İnsanlar'dan Prof.Dr. Erol Göka "Türk tipi başkanlık sistemi"ni savundu ve gerekçelerini anlattı.
Abone ol11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlık sistemiyle ilgili "Türk Tipi Başkanlık olmamalı" sözlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan "bal gibi olur" açıklaması gelmişti. Tartışmaya Akil İnsanlar heyetinde yer alan Prof.Dr. Erol Göka da katıldı. Göka "Sayın Abdullah Gül’e olan saygım ve sevgim, tartışılmayacak kadar ayan beyandır" dedikten sonra Türk Tipi Başkanlık sistemini " “Türk tipi” demekten vazgeçmemeliyiz" diyerek savundu.
Yeni Şafak'taki yazısında Erol Göka, tarihsel ve kültürel olarak Türk tipi başkanlık sisteminin Türkiye için uygun olacağını söylerken, "liderliğe ve devlete yapılan bu güçlü olumlu atıflar, demokrasiye hiçbir şekilde engel değil. Toplumumuz, demokrasiye, çoğulculuğa ve katılımcılığa ne kadar yatkın olduğunu tüm dünyaya kanıtladı" dedi.
İşte Göka'nın o yazısı:
“Türk tipi başkanlık sistemi” kavramının bence yegâne sakıncası, “Türk” sözünün 1924 Anayasası’ndaki manasının daralmasından kaynaklanıyor. 1924 Anayasası’nın 88. Maddesi, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur. [...] Türklük sıfatı kanunen muayyen olan ahvalde izae edilir” diye yazar. Maalesef sonraki zaman boyunca, vesayet düzeninin kimlikleri bastırıcı anlayışının ve icraatlarının tabii bir neticesi olarak “Türk” sözü geniş hukuki manasından çıkmış, dar etnik bir kapsamda anlaşılır olmuştur. “Türk tipi başkanlık sistemi” dediğimde, başka etnisitelerden insanımızı incitir miyim diye bir miktar tereddüt etmem, yalnızca bu nedenledir. Eğer bu kavramsallaştırma, sistemimizin yerliliğine ve bize özgülüğüne vurgu yapıyorsa, ki yapıyor, kullanmakta bir an bile duraksamam. Şüphesiz evrensel ve küresel olanla hep rabıta halinde olacağız ama demokrasimiz de sistemimiz de bize has bir unsur taşıyacak. Tıpkı turkuazın en nihayetinde bir renk olması ama bizi hatırlatması gibi sistemimiz de bizim boyamızla boyanacak.
“Türk tipi başkanlık sistemi” sözünü pejoratif bir manada ilk olarak görevini bırakmadan hemen önce, sabık TÜSİAD Başkanı kullanmış, biz de o zata karşı bu başlığı taşıyan bir yazı yazmıştık. Uzun zamandır “Türk tipi” sözünü gözden düşürme gayretlerinin getirisinden faydalanmak için “Türk tipi başkanlık sistemi” denmişti. Bu ifadeyle zımnen, “(ABD tipi) başkanlık sisteminin kendisiyle değil derdimiz ama Türkler her şeyi yaptıkları gibi bunu da kendilerine benzetirler” demek istediklerini vurgulamıştık.
Gerek Cumhurbaşkanımız, gerek bizim gibi düşünenler, sadece “bize özgü” olan yanı belirtebilmek için “Türk tipi başkanlık sistemi” kavramsallaştırmasına başvuruyoruz. Lakin bazıları, “Türk tipi” lafzının ilavesiyle ABD’deki mükemmel (!) sistemin bozulacağını, bir “tek adam sistemi bir diktatörlük kurulacağını ima ediyorlar. Onlara göre Türklerden iyi bir şey, hele hele demokratik bir sistem asla sadır olmaz.
Geçenlerde medyada önceki Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül ile ilgili şöyle bir haber yer aldı: “Başkanlık sistemi ile ilgili fikirlerinin sorulması üzerine Gül, ‘Benim bu konudaki fikirlerim biliniyor. Bu konuların bilinerek tartışılması çok önemli... Nasıl bir başkanlık? Çok önemli. Türk tipi bir parlamenter sistem yaşadık ve bunun sıkıntılarını gördük. Türk tipi bir başkanlık sistemi olmaması gerekir. Bir başkanlık sistemi olacaksa ABD’de olduğu gibi gerçekten kuvvetler ayrılığının açık seçik sarih bir şekilde yazıldığı, her şeyin çok iyi tarif edildiği gelişmiş demokrasilerde hukukun üstünlüğüne dayalı şekilde olursa şüphesiz o da demokratik bir sistemdir’ şeklinde konuştu.”
Hemen söylemeliyim, Sayın Abdullah Gül’e olan saygım ve sevgim, tartışılmayacak kadar ayan beyandır. Kendilerinin bu ifadesindeki “Türk tipi” sözüyle Haluk Dinçer’in aynı sözü kullanmasının asla benzer amaçlar taşımadığından da çok eminim. Ne ki “Türk tipi” sözünün menfi bir manayı çağrıştıracak şekilde kullanılmasından da rahatsız olduğumu belirtmeliyim.
“Türk tipi başkanlık sistemi” elbette tam da Sayın Gül’ün saydığı kuvvetler ayrılığının, hukukun üstünlüğünün ilkelerini haiz, her şeyin çok iyi tarif edildiği bir demokratik sistem olmalıdır, olacaktır. Ama ne kadar demokratik olursa olsun biz yine de ona “Türk tipi” demekten vazgeçmemeliyiz. Vazgeçmemeliyiz çünkü her toplumsalın kendine özgü koşulları, bu koşullarda en iyi işleyecek farklı bir sistemi olacaktır. Bu yüzden tüm dünyada ABD’deki başkanlık sisteminin tıpkısının aynısını uygulayan tek bir ülke daha yoktur. Bize düşen kendimize en uygun, bizim şartlarımızda en iyi biçimde işleyecek sistemin ne olduğunu tartışmak ve tespit etmektir.
Türklerin tarihsel ve toplumsal psikolojisini ortaya koymaya çalışmalarımın neticesinde yazdığım kitaplardan “Yedi Düvele Karşı”, “Türklerde liderlik” ile ilgili. Türklerde liderliğin ana görünümleri, bu makama atfedilen “uhrevi” nitelikten kaynaklanıyor. Türklerin eski inançlarından köken alan liderliğe, yönetim katlarına ve devlete uhrevi bakışları ve kutsiyet atfetmeleri, bugüne kadar ve bugün de şöyle veya böyle etkilerini sürdürmeye devam ediyor. Kendimize özgü bir sistemin nasıl olması gerektiğini tartışırken, toplumumuzun bu özelliği mutlaka hesaba katılmak zorunda...
Sakın yanlış anlaşılmasın, liderliğe ve devlete yapılan bu güçlü olumlu atıflar, demokrasiye hiçbir şekilde engel değil. Toplumumuz, demokrasiye, çoğulculuğa ve katılımcılığa ne kadar yatkın olduğunu tüm dünyaya kanıtladı. Kaldı ki, yönetim kültürümüz sadece lider ve devlet vurgusuyla bilinmiyor; güçlü bir “kurultay” geleneğimiz de var. Bu sayede Kâtip Çelebi, 17 yy.da “hikmet-i temeddün”den bahsetti. Türklerin tarihsel psikolojilerinin bir başka özelliği, uygarlıklara karşı oldukça açık bir hoşgörü kültürüne ve devlet yönetimi konusunda esnek tekniklere de sahip olmaları.
Velhasıl, havanda su dövmek yerine, toplumumuzun özelliklerine en uygun sistemin ne olduğu tartışmasına başlamak durumundayız. Siyasetçileri sıkboğaz etmek yerine bunu öncelikle aydınların yapması gerekiyor. “Aydınlar” dedim diye neden gülümsediniz öyle?