A Milli Takım Teknik Direktörü Abdullah Avcı, Türkiye Futbol Federasyonu ile karşılıklı anlaşarak Milli Takımlar bünyesindeki görevlerinden ayrıldı. Ardı ardına gelen yenilgilerden sonra ayrılan Avcı'nın milli takım yolculuğuna Arif Kızılyalın ışık tuttu.
Abone olTürkiye Ulusal Futbol Takımı'nda Abdullah Avcı dönemi, 20 Ağustos akşam saatlerinde resmen bitiyordu.
Aslında, çoktan sona ermişti Avcı dönemi ama 'umut fakirin ekmeği' örneği, hep ötelendi bu ayrılık günü. Ama beklenen son kaçınılmazdı.
Gerçekten, aşı tutmamıştı.
Fatih Terim ve Guus Hiddink sonrası kimse ondan 'sihirli değnek'le işleri düzeltmesini beklemiyordu ama Abdullah Avcı'nın bu denli başarısız olabileceği tahmin bile edilemezdi.
Ne var ki daha 7-8 yıl önce FIFA listesinin ilk 10'larında dolaşan Türkiye, Avcı ile küçük büyük demeden tüm rakipler için gerçek bir 'av' kimliğine bürünecek ve sıralamada 57. ve 58. sıralara kadar inecekti.
2-0 öne geçilip, 2-2 sonlanan Gana maçı sonrasında bir gazetenin yorumu acı gerçeği gözler öne sermişti: "Ne milli kaldı, ne takım..."
Peki Avcı niçin tarihin en kara tablosunu çizdi? Bu denli başarısız olmasının gerekçeleri nelerdi?
Bu sorulara yanıt vermek için, önce Avcı'nın geçmişine bir göz atmakta fayda var.
Başbakan'ın 'double' hemşerisi
Çoğunluğun bildiği gibi İstanbul Büyükşehir Belediyespor'un teknik direktörü olarak ün yaptı. Eski futbolcuydu.
Kasımpaşa doğumlu bir Rizeli; Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'double' hemşehrisiydi.
Elbette Avcı'yı, Erdoğan ile olan ilişkisi onu ulusal futbol takımının patronu yapmamıştı ama birilerinin onu desteklediği de gün gibi aşikardı.
Nasıl mı?
Anımsarsanız 10 yıl önce Avcı, TFF bünyesinde 17 yaş altı milli takımında görev yapmış, Ardalı, Canerli, Erkan Ferinli, Ferhatlı kadroyu Avrupa şampiyonluğuna taşımış, dünya kupasında da ses getirmişti.
Galatasaray alt yapısında da bir dönem antrenörlük yapmıştı Abdullah hoca.
Ardından İstanbul Büyükşehir Belediyespor'un başına geçip, profesyonel hayata adım atmayı tercih etti.
Avcı ile Belediyespor'un dokuları uyuşmuştu. Kimse Abdullah hocanın işine karışmıyor, belediye sponsorları sayesinde para sıkıntısı yaşanmıyor, en önemlisi medya baskısı Demokles'in kılıcı gibi Avcı'nın kafasında dolaşmıyordu.
Maçlarını 70 bin kişi kapasiteli Olimpiyat Stadı'nda ortalama 150 seyirciye oynuyorlar, küme düşme sıkıntısı yaşamıyorlar, hatta Fenerbahçe, Beşiktaş, bazen Galatasaray'ın canını yakıyorlardı.
Ne zirve hesabı içindeydiler, ne küme düşme hattına iniyorlardı.
Sonun başlangıcı
Avcı'nın son senesinde Türkiye Kupası'nda Belediyespor finale kadar çıkacak ancak kupayı penaltılarla Beşiktaş'a kaptıracaktı.
İşte ne olduysa bu kupa maçı sonrası oldu. Hiddink gitti, yerine Avcı geldi. Avcı'yı getiren de o dönemin TFF Başkanvekili, İstanbul Büyükşehir Belediyespor'un eski Başkanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanvekili ve aynı zamanda Başbakan'ın eşi Emine hanımın damadı Göksel Gümüşdağ idi.
Bu bağlamda arkası da sağlamdı yeni hocanın...
İmzayı attığının ertesi gün, Türkiye'nin çok satışlı gazetelerinden birinin kadın magazin yazarına konuk olmuş; kahverengi deri ceketi, İtalyan ayakkabıları, pahalı kol saati ile Türkiye gündemine çıkmıştı.
İki tam sayfa söyleşide, herkes onun futbola getireceği yenilikleri okumak istedi. Ama bulamayacaktık.
Moda, sanat, yaşam, hatta babasının Kasımpaşa'daki berber dükkanının koordinatları bile vardı söyleşide ama futbol yoktu.
İşte o gün sonun başlangıcına adım atmıştı Abdullah hoca.
Yanına Okan Buruk, Tayfun Korkut ve Belediyespor'dan kaleci antrenörü Haluk Güngör'ü almıştı.
40 kişilik ilk kadrosu, Hiddink döneminde 'miadını' dolduran isimlerin çağrılmadığı, çoğunluğu 'gurbetçi' kökenli futbolcuların oluşturduğu bir ekipti.
'Artık yeter hocam'
Adını bilmediğimiz pek çok futbolcu milli takımla tanıştı onun döneminde. Öyle ki, 'kelime Türkçe' bilmeyip Türk milli takımına çağrılanlar oldu.
Ancak, 'gurbetçi' karması tutmayacak, deneme-yanılma yolu ile adam kazanmak isterken de Galatasaraylı Selçuk İnan, Fenerbahçeli Caner, Beşiktaşlı Necip Uysal gibi isimler küstürülecekti.
Yoğun bir hazırlık dönemi sonrası 2014 Dünya Kupası elemelerine Hollanda yenilgisi ile başlayan Türkiye, Avcı ile sadece Estonya ve Andorra'yı yenip Romanya ve Macaristan gibi Türkiye'nin çok gerisinde olan ülkelere geçilecekti.
İşte bu kayıplar aslında Avcı döneminin bittiğini ilan ediyordu aslında ama genç hoca hala umutluydu.
Hemen her yenilgi sonrası, "Türkiye'nin sorunu eğitim" diyerek hedef saptırmaya kalktıysa da, artık tüm kamuoyu desteğini yitirmişti.
Öyle ki, 'milli maç tutkunu' Türk insanı, artık ne maçları TV'den izler olmuştu, ne statlara gider. Bayrak satışları bile düşecekti onun döneminde...
Ancak görevinden alamıyordu TFF onu! Niçin?
Kimse bu soruya yanıt veremedi.
Sonunda, bıçak kemiği de deldiğinde birileri, birilerinin isteği ile düğmeye bastı, "İstikrar için Avcı'nın arkasındayız" diyen TFF Başkanı Yıldırım Demirören "Hocamıza teşekkür ediyoruz" diyerek beklenen istifayı istedi.
Kamuoyuna "Avcı bıraktı" dense de, aslında "Artık yeter hocam" demişti birileri... O birileri elbette kendi evlatlarının yerine en iyi ismi getirmekle de yükümlüydü.
Fatih Terim mi?
Avcı'nın ayrılık haberinin tescillenmesinden bir gün önce Göksel Gümüşdağ bu kez Florya'da gözükecek, iki yılda Galatasaray'a 2 lig, 2 Süper kupa getiren Fatih Terim'in nabzını yoklayacaktı.
Gerçi Fatih hoca o gün, "Milli takımın başında hoca varken bu görüşmeyi yapmamış olalım" dese de, TFF gayrı resmi yolla nabız yoklamış, hatta göksel Gümüşdağ, Galatasaray teknik direktörüne, "Beyefendi de, sizi milli takımın başında görmek istiyor" mesajını iletmişti.
Avcı'nın istifası sonrası Gümüşdağ'ın nabız yokladığı Terim'e bu kez TFF resmi yoldan ulaşacaktı.
Elbette G.Saray Başkanı Ünal Aysal'dan izin alınmak kaydı ile.. Ne var ki, bu gelişme Ünal Aysal ve birkaç kişi dışında hiçbir Galatasaraylı'yı sevindirmeyecekti.
Fatih Terim de bu gelişmelerden rahatsızlık duymuş olacak, "Galatasaray bırakana kadar takımımın başındayım, ancak milli görevden de kaçılmaz.." türünde bir açıklama yaparak, 'İki takımı aynı anda çalıştırırım'ın sinyallerini verdi.
Ertesi gün sabah 08.30'da TFF Başkanı Yıldırım Demirören'in evindeki görüşme de bir anlamda pazarlıktı. Görünen o ki TFF, Fatih Terim'i istiyordu.
Terim, Galatasaray'ın başındaydı ama milli takımı kutsal bir makam olarak görüyordu.
Ünal Aysal, boyutu TFF'yi de aşan bu teklif karşısında şaşkındı. Gerçi Terim'i çok da sevmediği aşikârdı ama çok başarılı bir teknik adamla yolları ayırmak onun hesaplarını bozacağa benziyor.
Çünkü, "Ya milli takım ya Galatasaray" deyip Terim'i frenlese sistemi karşısına alabilir.
Keza, Terim'e rest çekip ipleri kopardığında camiasına verecek cevap bulamaz.
"İki takımı da çalıştırsın" onayı verirse de olası başarısızlıkta hedef adam olur.
Görüldüğü gibi Abdullah Avcı gitti ama 'av' mevsimi belli ki sürecek...