DTP'nin kapatılması sonrası kim ne dedi? Yazarlar içinde en sert tepki Ahmet Altan'dan geldi.
Abone olAnayasa Mahkemesi'nin DTP hakkında verdiği kapatma kararı, ulusal basında geniş yankı buldu. Hemen hemen bütün yazarlar köşelerini bugün bu meseleye ayırdı. En sert tepkiyi koyan ise Taraf Gazetesi'nden Ahmet Altan oldu. İşte yazarların analizleri:
AHMET ALTAN (TARAF): Kara cuma...
Bir hükümle bir ülkeyi paramparça ettiler.
Ve, bunu yapmak için öylesine aceleciler ki "gerekçesi yazılmadan karar açıklanmaz" diyen anayasayı da çiğnediler.
Anayasayı çiğneyen bir Anayasa Mahkemesi'ne mi güveneceğiz?
Kürtleri siyasetten attılar.
Nereye gidecek Kürtler, kime güvenecek?
Yıllarca ezdiniz bu insanları, yıllarca işkencelerden geçirdiniz, sokaklarda vurdunuz, köylerini yaktınız, evlerini tarumar ettiniz, dillerini yasakladınız.
Yetmedi mi?
Şimdi de siyasetten çıkartıyorsunuz.
Ahmet Türk olmasın ki "barışı "destekleyen inandırıcı bir yüz de kaybolsun siyasetten.
Anayasası bir "darbe anayasası "olan bir ülkede Anayasa Mahkemesi'nden ne beklenir ki zaten?
Barış umutlarını ezip geçtiler.
DTP'yi mahkûm etmediler yalnızca, bu ülkeyi mahkûm ettiler.
Acıya, yoksulluğa, düşmanlığa, güvensizliğe mahkûm ettiler.
PKK boşuna acele etmiş barışı torpillemek için, biraz bekleseymiş zaten birileri bu işi onlardan çok daha iyi yapacakmış Ankara'da.
Bize ümit haram.
Bize hayal haram.
Bize barış haram.
Hangi Kürt genci bir daha bu ülkeye güvenir?
Hangi Kürt insanı bir daha adalete güvenir?
Her şeyin bir kandırmaca, bir yalan, bir aldatmaca olduğunu düşünmez mi?
Böyle düşünmekte haklı olmaz mı?
Barışın, huzurun, mutluluğun kıyısına kadar gelmiştik, parmaklarımızla dokunabilmiştik bir umuda.
Siyasetten, adaletten umudunu kesen Kürt gençleri ne yapacak şimdi?
Onlar akın akın dağa giderse bundan kim sorumlu olacak?
Kim onları, Türkiye'de adaletin onların hakkını da gözettiğine inandıracak, kim onlara güven verecek?
Türk olmak bu mu?
Türk olmak, kendi hukukuna uymamak, kendi vatandaşlarını sahipsiz bırakmak, kendi ülkeni silahların egemenliğine terk etmek mi?
Eğer Türklük buysa ben böyle Türklükten utanıyorum.
Anayasa Mahkemesi "oybirliğiyle" karar vermiş.
Mahkeme değil kararı veren, oradaki "Türk" yargıçlar.
Türk yargıçlar, Kürtleri siyasetten attılar, bütün Kürtler bunu böyle görecek.
Haksızlar mı böyle görmekte?
"Ben Kürdüm" diyen bir yargıç var mı Anayasa Mahkemesi'nde, aralarında bir tane bile "ben Kürdüm" diyen bir üyenin olmadığı mahkeme, Kürtler hakkında adil bir karar verebilir mi?
Kürtler bu ülkenin vatandaşıysa, neden Anayasa Mahkemesi'nde "ben Kürdüm" diyen bir yargıç yok?
Kürtler bu ülkenin vatandaşı değil, zaten sorun da bu, Türkler bu ülkenin vatandaşı, Kürtler "hem Kürt hem vatandaş" olamıyorlar.
Öyle bir zorluyorlar ki o insanları, ya Kürtlükten vazgeçecekler ya vatandaşlıktan.
Kürtlükten vazgeçmezler.
Neden vazgeçsinler?
Türkler Türk olmaktan vazgeçmiyorsa Kürtler neden vazgeçsin?
O zaman onları vatandaşlıktan vazgeçmeye zorluyorsunuz, siz yapıyorsunuz bunu, siz bölüyorsunuz, siz onları dışlıyorsunuz, siz onlara "gidin" diyorsunuz.
Siyasetin yolunu kapatıyorsunuz, hukukun yolunu kapatıyorsunuz, dağdan başka bir yol bırakmıyorsunuz o insanların önünde.
"Ya benim dediğimi kabul eder Türk olursun ya da dağlarda ölürsün", söylediğiniz bu işte Kürtlere.
Sonra da neden dağa çıktılar diye bir de onlara kızıyorsunuz.
Kürtler isteklerini, taleplerini kime, nasıl, nerede anlatacaklar?
Nerede çıkacak onların sesi?
"Sesleri çıkmasın" diyorsunuz.
Bir halkı susturamazsınız, ne hakkınız, ne gücünüz var buna.
Barışı öldürüyorsunuz.
Bir Kürdüm ben bugün, içim ölü evi gibi, ümidim, hayalim, ışıksız odalar gibi kapkaranlık, oturacağım, direneceğim, önce kendi içimde bir mum yakacağım.
Titrek, küçük, zayıf bir ışık.
Ve sonra diğer ışıkları görmek için bekleyeceğim.
Her vicdanda bir ışık yanacak ve biz o küçücük titrek ışıklardan yeni bir aydınlık, yeni bir umut, yeni bir hayal yaratacağız.
Siz öldürdükçe biz yaşatacağız.
Ali Bulaç'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]ALİ BULAÇ (ZAMAN): DTP'den sonra
Anayasa Mahkemesi, davası iki senedir süren DTP'yi kapattı. Hem de 11 üyenin kararıyla. Kapatma kararına mesnet teşkil eden iddia "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki faaliyetlerin odağı" haline gelmesi.
Ancak kararın teşekkülünde "bölünme ve ayrılıkçılık"tan çok "parti ve yasak cezası alan siyasetçiler ile terör ve şiddet arasında kurulan ilişki"nin rol oynadığı anlaşılmaktadır. Mahkeme Başkanı, AK Parti'yle ilgili açıkladığı karar sonrasında, parti kapatmalarına siyasetçilerin son vermesi gerektiğini söylemişti. Bu açıklamasında DTP'yi "terör ve şiddet" dolayısıyla bu çağrının dışında tuttuğunu belirtti.
Kararın hukuki yönü üzerinde konuşmanın bir yararı yok. Ama kararın "siyasi yönü" görmezlikten gelinemez. Hemen ilk akla gelen sorular şunlar: Kürt sorunu çerçevesinde yürütülen siyasetin geleceği ne olacak? Bütün inisiyatif PKK'nın mı eline geçecek? Sorunun siyasetini yapanlar TBMM'de temsil edilmeyecekler mi? Partileri kapatılan DTP'liler sine-i millete döner mi?
İlk açıklamasında Ahmet Türk, önceden aldıkları kararların arkasında durduklarını belirtti. Şu var ki, sine-i millete dönülse de, dönülmese de bundan sonraki süreçte Kürt siyasetinde kullanılan dil ve takip edilen yöntem bugünküyle aynı olmayacaktır. Şahinler, kapatma kararını öne sürüp çok daha sert, radikal ve diyaloğa kapalı yol takip edecekler, bu onların eline önemli bir fırsat verdi. "Taban dağa çıkmamızı istiyor" diyen bir siyasetçiye herhangi bir ceza gelmezken, başından beri yumuşak üslubu, diyaloğa açık tutumu ile her aşamada çözümün adresini gösteren Ahmet Türk ve "Kürt sorunu üzerinde dururken Türkleri de anlamamız, onların bölünme korkusunu göz önüne almamız gerekir" diyen Aysel Tuğluk'un ağır bir biçimde cezalandırılmaları çok anlamlı oldu.
Ahmet Türk'ün konuşmak ve diyalog kurmak üzere en uygun isim olduğunu, kapatma kararından hemen sonra yaptığı açıklamadan bir kere daha anlamış olduk. Ahmet Türk, "Umutsuzluk derinleşmemeli, sorun parti kapatmakla çözülmez" dedi ve geleceğe ilişkin kanuni siyasete işaret etti.
Türkiye'nin yürüttüğü demokratik açılımın nasıl bir mecrada seyredeceği, biraz da partileri kapatılan DTP'lilerin takınacağı tutuma bağlıdır. Hiç kuşkusuz birçok kişi DTP'nin kapatılmasını istiyor, bekliyordu. Çünkü buna, demokratik açılımı tıkayacak bir faktör gözüyle bakılıyor. Durup dururken, en tepede görev yapan bazı siyasi zatların İspanya Batasuna davasını hatırlatmaları boşuna değildi.
Öyle de olsa, ben akl-ı selimin, sağduyunun, yani "Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk çizgisi"nin öne çıkacağını sanıyorum. Türkiye, bölge ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden Kürt aydınları ve siyasetçileri, büyük devletlerin, şiddet ve terörü uluslararası güvenlik sistemini manipüle etmek amacıyla başvurdukları bir enstrüman olmaktan çıkardıklarını; Türkiye toplumunun genelinde şiddet ve teröre karşı derin bir nefretin oluştuğunu; şiddetin Kürtleri psiko-sosyal olarak diğer etnik gruplardan ayrıştırma gibi bir tehlike doğurduğunu ve en önemlisi Kürtlerin kendilerinin de "silahlı mücadele"ye artık işe yarar, sonuç getirici gözle bakmayı bir kenara bıraktıklarını görebiliyor.
Şiddet, silahlı mücadele, "düşük yoğunluklu savaş" vb. enstrümanlar Kürt sorununu daha çok ağırlaştırıyor. Kürt halkının kendisi de yoruldu; bölgenin sadece iktisadi değil, beşeri coğrafyası da derin bir sarsıntı geçirmiş bulunuyor. Kısaca hem ülkenin geneli ve devlet, hem de Kürtler açısından daha çok sürdürülebilir bir durum mevcut değil. Mevcut tutumun devam etmesi demek bir 50 bin insanın daha hayatını kaybetmesi, bir 300 milyar doların daha havaya uçması ve sivil siyaset üzerinde siyaset dışı güçlerin vesayet iddialarının devam etmesi anlamına gelecektir.
Çözüm, diyalog, karşılıklı anlama süreci, birlikte yaşama arzusunun takviye edilmesi, demokratik siyasetin önünün açık tutulması ve bugüne kadar yapılan hataların gözden geçirilerek başlatılmış olan demokratik açılıma devam edilmesidir.
Rasim Ozan Kütahyalı'nın yorumu sonraki sayfada
RASİM OZAN KÜTAHYALI (TARAF): Evet, İsyan...
İsyan... İsyan... İsyan... Evet, isyan...
Gırtlağımda bu kelime düğümleniyor...
Buna dayanamıyorum...
Dişlerimi sıkıyorum... Sıkılmış yumruğumu ısırıyorum...
Tokat'ta alçakça katledilen Cengiz Sarıbaş'ın annesini izliyorum ekranda...
Gülyaz anne, bir AK Parti yetkilisine "Bir oğlum var. Gerekirse o da şehit olur. Ama Başbakan bu açılımdan vazgeçsin" diyor... "Oğlum şehitlik makamına ulaştı. Bu bize gurur veriyor" diyor...
Katledilen askerimizin tüm kadın akrabaları gibi o da başörtülü... Derin Anadolu'nun mümin, mütevekkil ve yoksul kadınlarından Gülyaz anne...
Katledilen yedi askerimizin de ailesi öyleler...
Anneler "Oğlumun mekânı cennet oldu. Şehadet makamına ulaştı" diyerek acılarını dindirmeye çalışıyorlar... Babalar "Vatan sağolsun" diyorlar...
Derin Anadolu'nun insanları imanlarıyla...
O imanlarından kaynaklanan tevekkülleriyle...
O tevekküllerinden kaynaklanan metanetleriyle bu ölümleri karşılıyorlar...
Benimse içim Derin Anadolu'nun bu manevi duygularını alenen istismar eden Türk devlet zihniyetine isyan duygularıyla doluyor...
Şehit diye adlandırdığımız askerlerimizin başörtülü eşlerini orduevlerinin kapısından kovan o zihniyete isyan ediyorum...
Askerlerimizi ölmeye ve öldürmeye gönderirken, Derin Anadolu'nun dinîduygularını sömürmekten çekinmeyen ama iş subay alımlarına geldi mi Derin Anadolu'nun dindar çocuklarını dışlayan bu utanç verici zihniyete isyan ediyorum...
Herkese sormak istiyorum... Cengiz Sarıbaş subay olmak isteseydi ne olurdu? Katledilen diğer Derin Anadolu evlatları Onur Bozdemir subay olabilir miydi? Ya Ferit Demir, Yakup Mutlu, Fatih Yonca, Kemal Pide...
Ölmek ve öldürmekle görevli erler olarak "Peygamber Ocağı" belledikleri bir kuruma dahil oluyor bu yiğitler... Ordumuz öyle bir yer Derin Anadolu için... Anneleri, babaları oğullarını düğüne gönderir gibi gönderiyor askere...
"Mehmetçik" olacakları için... "Küçük Muhammed" olarak gerekirse "Şehitlik" makamına ulaşıp "Mekânları Cennet" olacağı için...
Çeyrek asırdır bu kirli ve çözümsüz savaşı Derin Anadolu'nun dinî değerlerini istismar ederek sürdürüyor Türk devlet zihniyeti... Bu dinî değerleri hayatında yaşamak isteyeni "ikinci sınıf yurttaş" ilan ediyor... İşte bu alçaklığa isyan ediyorum...
O sebeple "Askere gitmeyeceğim" diyorum...
Ayıptır diyorum... Yazıktır istismar edilen bu ailelere diyorum... Sabah-akşam "laiklik" diyen, benim de içinde büyüdüğüm toplumsal kesimlerin ikiyüzlülüğüne isyan ediyorum... Oğlunun askerlikten yırtması için her türlü taklayı atan ama kalemi eline aldı mı savaş kışkırtması yapmaktan utanmayan adamlara isyan ediyorum...
Kürt coğrafyasında epey iyi okunduğumu biliyorum... Beni okuyan tüm Kürt kardeşlerime sesleniyorum...
Gelin, hep birlikte isyan edelim... Tokat'taki katliam emrini verenlerin yanında olamazsınız hiçbiriniz... Bu alçaklığa ortak olamazsınız...
Bu sizlere yakışmaz...
Türk devlet zihniyetinin kalleşliklerine karşı çıkmak, çifte standartlarını sergilemek, nasıl Türkleri istismar ettiğini dürüstçe ortaya koymak, gerektiğinde TSK'ya meydan okumak önce bizim sorumluluğumuz... Bunu yeterince yüreklice yaptığımızı düşünmüyor musunuz?
Gelin aynı şekilde PKK zihniyetinin kalleşliklerine de siz isyan edin... DTP'ye mesafeli Kürtlerden de önce DTP gençliği, DTP örgütleri bunu yapmalıdır... Kürt gençliği kendi içindeki Ergenekon zihniyetine isyan bayrağını açmalıdır...
Merak etmeyin kardeşlerim... Realiteleri kimse tasfiye edemez kolay kolay... Ancak böyle hareketlerle kendi kendilerini tasfiye edebilirler...
"Merkezden talimat almaksızın, kendi inisiyatifini kullanan", daha doğrusu böyle bir iddiada olan bir grup bu katliamı gerçekleştirdi...
O inisiyatif Kürt halkının özgürleşmesini isteyen bir inisiyatif değil kardeşlerim... O inisiyatif, barış sürecini durdurmak isteyen, Kürt coğrafyasında zulümlerin artmasını isteyen bir inisiyatiftir...
Kürt kimliğini imha etmek isteyen zihniyetle bu katliam emrini veren zihniyet müttefiktir...
Bu kötülük ittifakı bozulmak zorunda... Bu alçak ittifak kazanırsa hepimiz kaybederiz... Hep birlikte kaybederiz... Hepimiz içinden geldiğimiz kesimin bağrındaki kalleşliklere isyan etmeliyiz kardeşlerim... Türkler PKK'ya, Kürtler TSK'ya isyan etmiş ne anlamı var...
Evet, İsyan... Ahlak için, Erdem için, Hayat için, Özgürlük için... Onurlu bir barış için... Türkler ve Kürtler hep birlikte... Evet, İsyan...
Not: DTP kapatıldı. Tokat katliamını yapan zihniyet ile DTP'yi kapatan zihniyet müttefiktir...
Bu alçak ittifak kazanamayacak...
Hasan Cemal'in yorumu sonraki sayfada
HASAN CEMAL (MİLLİYET): Parti kapatarak barış yolu açılmaz!
Türkiye, 12 Eylül askeri yönetimini yaşıyordu. 1983 başları olmalı.
Cumhuriyet’te Genel Yayın Yönetmeni’ydim. Başyazarımız Nadir Nadi‘nin bir yazısından dolayı gazete kapatılmış, hakkında da sıkıyönetimde dava açılmıştı.
Yazı yirmi yıl öncesine aitti. 1960’da, 27 Mayıs askeri yönetimi sırasında yazmış ve yine yargılanmıştı.
Aynı yazıyı yirmi yıllık bir aradan sonra, yine bir darbe döneminde köşesine koyup da, yine mahkemeyi boylaması ve gazetesinin kapatılması üzerine şöyle yakınmıştı, yetmiş küsur yaşındaki Nadir Bey:
“Bu adam dünyaya boşuna mı geldi diyecekler.”
Nadir Nadi’nin bu cümlesi, Türkiye’de uzun yıllar siyaset izleyen ve yazanlar için bir alınyazısı olabilir mi, bilemiyorum.
Ama artık benim de ara sıra bu duyguya kapıldığım oluyor. Anlaşılan yıllar geçti, geçiyor.
N’apalım?..
Doğru bildiğimi yazmaya devam etmekten başka bir işim yok!
Demokratik açılım yolculuğu başlarken bir noktayı birden çok kez vurgulamıştık.
Uzun ince bir yolda zahmetli bir yolculuk olacak demiştik.
Provokasyonlara, sabotajlara hazırlıklı olmanın taşıdığı önemin altını çizmiştik. Tuzaklara karşı uyanık olmak gerektiğini söylemiştik.
Türkiye’yi barış ve gerçek demokrasiye taşıyacak böyle bir sürecin devam ettirilmesi için siyasal kararlılık, sabır ve zamana duyulan ihtiyacı özellikle belirtmiştik.
Bugün de aynı noktadayım.
Bu zahmetli yolculuk başlarken bir noktaya daha işaret edilmişti:
Siyaset kurumunda, özellikle muhalefet cephesinde, devletin içinde, PKK saflarında, Türklerin ve Kürtlerin içinde de ‘demokratik açılım’dan hiç hazzetmeyenlerin, hatta nefret edenlerin kumpaslarına karşı uyanık olmak...
Bu kumpaslar kuruluyor.
Bunlardan birini Tokat’ın Reşadiye ilçesinde yaşadık. Yedi askerin şehit olduğu kanlı saldırıyı PKK üstlendi.
Eğer Kandil, eğer İmralı, barış konusunda gerçekten samimiyse, ‘kendi inisyatifi’yle bu kanlı pusuyu atan o ‘PKK birimi’nin saldırısından duyduğu üzüntüyü açıkça bildirir, böyle bir saldırıyı herhangi bir belirsizliğe meydan vermeden kınar.
Ya da DTP yetkilileri, yedi askerin şehit olduğu bu PKK saldırısını sözcük oyunlarına yer vermeden apaçık protesto ederler.
Başka yolu yok, olamaz da.
Ben askere sıkılan kurşuna da karşıyım, askerin yoluna döşenen mayına da. Bunun gibi askeri operasyonlara da karşıyım.
Asker de ölmesin, PKK’lı da!
Parmaklar tetikten çekilsin!
Silahlar sussun!
Ölüm haberlerinin gelmediği bir ortamda gelin ‘barış’ı konuşalım, tartışalım açık yürekle ve uzun uzun...
Kaç aydır söylediğim bu.
Bugün de aynı görüşteyim.
İnsanların ölmesinden, kan ve gözyaşı akmasından daha akıllıca bir yol değil mi bu?..
Ama anlaşılan böyle düşünmeyenler var. Şiddet şiddeti getirsin istiyorlar. Veyahut barıştan korkuyorlar.
Yazık değil mi?
Tayyip Erdoğan hükümetinin ‘demokratik açılımı’, rahatça söyleyebilirim, Kürt sorunuyla ilgili olarak bugüne kadar atılmış en yürekli adımdır. Cumhuriyet tarihinde, çok partili demokrasi tarihimizde bir ilktir.
Evet, hükümetin hataları vardır. Açılımın eksikleri vardır. Ama bunlara rağmen çok önemli bir adımdır.
Böyle bir açılımı boşa çıkartmak, başarısızlığa uğratmak, yazın bir kenara, Türkiye’yi bir çok bakımdan istikrarsızlaştıracaktır.
Tekrar ediyorum:
Yazık olur, böylesine bir fırsatı kaçırmak... Çünkü bu bir ‘barış fırsatı’dır. Bunun alternatifi ise biraz daha kan ve gözyaşıdır.
Yeteri kadar akıtmadık mı?..
Olgunlaşamadık mı hâlâ?..
Barışı konuşamayacak mıyız?
Yoksa bizler de, bu dünyaya boşuna gelmiş bir nesil olarak mı geçeceğiz tarihe?..
* * *
Bu satırları yazdıktan sonra akşam vakti DTP‘nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına ilişkin karar açıklandı.
Yinelemek istiyorum.
Parti kapatarak, Türkiye’yi siyasal partiler mezarlığına dönüştürerek bu ülkede barış ve demokrasinin yolu açılamaz.
Gerçekten çok yazık.
Ancak, bu partiyi kapatan değirmene su taşınmasında DTP yetkililerinin sorumluluk, belki daha doğru deyişle sorumsuzluk payları çok büyüktür.
Acaba bu dünyaya boşuna mı geldim?..
Mehmet Barlas'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]
MEHMET BARLAS (SABAH): Başarı gibi başarısızlık da iktidardan sorulur
Çoban hesap verir
Özellikle siyasette iktidar sahibi olanlar için toplumun her kesiminde sayısız fahri danışmanlar bulunur.
Bunlar hemen her olay ve her durum hakkında tavsiyelerini seslendirirler.
Özellikle muhalefet kesimlerindeki danışmanlar, tavsiyelerini "Bu iş böyle yapılmaz" diye başlayan cümleler içinde sunarlar. Ama bu işin nasıl yapılacağını ve kendileri iktidarda olsalardı ne yapacaklarını pek söylemezler.
Medyadaki fahri danışmanlar ise bir gün önce önerdikleri çözümleri unutup, bir gün sonra bunların tam zıddı tavsiyeleri sunabilirler iktidarlara.
Hiç unutulmaması gereken gerçek ise ortadadır.
Aç kurtların parçalayıp yedikleri koyunların hesabı danışmanlardan değil çobandan sorulur.
İktidar olmak da böyle bir şeydir.
Bir girişimin veya bir açılımın başarısının da başarısızlığının da sahibi bunları başlatan iktidarlardır. "Muhalefet bizi engelledi" veya "Medya kamuoyunu yanlış şekillendirdi" benzeri mazeretler, iktidarın sorumluluğunu yok etmez.
Şu anda hepimizin kaderimizi etkileyecek ama çoğumuzun hiçbir etkimizin olamadığı gelişmeler karşısında, AK Partisi iktidarından kararlı ve toplumda güven duygusunu pekiştirecek adımlar bekliyoruz.
Paket değil süreç "
Kürt açılımı" olarak bilinen girişimin bir "Paket" değil bir "Süreç" olduğu defalarca vurgulandı.
Ama mesela şimdi bu süreçte "DTP kapatılsın" kararının alındığı bir noktadayız. İşin en dramatik yanı bu kararı iktidar değil Anayasa Mahkemesi verdi.
Kapatma istemli davada alınan karar "Kürt açılımı"nı olumsuz etkilerse, bunun sorumluluğu da Anayasa Mahkemesi'ne değil AK Parti iktidarına fatura edilecektir.
Mesela işler bu noktaya gelmeden parti kapatmaya ilişkin yasa maddeleri Venedik Kriterleri'ne uyumlu hale getirilseydi, bugün böyle bir konu gündemimizde olmayacaktı.
Demek istediğimiz şu.
Problemlerle dolu bir "Süreç" yaşanılacağı bilinirken, bu süreçte ileride girilebilecek darboğazlar listelenip bunlara dönük alternatif çözümler hesaplanmadan "Açılım"ı başlatmak, birilerine "Keşke bu soruna hiç dokunmasaydık" da dedirtebilir.
Ahmet Taşgetiren'in yorumu sonraki sayfada
[PAGE]AHMET TAŞGETİREN (BUGÜN): DTP için dönüm noktası
Bir seyahat sebebiyle yazıyı erken teslim etmem gerekiyordu. Ancak, karar hangi şekilde çıkarsa çıksın, söyleyeceklerim bu yazıya yazdıklarım olacaktı. Çünkü kapatma çıksa DTP gibi bir partinin yeniden kurulması zor olmayacaktı, kapatma olmadığı takdirde de, bu yazıda söyleyeceklerim değişmeyecekti.
Ne diyecektim?
"DTP bir dönüm noktasında" diyecektim.
Ve bunu, DTP cenahında toplananlara diyecektim.
Bir tür özeleştiri çağrısı olacaktı bu.
Tokat- Reşadiye saldırısını PKK'nın üstlenmesinden sonra, şu anda DTP herhalde, en sıkıntılı bir ruh hali içindedir.
Bir yanda 7 askerin katledilmesi, diğer yanda "PKK-Öcalan önderliği"ni savunma çizgisi.
Yasal bir partinin bunu sürdürmesi imkânsız.
Böyle bir çizgiyi savunan DTP'nin, etrafındaki savunma halkasını koruması imkânsız.
Dün medyada, provokasyon iddiasına inanmaya en yatkın olanlar bile, PKK'nın nasıl bir provokasyon aracı haline geldiğinin altını çiziyordu.
DTP adına yapılan açıklamalarda "kimden gelirse gelsin ölümlere karşı duruş" sergilenmek zorunda kalınmıştı.
Balçiçek Pamir'in programında Sırrı Sakık, Serap'ın vahşice yakıldığı sokak eylemlerini savunmakta zorlanmıştı.
Son süreçte aldığı tavırla, Doğu-Güneydoğu'da bir efsane gibi dolaşan Taraf gazetesinde Yasemin Çongar, "mazlumların zalimleşmesi"nden söz ediyor ve bu değerlendirmesiyle, kendisine karşı gelişen "30'uncu Kürt isyanı!"nı göğüslemeyi göze alıyordu.
Aynı gazetenin baş yazarı Ahmet Altan dün, tüm yazısını PKK'ya karşı döşenmişti.
Kandil'den mesajlar getirerek "açılım"a açılım kazandıran Hasan Cemal öfkeliydi.
"Açılım"da en heyecanlı kalemler, PKK vahşetinden sonra DTP'yi yeni bir değerlendirmeye çağırıyorlardı.
Evet, şu anda ne yapacak DTP?
Anayasa Mahkemesi'nin vereceği karar, bence ikinci planda kalacak.
Bir süredir medyaya, "Kürtler'in yüzde 80'i ne yapıyor" soruları yansıyor. Bu başlıkla bir yazıyı, Ümit Fırat'ın "DTP Kürtler'in ancak yüzde 20'sini temsil ediyor" sözlerinden yola çıkarak, çok önceleri ben yazmıştım. Dün bu soruyu Altan Tan "DTP'ye Kürt halkının yüzde 25'i oy vermiş. Peki diğer Kürtler nerede" diye ortaya koymuş.
DTP liderliği resmen çuvallıyor.
-DTP'de şahinler var, güvercinler var?
-DTP tabanına sahip olamıyor!
-PKK DTP'yi esir almış durumda!
-Ahmet Türk mü, Emine Ayna çizgisi mi?
-DTP'liler Öcalan'a mı bakıyor?
Şu yukarıdaki cümleler, son günlerde o kadar çok kuruluyor ki... Bunların tamamı, DTP liderliğinin çuvallamasının göstergesi...
Herkes, sergilenen çapaçulluğa bir mazeret üretmeye çabalıyor.
Çünkü ortada kirli işler dönüyor ve bu, DTP'nin yasal şemsiyesi altında dönüyor.
DTP'yi savunmak bütün bu kirli işleri savunmak anlamına geldiğinde etrafta DTP savunmasına yönelik tüm gardlar düşüyor.
-DTP Türkiye'nin bütünlüğünden yana mı?
-DTP bayrak konusunda ne düşünüyor?
-DTP İstiklal Marşı konusunda ne düşünüyor?
-DTP ölümlere karşı mı?
Tüm bu konularda bir söylemlere bakıyorsunuz bir de eylemlere... Birbirini tutmuyor. Bu durumda ortaya tabii ki bir "samimiyet" ve "inandırıcılık" sorunu çıkıyor.
Hadi DTP'yi "PKK terör örgütüdür" şeklinde konuşmaya zorlamayalım.
Peki DTP'nin bizzat kendisinin, PKK tarafından işlenen cinayetler karşısında, zorlanmadan, kendiliğinden tepki koymak gibi bir insani sorumluluk duyması gerekmez mi?
Bunca sokak terörü bu ülkede herhangi bir siyasi hareket açısından tepkiyi hak etmiyor mu? Yoksa bu terör, "Bu ortamda DTP kapatılırsa sokaklar daha çok karışır" söylemine haklılık kazandırmak için malzeme olabilmesi itibarıyla en azından suskunlukla, daha ötede sempatiyle mi karşılanmalı?
DTP, en azından bir samimiyet sorgulaması yapsa, şu anda "açılım"ı savunan kesimlerde bile nasıl bir tutukluk yaşandığını dikkate alır ve bunun sebepleri üzerinde düşünür. "Açılıma destek vermek yoksa DTP-PKK çizgisinin oyununa mı gelmek oluyor" kaygılarını anlar.
DTP bir "Kürt partisi" olmaya karar verdiyse, buradan "Türkiye bütünlüğü" mesajı çıkmaz. Bu, DTP karşısındakileri "Türk partisi" olmaya zorlar. Bu, savaşçı ortamın beslenmesinden başka bir sonuç doğurmaz.
Bence şu anda DTP liderliği, gerçekten bir siyasi liderlik sınavı veriyor. PKK ve Öcalan goygoyculuğu, liderlik değildir. Aksine, halk kitlelerini alıp, bu terör örgütünün kuyruğuna monte etme ameliyesidir. Ve hem bu işte rol alanların kendi kendilerine, hem de halka kötülüktür. Bana göre, böyle bir zor noktada "Biz bu işte yokuz" demek bile erdemdir.
Taha Akyol'un yorumu sonraki sayfada
TAHA AKYOL (MİLLİYET): Başka türlüsü mümkün müydü?
ANAYASA Mahkemesi, başka türlü karar verebilir miydi? Hayır veremezdi. Kararda hiçbir sürpriz yok. Benim için sürpriz olan tek husus, kararın haftaya kalmamış olmasıdır.
Mahkemeler, var olan hukuk kurallarını uygulamak zorundadır, başka türlüsü olamaz.
Kaldı ki bu konu, mesela “laiklik” gibi, otoriter ve liberal anlayışlara göre farklı yorumları olan bir kavram meselesi değildi.
Bir partinin terör ve şiddetle “ilişkili” olup olmadığını tespit etmek, yorum meselesi değildir, maddi meseledir.
Daha önce de yazmıştım, mesela terör örgütü ETA ile ilgili Bask partilerinin kapatılmasını AİHM şu gerekçelerle haklı bulmuştur:
- Bu partiler terör örgütü ETA’nın terörist stratejisinin araçlarıydı.
- Kapatma kararı uluslararası toplumun terörü suçlama iradesine uygundur.
- Bu partiler, toplumsal çatışma iklimini teşvik ederek ETA’nın terör stratejisine destek olmuşlardır.
- Bu partiler terörle ilişkisi açıkça bilinen kişileri yücelten propagandalar yapmıştır...
Kim çıkıp da DTP böyle değil diyebilirdi?!
Devlet hoşgörülü davrandı!
Aslında ‘devlet’in DTP’ye demokratik siyaset fırsatı vermek için belli bir hoşgörüyle davrandığını söylemek bile mümkündür:
- Başsavcı, son iki yıldır DTP’nin eylemleri için ek iddianame hazırlamamış, böylece DTP’nin şiddet siyasetine daha fazla bulaştığı son iki yıl, dava dosyasının dışında kalmıştır!
- Bu sayede, sadece iki DTP milletvekilinin vekilliği düşmüştür. Son iki yılın eylemleri için ek iddianame hazırlansaydı herhalde başta Emine Ayna ve başka isimlerin de vekilliği düşer, Meclis’te gurup kurmak imkânsızlaşırdı. Halbuki şimdi Ufuk Uras’ın katılımıyla, yeni partileri grup kurabilecektir.
- Nihayet Anayasa Mahkemesi de iki yıl süreyle dosyayı bekletmiş, adeta DTP’ye şans tanımıştır! Normalde bu tür partilerin davaları bir yılda sonuçlanıyordu.
- ‘Açılım’ sözü çıktığından bu yana askerin normal kontroller dışında büyük operasyonlar yapmadığını, eylül ayında Meclis’ten yetki çıktığı halde Kuzey Irak’a önemli bir sınır ötesi operasyon yapılmadığını da görmek gerekir.
Bütün bunların karşılığında, PKK ve onun yandaşı DTP, sokak eylemleriyle ve son Reşadiye katliamıyla açılımı ve demokratik siyaseti tıkadı.
Sağduyu zamanı
Bütün bunlardan hepimiz ders alarak şiddetten uzaklaşıp demokratik siyaseti geliştirmek için artık sağduyulu davranmalıyız.
- Evvela Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ın partilere yaptığı çağrıya, iktidar ve muhalefet diyaloğunun kurulmasına ve partiler rejimiyle ilgili Anayasa değişikliği yapılmasına dikkat edilmelidir.
- DTP çevresi de artık sağduyunun önemini anlamalıdır. Meclis’ten topluca çekilmek, sokak gösterilerini tahrik etmek, gerilimi daha da tırmandırmak gibi bir yola giderlerse, bundan herkes çok büyük zarar görür.
Güneydoğu’da özlemle beklenen ‘Açılım’dan ne kaldıysa o da çıkmaza girer!
Sağduyuyu güçlendirmek için, özellikle bölgedeki barolar, ticaret, sanayi, esnaf ve ziraat odaları; çeşitli sivil toplum kuruluşları süratle DTP milletvekillerine baskı yapmalıdır; Meclis’ten çekilmemeleri için... Meclis’te kalarak gerilimi düşürmek ve demokratik siyasetin önünü açmak için...
Dün Kanal D’de Mehmet Ali Birand’ın sorusu üzerine, Diyarbakır Baro Başkanı Av. Mehmet Emin Aktar bir çağrı yaptı, DTP’li vekillerin istifa etmemesini ve gerilimin düşürülmesini istedi; kendisini alkışlıyorum. Bu sesler artmalıdır.
Yine sağduyudan başka güvenebileceğimiz bir yol yok.
Can Dündar'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]CAN DÜNDAR (MİLLİYET): DTP’ye yeni isim önerisi: Malum parti
Nesin o yıl, “Marko Paşa” adlı bir mizah dergisi çıkardı.
İsmin altında şu ifade vardı:
“Ne gün fırsat bulursa o gün çıkar. Çıktığı gün saat 8 ile 9 arası satılır. 9’da toplatılır.”
Ancak hükümet, Marko Paşa’yı toplatmakla baş edemedi; sonunda kapattı.
Bunun üzerine Nesin dergiyi “Hür Marko Paşa” adıyla çıkardı.
Onu da kapattılar.
Nesin, ismi “Yedi Sekiz Paşa” yaptı.
Kapattılar.
Bunun üzerine “Malum Paşa” çıktı.
O da kapanınca Nesin noktayı koydu:
“Merhum Paşa...!”
* * *
Böyle başlayan demokrasi serüvenimiz 63 yıl sonra Nesinvari usullerle sürüyor:
DEP kapatılıyor, ÖZEP kuruluyor.
Sonra HADEP...
HADEP kapanınca DEHAP...
Sonra DTP...
Şimdi sıra “Malum Parti”de bence...
O da kapanırsa “Merhum Parti...”
“Çok partili demokrasi”den 63 yıl sonra bu kez “az partili demokrasi”ye geçiyoruz.
Tabelacılar kazanıyor.
Demokrasi kaybediyor.
* * *
Yargıçları suçlamak yersiz.
Dün “AKP’yi kapatmadılar” diye alkışlanan hâkimleri şimdi “DTP’yi kapattılar” diye yuhalamak insafsızlık olur.
Onlar, kapatma kararının PKK’nın ekmeğine yağ süreceğine, açılımın bu kararla hepten müsamereye döneceğine, Türkiye’nin dünya önünde hepten komik duruma düşeceğine, ılımlı isimlerin siyaseten yasaklanmasıyla meydanın hepten şahinlere terk edileceğine filan değil, önlerindeki dosyaya bakıyorlar.
Çözümün adresi olarak da siyaseti gösteriyorlar.
Adres doğru...
Siyaset anayasayı demokratikleştirse, Türkiye bir siyasi partiler mezarlığına dönmez, Anayasa Mahkemesi de partilerin mezarlık müdürlüğü gibi görülmezdi.
* * *
Yine Marko Paşa ile bitirelim:
Kapatılan dergilerin yeni isimlerle yeniden çıkması polisin sinirini bozmuş tabii...
Emniyet Müdürü Aziz Nesin’i makamına çağırıp hakaret etmiş, hatta tekme tokat girişmiş.
Ertesi sayıda Marko Paşa’da bir ilan yayımlanmış:
“İdaremizin 1948 yılı ihtiyacı için 1800 kızılcık sopası cinsinden odun alınacaktır. Taliplilerin, muhtelif boy ve numarada kızılcık sopalarıyla başvurmaları...
İmza: Emniyet Müdürü”
* * *
“İdaremiz” 60 yıl sonra hâlâ aynı ihtiyaç içinde...
Ama artık şunu biliyoruz:
Demokratik siyasetin önünü kapatmak, dağ yollarını açıyor. Hak arama mücadelesi de yasa dışı yollara sapıyor.
Demokratik reformlara acilen, inadına ve asıl şimdi ihtiyacımız var.
Yalçın Bayer'in yorumu sonraki sayfada
YALÇIN BAYER (HÜRRİYET): Hukuk vicdanı ama...
ANAYASA Mahkemesi, DTP’yi kapattı ve 2 parlamenterin milletvekilliğinin düşmesine karar verdi. Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç, kararı açıklarken; AİHM’nin İspanya ile ilgili ‘Batasuna’ kararına atıfta bulunarak, kanaatlerinin oluşmasında, -PKK şiddetinden soyutlanma konusunda, DTP’nin gösterdiği zaafın-, gerek Anayasa’nın 68 ve 69’ncu maddeleri ve gerekse de Siyasal Partiler Yasası’nın 101 ve 103’ncü maddelerinin doğrultusunda, ağırlıklı etki yaptıklarını belirtti.
Anayasa hukukçusu dostumuzla konuşurken, “Gerekçeli kararın henüz yayınlanmamakla beraber” diyor ve ekliyor: “Milletvekilliklerinin düşmesine karar verilen Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk hakkındaki kararın, siyasal yöntem olarak şiddet mefhumu ile ilişkilendirme bakımından, - mevcut (kamu oyuna intikal eden) veriler değerlendirilince - inandırıcı olmaktan uzak olduğu şüphesini nazarı itibare almak zorunluluğu bulunmaktadır.
Milletvekilliklerinin etkilenmemesi konusunda, mevcut karar, diğer DTP’li vekiller bakımından, kolay anlaşılamayacak (hangi delillerin değerlendirildiği bilinmemekle beraber) bir vicdani kanaati taşımakta...
Bu karardan siyaset yapma bakımından etkilenmeyen diğer DTP’li vekillerin, arşiv görüntülerinde, PKK ve İmralı konusunda sürekli bir dayatma içinde oldukları son derece net olarak müşahade edilebilir.
Her fırsatta ‘önder’ ve ‘gerilla’ laflarını siyasetlerine malzeme yapanların milletvekilliklerinin sürdürülmesi, bunun yanında, barış ve birlikte demokratik siyasete daha fazla vurgu yapmaya çalışanların parlamento dışına sürülerek yasaklanmasının, kararın gerekçesinde açıkça izah edilmesi gerekiyor.
Bu karar ile, parlamento geleneğimizde bölgeyi temsilen, ılımlı kişiliği ile denge unsuru olmaya çalışan Genel Başkan Ahmet Türk cezalandırılmış, fakat DTP’de -PKK’nın siyasi komiseri olarak- eşbaşkanlık yapan Emine Ayna’ya siyasete devam izni verilmiştir
Sonuç olarak, AKP ile ilgili laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olduğu’na dair kararından sonra DTP ile ilgili kararında da, Yüksek Mahkeme hukuk vicdanı bakımdan çok tartışılacak bir sonuca varmış bulunuyor.
VENEDİK KRİTERLERİ
(Avrupa Konseyi’ne ‘görüş’ bildiren Venedik Komisyonu kriterlerinde, ‘şiddet’ ve ‘baskı’ya dayanmayan eylemlerin parti kapatmaya neden olamayacağı belirtiliyor. Ama ortada bir Batasuna kararı da var... Bunun da dikkate alınması gerekiyor; (Haşim Kılıç bunu vurguladı) AİHM’nin son içtihadı da bu... Ayrıca şimdi önemli olan parti kapatmanın demokratik açılıma etkisi ve ayrıca Siyasi Partiler Yasası’nın hala çıkarılmamasına bakalım ne diyecek AB!..)
Hakan Albayrak'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]HAKAN ALBAYRAK (YENİ ŞAFAK) : Baykal-Bahçeli-Ayna üçlüsünün gözü aydın
Demokratik Toplum Partisi'nin kapatılması -hele böyle bir süreçte kapatılması- belki kanunla izah edilebilir, ama izan ve ferasetle izah edilemez.
Serap'ı yakanların, Reşadiye'de yedi askeri katledenlerin, demokratik açılım bitsin diye çırpınanların değirmenine su taşıyan bir karar…
DTP'de sağduyunun sesi ola gelen –veya olmaya çalışa gelen- Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un milletvekilliklerinin düşürülmesi de cabası.
Anayasa Mahkemesi demokratik açılıma ve Kürt siyasetinde sağduyuya kırmızı ışık, faşizan siyasete ve kaos tellallığına yeşil ışık yakmış bulunuyor.
Deniz Baykal-Devlet Bahçeli-Emine Ayna üçlüsü kına yaksın, gün onların günüdür.
Gün onların günüdür, ama geçmişe ait bir gündür.
Geleceğe adım atan Türkiye'de geçmişin bir izdüşümü…
Murat Yetkin'in yorumu sonraki sayfada
[PAGE]MURAT YETKİN (RADİKAL): DTP'nin kapatılması, muhtemel sonuçları
‘Hukukun yükünü mahkemeler çeker. Siyasetin yükünü de siyasetçilerin çekmesi lazım. Kimsenin mahkemelerden siyasi karar beklememesi lazım. Çağrımızı ne yazık ki siyasetçilere duyuramadık.’
Bu sözleri dün DTP’nin kapatıldığını ilan ettikten sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç söyledi.
Kılıç bu sözleriyle 30 Temmuz 2008 tarihinde AK Parti aleyhindeki kapatma davasının sonuçlandığını açıkladığında yaptığı çağrıya atıfta bulunuyordu.
Kılıç o zaman, Anayasa Mahkemesi’nin mevcut Anayasa ve yasalarla hareket ettiğini ve bu
mevzuatla parti kapatma sonuçlarının kaçınılmaz olacağını söylemiş, Meclis’e Anayasa ve yasaları değiştirme çağrısı yapmıştı.
Olmadı. Mevcut siyasi dengelerle olma ihtimali de yoktu zaten. Ancak AK Parti, örneğin CHP ve MHP’den bu yönde değişiklik onayı almış olsaydı ve değişiklik yapılabilmiş olsaydı dahi, DTP’nin dünkü kapatmadan kurtulması zordu.
İki nedenden dolayı. Birincisi teknik: DTP milletvekilleri 2007 seçimlerinde parti listelerinden değil, bağımsız seçildikleri için zaten Hazine’den yardım almıyorlardı. Dolayısıyla AK Parti’nin durumunda olduğu gibi suçlu bulunup, kapatılmaktan para cezasıyla kurtulmaları mümkün değildi.
Asıl neden şiddet
İkincisi ve asıl sorunlu olan neden; DTP’nin Avrupa Birliği’nde uygulanan mevcut mevzuata göre de muhtemelen kapatlmasına yol açacak, terör örgütüyle bağı ve şiddeti övme gerekçesidir.
DTP’nin dün 5 yıl boyunca siyasetten yasaklanıp milletvekilliği düşürülen Genel Başkanı Ahmet Türk, her ne kadar -en son önceki gece 32’nci Gün programında ‘Biz hep barıştan yana olduk’ dese de, DTP’nin PKK’nın bir yan kuruluşu, adeta PKK çizgisinde bir sivil toplum örgütü gibi çalıştığı kendilerince de yadsınan bir durum değil.
Bu özellik, DTP’yi Avrupa standartlarınca temel alınan Avrupa Konseyi’nin Venedik Kriterleri uyarınca da muhtemelen zorda bırakırdı. (Ankara’daki AB temsilcilerinin DTP yetkilileriyle buluşmalarında onlardan açıkça PKK’yı kınamalarını -boşuna-istemeleri biraz da bu yüzdendi.)
Zaten, Kılıç da dün çağrısını yinelerken şiddet övgüsü ve terörizmle bağlantı konusunu dışarıda bıraktı.
O konuda Batı hukukunda yerleşmiş bir anlayış var artık. Ahmet Türk’ün dediği doğru, parti kapatmakla Türkiye bir yere varamaz; ama siyasi partiyi, herhangi bir örgütten ayıran kriterleri de gözetmek gerekiyor.
Nitekim, İspanya’da ayrılıkçı Bask örgütü ETA ile benzer bağları nedeniyle Herri Batasuna partisi 2003’te ve sonra 2007’de kapatılırken, devamcısı partilerin de bir daha seçime -yerel seçimler dahil- girmemesi Yüksek Mahkeme kararına bağlanmış, Avrupa mevzuatına girmişti.
Bundan sonra ne olur?
Bundan sonra ne olur sorusunun asayiş yanına hiç girmeyelim. Türkiye zaten doğusundan batısına günlerdir PKK’nın şiddet dozu artan eylemleriyle çalkalanıyor. PKK’nın 7 Aralık’ta Tokat’ta kurduğu pusuyla 7 askeri şehit etmesiyle artan gerilimin başka boyuta bu karar nedeniyle sıçraması endişesi var. Ancak biz siyasi duruma bakalım.
Mahkeme kararıyla DTP’li iki vekilin (Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk) Meclis üyelikleri de düşürüldü. Bu durumda Meclis’te -20 sandalye alt sınırı olan- Grup kurma hakkını -hazırda bekletilen Barış ve Demokrasi Partisi’ne (BDP) topluca geçseler bile yitirmiş oluyorlar.
Ancak iş oraya kalmayabilir. Türk, dün karar ardından, kapatılma halinde topluca Meclis’i terk etme ve -sandalye boşalması nedeniyle zorunlu olacak- ara seçimlere katılmama yolundaki kararlarında bir değişiklik olmadığını söyledi.
Yine de asıl açıklama bugün yapılacağına göre, asıl kararı bugün beklemek gerekir.
Siyasette bir gün çok şey demektir; siyaset yasaklanmış halde yapılıyor olsa da.
DTP’nin kapatılması, Kürt açılımı sürecini de, parti kapatmalara karşı olduğunu söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ı da zorlayabilir.
Ancak Erdoğan, açılımı açıklarken de DTP’nin kapatılması talebiyle dava başlamış durumdaydı. Yani açılımın bir aşamasında, Anayasa’da bir değişiklik olmadığına göre, bu davanın sonuçlanacağı ve muhtemelen kapatma geleceği beklenmeliydi. Dolayısıyla şimdi sürecin yaşayacağı sıkıntıların yükü Anayasa Mahkemesi’ne atılamaz.
Yine de Türkiye, parti kapatıp, yenisiyle yola devam etme siyasi komedisine bir perde daha eklemiş oldu.
Ali Saydam'ın yorumu sonraki sayfada
ALİ SAYDAM (AKŞAM): Kapatmayı anlatmayı, algılatmayı başarmak gerek
İçeriğini, doğruluğunu yanlışlığını tartışmak benim haddimi aşar. İşin bir bölümü var ki o, tam da benim haddimin sınırları içindedir... O da bu kararın algılanmasının, sindirilmesinin yönetilmesidir... Toplum dinamikleri içinde sorunsuz bir şekilde eritilmesi, uluslararası platformlarda Türkiye'nin itibarının yerlerde sürünmesinin engellenmesi...
Bundan sonra mesele budur... Bu da, ilişki ve iletişim sorunudur... Burada bazı 'yazılı olmayan' kurallara dikkat çekmekte yarar var... Öte yandan 'dikkati' çekilmesi gereken 'unsurların' başında siyasi parti ve liderleri geliyor. Sonra tabii ki medya var sırada... Sonra bürokrasi... Nihayet STK'lar ve tabii akademik dünya... Ülkenin gelecek tasarımında bu 'kapatma' kararı bir tür kırılma noktası olacaksa; bu kırılma noktasının ülkenin kısmi de olsa hasar görmesine neden olmaması için özen göstermeleri gereken yukarıda sıraladığımız kişi, kurum ve kuruluşlar, sonradan 'nerede yanlış yaptık?' diye tepinmemek için ilişki ve iletişim kurallarına uymak durumundalar...
Nedir bu yazılı olmayan kurallar?
Bir: Kararın 11'e 0'la alınmış olması iyi bir şey midir? İyi bir şeydir... Ancak Anayasa Mahkemesi adına iyi bir şeydir... Sokaktaki adamın 'Bana ne Anayasa Mahkemesi'nden' dememesi için, kararın çok iyi anlatılması gerekir... Olay matematik bir sonuç değildir.
İki: Kamuoyu ve kamu vicdanı arasındaki fark adam gibi algılanmalı ve kamuoyu açısından yasalara saygı son derece doğal olmasına rağmen kamu vicdanı bu kararı kesinlikle kolay kolay hazmetmeyecektir... Kamu vicdanının hayatını kolaylaştırmak gerekir...
Üç: Tek başına ülkeyi yöneten AK Parti mensupları 'Parti kapatılması doğru bir şey değildir' diyorlar, doğru da söylüyorlar. Bu soyut hakikat gerçekliğin (realite) yanından bile geçmiyor. Hal böyleyken, durumu demokrasi havariliğine soyunmuş, aslında beşeri açıdan özürlü Batı'nın 'Tamam canım, bu sizin iç meselenizdir' diye 'geçiştireceğini', hiç sanmıyorum...
Dört: Kamu Diplomasisi (Public Diplomacy) denen aracın burada devreye girmesi şarttır. Yasa maddeleri okunarak, toplum huzurunu tesis etmek mümkün değildir... Ne yazık ki bu alanda Türkiye'de etkili bir birikim olduğunu söylemek, hiç de kolay değildir.
Beş: Kamu vicdanını kamuoyuna yaklaştırmanın tek yolu, bu durumdan siyasi çıkar sağlamaya çalışmamak, Genelkurmay Başkanı'nın uyardığı gibi olayı uzun bir dönemi kapsadığı izlenimi yaratılan 'asimetrik psikolojik harekat'ın daha da 'azgın' hale getirilmesi için bir fırsat olarak görmemek ve mümkün olduğu kadar birlik ve beraberlik duyarlılığını yaşamak ve yaşatmak; en azından bunu siyasi iletişim boyutunda hayata geçirmek, kritik başarı faktörü olarak ortaya çıkacaktır...