BIST 9.109
DOLAR 34,24
EURO 37,63
ALTIN 2.921,56

Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı’nın kısa hikayesi….

YÖK,Sanatçılar, YDS, Batı müziği vesayeti

      Batı müziği mensupları, yıllardır ülkemizde, çağdaşlık-ilericilik  adı altında, ne istedi/istiyordu? 

      Türk insanının anlayacağı, farklı ve geçerli  bir müzik  vardı da onu mu savunuyordu? Hayır.         Sadece, "Türk müziği miadını doldurmuştur, müzeliktir, eğitim kurumlarına alınmamalıdır, ses sistemleri - çalgı metotları yoktur. Türk Müziği Devlet Konservatuarı kurulmasın, kurulan da  kapatılsın, Türk müziği  yasaklansın, eğitilmesin, geliştirilmesin, biz batının çalgıları-ezgileri-bestecileri-orkestraları ile ülke müziğine egemen olalım" diyordu.

Peki bunu derken, hitap edecekleri Türk insanını; “sanattan yoksun, eğlence müziğini seven, konser dinlemeyi bilmeyen, çağdaş müzikten anlamayan bir kesim!” olarak görüyorlardı.

Türk insanının gönlünde, kalbinde, yanında, bebeklikten- gençliğine ve mezara  kadar kendisine eslik etmiş, Türk müziği ezgilerini, bestecilerini, aşıklarını  engellerken onların yerine, onlardan daha iyi ve geçerli bir müzikleri mi vardı? 

Var saydıkları elemanlar; Türk insanının yaşayışına-felsefesine-düşüncesine-duygularına hitap ediyor muydu? 
Hayır. 

Sadece "O’nlar olmasın" deniyordu. Şimdiki söylemle Türk müziği ile uğraşanları  “ötekileştiriyorlardı.” Bunları söylerken/uygularken  hazırlıklı mıydılar?

Kendilerine taraftar bulabileceklerine  inanıyorlar mıydı? 
Evet..

Peki, Nasıl? 

Elbette devlet desteği ile halka bu müziği sevdirecekler, köy çocuklarına; “keman çalmayı, tenis oynamayı, bale yapmayı öğreteceklerdi.” Çalgıları batılılar tarafından geliştirilmiş, çalgı metotları yazılmış, orkestralar kurulmuş, eserler bestelenmişti, kısaca her şey hazır, ama  ithaldi...

Türk müziğini bilmediklerinden, öğrenmek istemediklerinden, söyleyecek söz, yapacak iş olmadığından devamlı "Türk müziği geri müziktir, gelişmeyi önlüyor" diyorlardı. Ama çok hızlı çalıştılar. Adeta o müziği savunacak savaşçılar yetiştirdiler… Siyasileri de çok sesli müziğin “araç” değil “amaç” olduğuna, demokrasinin şartı olduğuna  inandırdılar. Okullar açıldı, özgün veya benzer besteler yapıldı, yabancı eserlere Türkçe sözler yazıldı, protokollerde hep aranılır oldular, batı müziği alanında virtüözlerimiz oldu, yurt dışında alkışlandılar, batılılar, kendi müziklerini sergileyen Türkleri ayakta alkışladılar, ödüller aldılar...Ama!..Ülke içinde kimseye yaptıklarını anlatamadılar...Türk insanına bu müziği sevdiremediler,onlara hitap edemediler...

         En kötüsü; ülkeye Türk Müziği-Batı Müziği ayrımcılığını/savaşını/vesayetini ve fanatizmini getirdiler...

Daha da kötüsü ve tehlikelisi, her çalışması ve kararı ile milli olan, ulu önder M.K. Atatürk’ü, müzikte taraf göstermeye çalıştılar, Türk müziğini Cumhuriyet/demokrasi  müziği değil diye gösterdiler...

         Siyasilerimiz de maalesef resimde, mimaride, heykelde v.b. ayrım yapmazken müzik alanında taraf oldular...Türk müziği sağın, batı müziği solun müziği olarak yerini aldı yıllarca... 

Müziğin evrensel olduğu, ancak, ülkelerin kendi iç dinamiklerine göre şekillendirilmesi gereği hep göz ardı edildi....

Ülkemizde çeşitlik olarak görülen; folklorik değerler, besteler, şarkılar birleştiricilik yerine ayrımcılık için kullanıldı....

        Ama tutmadı;

         İnsanlar yine horonlarla-barlarla-zeybeklerle-oyun havalarıyla-aşıklamalarla-bestelerle, Aşık Veysel’lerle, Emrah’larla, Selahattin İçli’lerle, Alaeddin Yavaşça’larla, Nida Tüfekçi’lerle yaşamaya devam ettiler.

         Aklıselim her müzik insanı tarafından bilinmektedir ki; “çok seslilik” bir amaç değil, “araç” tır. Ancak,  amaç haline getirilip, kutuplaşılınca, doğal olarak Türk Müziği uzun yıllar, akademik çalışmalardan uzak kaldı.

       Aslında Türk müziği; çağdaş yaşama inanan, ilime ve bilime aşina kadroların desteklediği, geçmişi/tarihi olan bir yapıydı...

        Türk müziğini de seven ve birlikte hareket ederek bir sonuca ulaşılacağına inanan ve  destekleyen, samimi batı müziği mensuplarının yardımıyla 1975 yılında İstanbul Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı kuruldu, alternatif politikalar geliştirildi, 1976 da eğitime başlandı. Devlet Koroları kuruldu. Bu çalışmalar zamanla ülke çapında yayılarak gelişim hızlandı.

         Konservatuarlarda Türk müziğinin eğitime alınması ile, ders programlarından ses sistemlerine, çalgı metotlarından öğretim tekniklerine kadar değişimler yaşanmaya başladı. Yüksek lisans ve sanatta yeterlik programları açıldı.

           Türk Müziği Devlet Konservatuarları’nın kurulması ile, her iki müzik alanı sanatçıları; paylaşıma, üretime, bilgi edinmeye, birbirlerine yardımcı olmaya  başlamışlardı. Bu, yıllar önce yapılması gereken, Önderimiz Atatürk’ün yol gösterdiği “kendi kültürünü dünya müziğinden faydalanarak geliştirmek” için önemli bir yoldu.

        Aslında, her iki müzik gurubunun da, birbirlerinden alacakları bilgiler vardı. Türkiye’de yaşayıp, Türk kültürünü çok zengin diyerek kabul edip, sadece müziğini dışlamak olumlu sonuçlar getirmemiştir. Şimdi dönelim kuruluş yıllarına;

1975 li yılları hatırlıyorum.,. Istanbul’da ilk defa lise ve  lisans eğitimi yapacak Istanbul Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı kurulmuştu. Bende ilk öğrencisi olmuştum. Binamız eski bir konaktı (Nişantaşı), iç düzenlemesi bitmişti, binanın dışında ustalar çalışıyor, biz de, değerli sanatçılar eşliğinde, içerde  ders yapıyorduk. Ne kadar heyecanlı ve güzel öğrencilik yıllarıydı. Hep duyduğumuz, sevdiğimiz, gönüllerimizde yeri olan değerli sanatçılarla birlikte olmak çok güzeldi. Nida-Neriman Tüfekçi, Bekir Sıtkı Sezgin, Naime Batanay, Tülun Korman, İnci Çayırlı, Arif Sağ, Yücel Paşmakçı, Şenel Önaldı, Tulin Yakarçelik, Demirhan Altuğ, Orhan Borar, Hurşit Ungay, Kani Karaca, Faruk Timurtaş, Binali Selman, Saadet Güldaş  v.b. sanatçılar özveri ile ders veriyorlardı. İki sene sonra, iktidar değişti ve konservatuardaki 20’yi aşkın sanatçının sözleşmesini feshetti. Batı müziği lobisi, yeni hükümetin kurulması ile yine kendine alan bulmuş, eski hastalıklar ortaya çıkmıştı.  Sebep; “konservatuarın ders programları ve metotları yokmuş” gibi çok saçma bir propagandaydı.. Aslında amaç, Türk müziği eğitimini engellemekti. Konservatuarda batı ve Türk müziği eğitiminin birlikte yapıldığından dahi haberleri yoktu. Neyse ki, 2-3 ay içinde yanlıştan dönüldü, yeni hükümetin kurulması ile sözleşmeler yenilendi ve mezunlarla Devlet Koroları, TRT, MEB kendi kültürünü ve batı tekniklerini bilen elemanlarla tanışma fırsatı oldu. Binanın alt katı adeta meşk odası gibiydi. Sazını alan aşağıya iniyor, birlikte çalıp söyleniyordu.. Aramızdan çok değerli akademisyenler, sanatçılar yetişti.

 1982 yılına gelindi, YÖK yasası ile bütün kurumlar üniversitelere bağlandı. Biz de İTÜ’ne bağlandık. Bu arada yeni birimler olduğu için, intibak sağlamak, kurulları oluşturmak, yüksek lisans-sanatta yeterlik açmak  amacı ile geçici maddeler çıkarılarak, sanatçılara “Y.Doç. Doç. Prof.” ünvanları verildi. Bazı sanatçılar başvuramadıkları için alamadılar. Sanki ülkemizde ilk defa bu uygulama yapılıyormuş gibi, basın ortalığı bir birine kattı, özellikle Türk müziği mensuplarını hedef göstererek bir gecelik prof.lar diye yayın yaptı. YÖK suçlandı. Türk müziği sanatçılarına verilmesi teklif edilen ünvanlar, bir derece aşağıya düşürüldü. Verilen ünvanları azlığı-çokluğu tartışılır, ancak; bu şekilde geçerli yönetmeliklere göre atamalar düzene girdi, sanat ve müzik kurullarda temsil edilmeye başlandı, yüzlerce genç lisansüstü çalışmaları ile alanda önemli araştırmalar yaptılar. Çalgı metotları yazıldı, eğitim programları geliştirildi. Yeni konservatuarlar kuruldu.

Kurucumuz, rahmetli Ercümend Berker’in bir rüyası vardı; “Her 3 tür müziği icra edecek bir koro.” Seçmeler yapıldı, ben çok hızlı ve sevilen bir öğrenci olduğum için, Genel Koordinatör olmuştum. Çalışma saatlerinden tutunda, giysilerine kadar her şeyi ben düzenliyordum. Koro 3 tür müzik yapıyordu;

1/TSM Acepella korosu: Ercümend Berker’in şefliğinde,

2/ Batı Müziği Korosu: Demirhan Altuğ şefliğinde,

3/ THM Korosu;Neriman Altındağ Tüfekçi şefliğinde.

Koro aynı kalıyor, eşlik eden çalgılar değişiyordu. Koronun adı Atatürk Korosu idi. Başta AKM olmak üzere pek çok önemli konserler vermiştik. Koro adeta  eğitimin bir parçası olmuştu. Hafta sonları okul hiç boş kalmazdı, sürekli etkinlik çalışmaları vardır. Bu arada, kadrosunu Belediye Konservatuarı’ndan TMDK aldıran  Fikret Değerli, Başkan Yardımcısı olmuş ve onun  yönetiminde halk oyunları çalışmaları da başlamıştı.

İlk asistan olarak göreve başlamıştım. (1979)  Özellikle aynı odada oturan Sn. Tüfekçi ve Sn. S.İçli ile yaptığımız sohbetler/bilgiler, benim yaşantımda önemli bir yer almıştır.

O zaman, konservatuarın kurulması ile bir ruh, heyecan, şevk vardı…1982 yılında YÖK Kanunu ile İTÜ’ye bağlanınca, daha da bir sevinmiştik. Çünkü; akademisyenliğin, bilginin kapısı açılmıştı. Ancak; “2809 sayılı kanunun yanlış uygulanması, daha sonra ÜDS nin baraj olarak sanat kurumlarında da uygulanması ile  sanatın yerini unvan yarışına bırakması, 2002-2006 arasında uygulanan yabancı dil hazırlık sınıfı, 2009-2012 arası yönetime gelenlerin okulun eğitim anlayışını yörüngesinden çıkarmaya çalışması, her yönetime gelenin -sürekli- eğitim  programları ile uğraşması,  yapılan yanlış sınavlarla yetenekli kişilerin elenmesi ile bölümlere az öğrenci alınması v.b.” sebepler  sınavlara başvuru sayısını çok azalttı  ve konservatuar  ruhunu, şevkini iyice azalttı…

Konservatuarımıza ve bizlere emek veren tüm hocalarımıza –aramızdan ayrılanlara rahmet diliyoruz- saygılarımı/teşekkürlerimi sunuyorum.

Not 1: Bu yazı İTÜ TMD Konservatuarı’nın 40. Yılı dolayısı ile (3 Mart 2015) kaleme alınmıştır.

Not 2: 1982-1997 yılları arasında konservatuarın havasını teneffüs etmekten çok mutlu olmuş, emek vermiş, emekli edebiyat hocamız Sn. Dr. Saadet Güldaş’ın  40. Yıl  için hazırlamış olduğu “İTÜ Konservatuarda 22.yıl” adlı kitap özenle hazırlanmış ve tarihe not tutmuş. Kullanılan resimlerle ve verilen bilgilerle geçmişe bir yolculuk yapıyorsunuz. Kendisine sağlıklı yıllar dileyerek teşekkür ediyoruz.